Can You Ever Forgive Me? Yakın zamanda vizyona böyle bir film girecek. Haydi biraz görgüsüzlük yapıp Londra'da filmin afişleri ve kitaplarıyla karşılaştığımı da söyleyeyim.
1990’ların başında New York’ta biyografi yazarı bir kadın eski günlerinden uzaklaşıyor ve maddi problemler yaşıyor. Kedisi ile hayata tutunmaya çalışıyor ve onu veterinere götürecek parası bile yok. Evinin kirası, alkolik olduğu halde bu kötü alışkanlığını sürdürmeye bile mecali yok. Son çare olarak evinde bir yazarın çerçeveli el yazısını bir kitapçıya götürüyor ve kocaman bir sistem deliği keşfediyor. Koleksiyoncu dediğimiz kişiler sadece bir mektuba tonlarca parayı dökebiliyorlar. Filmin sonrasını anlatmayacağım. Eminim yılın en beğenilen filmlerinden biri olacaktır. Oscar alırsa da şaşırmam.
İnsan hayatı iniş çıkışlarla dolu. Doğru yoldan sapmak sandığımız kadar zor da değil kolay da. İnsan olarak kalma serüvenimizde hepimiz hatalar yapıyoruz. Gerçeklerin yerine sahteleri koyarak bir hayat inşa etmeye çalışıyoruz. Yalan haberlerden bahsediyorum. Gün boyu yayılan yalan haberlerin içinde doğruları bulmak oldukça zorlu bir süreç. Gazeteciliğin öldürülmesi beraberinde yalancıların zemin kazanmasını sağladı. Sosyal medya bu içeriklerden geçilmiyor. Üstelik zorda kalan bir yazarın geçim telaşı gibi bir mazeret de yok. Kocaman bir sistem, endüstri haline dönüşmüş ve yalan fabrikaları harıl harıl çalışmaya devam ediyor.
Özel hayatları merak eden koleksiyoncular yerlerini kendine her şeyi hak gören sosyal medya kullanıcılarına bırakmış. Suç o kadar aleni hale gelmiş ki ceza mekanizmaları yetersiz kalıyor. Enformasyonun hızı hakikatin sesini cılızlaştırıyor.
Çare?
Gazetecilerin yeniden görevlerini yerine getirmesinden başka bir çare göremiyorum. Halka doğru haberleri verecek güvenilir kurumlar olmak gazeteciliği yeniden canlandırabilir. Enformasyon çöplüğünde boğulmak istemeyenlerin eliyle yeni bir gazetecilik anlayışı canlanabilir.
Gazeteciliğin günahları saymakla bitmeyecek kadar çok ve kabul edelim ki bunların çoğu çok eskiye dayanan kötü geleneklere yaslanıyor. Bir mesleğe bizzat kendi mensupları tarafından suikast yapıldı. Can çekişen bedeninin etrafında koruduğu hakikatler de yere serilmiş durumda.
Bir filmden fazlası “Beni Affedebilir Misin?”
Günlük hayatımızın içine sirayet etmiş kolaycılık ve çıkarcılıkla beslenen kötücül bir hastalık.
Ben filmi izlerken bir mesleğin kendi elleriyle kendini öldürmeye çalışmasını izledim. Belki siz başka şeyler görürsünüz. Tahammül ötesine geçmiş insanlık halleri ya da son bir şans yakalamaya çalışan muhteris bir figür. Gördüğünüz her neyse sizi rahatsız edecek. Filmin ismi de zaten yaşanan tüm tamahkarlıkların pişmanlıkla sonuçlanacağını fısıldıyor. Hata yapılan kişilerin affedip affetmeyeceğini söylemek mümkün değil ama insanlıktan çıktıktan sonra bir daha bu yola girmek zor.
Oyunculardan Melissa McCharty iyi oyunculuğu ile göz dolduruyor. Hikayenin esas sahibi Lee İsrael ise dünya durdukça bir sahtekar olarak hikayesi anlatılacak. Hangisini tercih ederdiniz?