Son dönemlerde fazlasıyla karşılaştığımız bu sorular, yorulan zihnimizin bilinçaltına havale ettiği konuların giderek çoğalmasıyla ilgilidir.

Yaşadığım dehşet anlarını nasıl unutabilirim? Zihnimde durmadan dolaşan düşünceler ve yaşadığım olaylar beni neden rahatsız ediyor? Kafamdaki karışıklığın bilincimin altıyla ilgisi var mıdır? Bilinçaltımda yer alan konular açığa çıksa acaba ne olur?

Son dönemlerde fazlasıyla karşılaştığımız bu sorular, yorulan zihnimizin bilinçaltına havale ettiği konuların giderek çoğalmasıyla ilgilidir. Peki, bilinç ve bilinçaltı nedir? Öncelikle belirtmek isteriz ki insanın mana alanına ilişkin pek çok konu gibi bilinç ve bilinçaltı da henüz bilimsel olarak tam anlamıyla izah edilememiştir.

Bilinç; genel olarak insanın kendisinin farkında olma yetisi olarak bilinir. Her birey, zihin, duygu ve fizik yapısı ile bir bütün olarak kendisinin farkındadır ve kendini bilir. Ancak kendini bilme düzeyi kişiden kişiye değişir. Madde ve mana yönüyle bir bütün olan insan, zihin ve ruh derinliğine göre kendini bilme arayışına girer. Ve insan, kabının derinliği oranında kendine ait bilgi ile dolar ve kendini bildikçe olgunlaşır.

Bilinç; zihinsel potansiyelimizden hareketle bireysel yaşantımız, çevreyle ilişkilerimiz, algılarımız, bilgilerimiz ve duygularımızdan hareketle içinde yer aldığımız dünyada kendimizi kavramamız, kendimizi konumlandırmamızla ilgilidir. Örneğin “Bilinçli bir davranış” derken bireyin içinde bulunduğu koşulları bir bütün olarak değerlendirerek akla uygun, doğru ve beklenen davranışı sergilemesi kısacası kendini bilerek bir eylemde bulunmasını anlıyoruz.

İNCE ÇİZGİ

Şu hâlde bilinç, bireyin insan olarak kendini bilme arayışına yol gösterecek yegâne farkındalık ve kendini tanıma gücüdür. Zekâ düzeyimiz, temel kişilik yapımız, sezgilerimiz, duygularımız, ruh dünyamız, biyolojik işleyişimiz kısacası bizi biz yapan bütün dinamiklerimizin kendimizle ilgili fikrimizin oluşmasında ve kendimizi tanımamızda rolü vardır.

Bilinç ile bilinçaltı arasında ince bir çizgi vardır. Bilinçaltı; bireyin günlük yaşamında zihninde tutmak istemediği, hatırladıkça endişeleneceği için yakın hafızada tutmaktan korktuğu, başa çıkmakta zorlandığı kimi duygu, düşünce ve yaşam deneyimlerini arka plana itmesidir. Bir diğer ifadeyle bilinçaltı; içinden çıkamadığımız, arşivlemeyi istemediğimiz, çözümleyemediğimiz dosyaları, kontrollü ya da kontrolsüz şekilde günlük ekranımızdan düşürdüğümüz alandır. Bilgisayar ekranında açtığımız, günün sonunda onları değerlendirme, denetleme ve hafızadaki ana dosyalara yerleştirmede zorlandığımız dosyalar gibi.

Ancak bilinçaltına ittiğimiz bu açık dosyalar zamanla çoğaldığında bilinçaltındaki karanlıktan bilincin gün yüzüne çıkmak, kişi ile yüzleşmek ve çözümlenmek ister. Bu durum, halının altında biriktirdiklerimizin zamanla rahatsızlık vermesi misali çeşitli psikolojik rahatsızlıklara neden olur. Sanal yaşamın körüklediği hız çağında birim zaman içinde karşılaştığımız, deneyimlediğimiz olaylar çığ gibi arttığı için zihnimizde açılan fakat yeterince algılanmadığı, anlaşılmadığı ve içselleştirilmediği için kapanmayan dosyaların verdiği rahatsızlıktan söz ediyoruz.

ALT BEN, BEN, ÜST BEN

Şuur altı olarak da bilinen bilinçaltı kavramını ilk olarak kullanan psikolojinin kurucusu Freud, bu kavramı davranış bozukluklarının yahut anormal davranışların yorumlanması ve bu durumun psikanaliz yoluyla çözümlenmesi amacıyla kullanmıştır. Freud'a göre kişiyi sıkıntıya sokan rüyalar, anılar, travmalar, kişilik bozuklukları ve fobiler bilinçaltı dünyasındaki birikimlerle ilişkilidir.

Ancak modern psikolojiye göre bilinçaltının sadece anormal davranışlarla ilgili olmadığını biliyoruz. Yani anormal davranışlara sahip olsun ya da olmasın her bireyin bilinci ile bilinçaltı arasında yoğun bir geçişkenlik bulunmaktadır.

Hatırlanacağı üzere bireyin bilinç düzeyini etkileyen temel üç benlik katmanı vardır. Altta içgüdüsel istekleri içeren alt benlik yani id, üstte toplumun ahlak, kural gibi beklentilerini içeren üst ben yani süper ego, ortada ise bu iki dinamik gücü koordine eden ben yani ego yer alıyor. Alt ben ile üst ben sürekli bir çatışma halinde olduğundan ego zorlanır. Daha da ilginç olanı ego, bu iki katmandan hangisi daha güçlü ise ona yakınlaşma eğilimindedir.

Bugün yaşadığımız insani krizin önemli bir nedeni, maddi varlığımızı destekleyen içgüdüsel istek alanının yani alt benin giderek güç kazanmasıdır. Buna karşılık toplumun beklentilerini oluşturan temel ahlak ve birlikte yaşamın gerektirdiği prensiplerin üzerimizdeki etkisi zayıflamaktadır. Çünkü ben yani ego değeri, daha güçlü olan içgüdülere yakınlaşıyor ve birey içgüdüsel davranışların esiri olabiliyor.

Sanal çağın insanının giderek kendini bilme arayışından uzaklaşmasının ve kendisine yabancılaşmasının başlıca sebebi, bilincimizin giderek içgüdüsel isteklerle yoğunlaşmasındandır. Dışımızdaki dünyanın ürettiği madde odaklı malumatlar, veriler, bilgiler ve yaşam deneyimleri, bilinç düzeyindeki değerlendirme sürecini yormuştur. Dış dünyadan daha fazla destek gören içgüdüler, egonun dengeleyici duruşunu zedelemiştir.

Bundan dolayıdır ki bilincin iç dünyamız ile dış dünyayı dengeleyen duruşu da zorlanmaktadır. İnsanın dış dünyasında yaşadıkları, iç dünyasında yaşadıklarını gölgelemiş ve zaten zor olan kendimizi bilme yolculuğumuz daha da zor bir hale gelmiştir.