Cumhuriyetin kurulmasından sonraki ilk yıllarda Atatürk bir yurt gezisi sırasında uğradığı bir kasabada, sokakta oynamakta olan zayıf, nahif, dokunulsa kemikleri kırılacak gibi çelimsiz çocuklar görür ve yanındakilere bu çocukların niçin bu kadar zayıf olduklarını sorar. Refakatindekilerden tıp doktoru olan biri, "Efendim, bu çocuklar yeterli ölçüde şeker ve şekerli gıdalar yiyemedikleri için böyle sıskalar" diye cevap verir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki endüstrileşme faaliyetlerinde şeker fabrikaları yapımının ağırlık taşımasının bir nedeninin de bu olduğu söylenir.
Cumhuriyetin kurulmasından sonraki ilk yıllarda Atatürk bir yurt gezisi sırasında uğradığı bir kasabada, sokakta oynamakta olan zayıf, nahif, dokunulsa kemikleri kırılacak gibi çelimsiz çocuklar görür ve yanındakilere bu çocukların niçin bu kadar zayıf olduklarını sorar. Refakatindekilerden tıp doktoru olan biri, “Efendim, bu çocuklar yeterli ölçüde şeker ve şekerli gıdalar yiyemedikleri için böyle sıskalar” diye cevap verir. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki endüstrileşme faaliyetlerinde şeker fabrikaları yapımının ağırlık taşımasının bir nedeninin de bu olduğu söylenir.
Günümüzün beslenme anlayışında şekerin hiç yeri ve değeri olmadığı bir yana zararı üzerinde çeşitli tezler ve iddialar öne sürülmektedir. Yakın bir gelecekte şekerin sigara gibi bir zehir olarak ilan edilmesi hiç sürpriz olmayacaktır. 70-80 yıl içinde paradigma bu kadar ters yüz olmuştur.
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de beslenme alışkanlıkları, çeşitli maksatlarla üretilen diyet programları; tıp biliminin beslenmeye ilişkin keşifleri, tespitleri ve daha da önemlisi toplum yararına bir tutum benimsemesi paralelinde değişiyor. Özellikle son 40-50 yıldan bu yana tıp bilimi adına onun temsilcisi olan doktorların vatandaşa neredeyse gençlik yaşlarından itibaren kolesterolü yükseltiyor, damar sertliği yapıyor diyerek zerresini bile yasakladıkları tereyağı, yumurta, kırmızı et ve bilumum hayvansal gıdalar, halis zeytinyağı; günümüzde en gözde gıdalar olarak sunulmakta, kerametleri saya saya bitirilememektedir. Bu alanda hemen her gün bir tabu yıkılmakta, bir ezber bozulmaktadır.
Tıp dünyası, gelişmiş bütün ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de yasakladığı birçok gıda maddesi konusunda günah çıkarmış, özür dilemiş, ama insanları bu değerli maddelerden uzun yıllar niçin uzak tuttuğunun rasyonel bir izahını yapmamıştır. Bu ürünler yıllar yılı hangi gerekçeyle bu kadar ağır suçlamalara maruz kalmış; günümüzde birden bire nasıl kolayca aklanmış; yıllarca sağlıklı yağlar olarak sunulan tüm likit nebati yağlar ve kullanılmasına tereyağı kadar karşı çıkılmayan nebati margarinler niçin birden bire tu kaka olmuştur? Bunların tutarlı, ikna edici bir açıklaması yapılmamıştır.
Her çağda beslenmenin temel unsuru olan ekmek, 20. yüzyılın bilhassa 2. yarısı boyunca bir medenilik ve şehirlilik alameti olarak arıtılmış, beyazlatılmış, yararlı hassalarından soyutlanmış olarak sofralara gelmiştir. Bu ekmek bugün tamamen gözden düşmüş, artık eski devirlerde olduğu gibi arıtılmamış esmer buğday ekmeğine veya köy ekmeğine, kapkara çavdar ve kepek ekmeklerine dönülmüştür.
Beslenmede bugün geldiğimiz yer icat edilmiş değil, keşfedilmiş bir yerdir. İnsanoğlu yüzyıllarca zamanımızdaki hormonlu, GDO’lu, binbir çeşit katkılı, dondurulmuş gıdalardan uzak bir şekilde doğaya uygun olarak halis tereyağı, halis zeytinyağı, halis et, süt, hormonsuz hububat, sebze ve meyvelerle kısaca hiçbir kimyasal ve biyolojik müdahaleye uğramamış % 100 doğal gıdalarla beslenmiş; salt beslenmeyle ilgili olarak hiçbir sorun yaşamamıştır. Yüzyıllara dayanan bu doğal beslenme tarzı, 20. yüzyıl boyunca yükselen bir trend içinde liberal kapitalizmin kazanç hırsı uğruna gözden düşürülmüş; birçok müdahaleye uğramış endüstriyel gıdalar öne çıkarılmıştır. Bu süreçte bilim ve tıp da buna alet edilmiştir. Bu yüzden obezite tavan yapmış; kanserin her türü yayılmış; diyabet 30’lu hatta 20’li yaşlarda ortaya çıkmaya başlamış; kız çocukların normalden çok erken yaşlarda ergenliğe ulaştıkları görülmüştür.
Sağlık alanındaki bütün bu olumsuzluklar bilimin, tıbbın ve kamuoyunun dikkatini modern beslenme alışkanlıklarına çevirmiş; bu alanda yapılan araştırmalar, endüstriyel gıdaların ve ona dayanan beslenmenin insan organizması için tehlikelerle dolu olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Bugün her alanda yükselen toplumsal bilinç düzeyi beslenme anlayışında da geçerli olduğu için kapitalizm; zararlı müdahalelere uğramış, doğallığı bozulmuş ya da yok olmuş gıda ürünlerini eski rahatlıkta ve başıboşlukta piyasaya sürerek insanları sömürmekte zorlanmaya başlamıştır ve giderek daha da zorlanacaktır.
Halkın sağlığını korumakla görevli kamu otoritelerine düşen en önemli görev, bu konuda hiçbir taviz vermemek ve doğal beslenmeye dönüşü desteklemektir.