Kararsızların hayatı hep belirsizdir diye düşünmek doğru mudur? Ya da kararlı olsanız bile harekete geçmenize rağmen bir şeylerin ilerlemediğini, cevapların gelmediğini görmek mi belirsizliktir?
Kararsızların hayatı hep belirsizdir diye düşünmek doğru mudur? Ya da kararlı olsanız bile harekete geçmenize rağmen bir şeylerin ilerlemediğini, cevapların gelmediğini görmek mi belirsizliktir? Hem evet hem de hayır. İkisine de belirsizliği yakıştırabiliriz ama arada ince bir fark vardır. Birincisinde belirsizliği kişi kendisi seçmiştir. İkincisindeki belirsizlik ise bir seçim değil bir imtihandır. Belirsizlik hayatımızın bazı dönemlerinde zaman zaman yaşanabilir. Bir iş başvurusu yaparsınız ve beklersiniz. Bazen bu bekleyiş beklenilenden de uzun sürer. Hatta bazen cevap bile gelmez. Oradan ya da buradan, öyle ya da böyle hep bir cevap bekler insanoğlu. Cevap beklerken hayat durmaz, durmamalı. Yeni bir işe yeni bir oluşa doğru yönelmeliyiz. Çünkü eğer buradaki belirsizliğe takılıp kalırsak bu bizi anlamsızlığa sürükler.
Hayat belli olsaydı
Yaşadıklarımız, yaşayacaklarımız hep belli olsaydı hayatın anlamı olur muydu? Hayatı anlamlı kılan ve insanı heyecana sürükleyen belirsizlikler değil midir? İnsan ararken, çabalarken bir anlam arayışındadır. Böyle olmasaydı her yol belirli bir yere çıkar ve insan hareket etme gereğini duymazdı. Her şey insanın çabasına bağlı. Belirsizliği dahi anlamla buluşturacak olan bizleriz. Bugün beklediğimiz bir şeyin gerçekleşmemesi yarın başka bir şeyin gerçekleşeceği anlamındadır. Belirsizliği ancak böyle inanarak kaldırabiliriz. Kararsızların zaten hayat anlayışı veya kendilerine biçtikleri anlam buysa belirsizlik onlar için sıradandır. Bir de kararsızlıklarına mana bulanlar var.
Arafta olanlar
Tam anlamıyla kararsız ne yapacağını bilemeyen kişilerin hayatı zor olmalı. Bir arada iki derede kalmaktan perişan olanlar, kimseyi üzmeyeyim deyip kendini perişan edip milim ilerleyemeyenler. Ya da sorunlardan kaçan ve rahatını bozmak istemeyenlerin de belirsizliklerine kılıf bulma çabaları vardır. Kimi zaman tüm bu araftakilerin imdadına astroloji ve benzeri ezoterik akımlar yetişmektedir. Arafta kalanları yakalayan bu popüler akımlar özellikle kendilerini rahatlatma ve geçici avuntularla sıkışmışlıklarına bahane arayanlar için biçilmez kaftandır. Çünkü belirsizliğin nedeni ay gezegeninin boşlukta kalmasıdır. Mars retrosudur falan.
Döngüden çıkmalı
Ne yapacağını bilememek insanın çözmesi gereken bir sorundur. Bu durumlarda hep takılıyor ve hep aynı döngüyü yaşıyorsanız demek ki bir yerde bunu kırmanız ve bu döngüden çıkmanız gerekiyordur. Aksi takdirde hayat sizi alıp bir bu duvara bir o duvara fırlatıp duracaktır. Yani arafın duvarına. Bu sıkışmışlık, arada kalmışlık insanın hayatını anlamsızlaştıran ve yerinde saymasına hatta geriye gitmesine neden olan bağlantısızlıktır. Yani olaylarla kendi iç dünyasında bağlantı kuramayan insanlar arafta kalırlar. Buradan çıkamayıp dünyanın dibine çakılı kalırlar.
Belirlemek
İnsan olarak ancak şu an ne yapacağımızı belirleriz. Hareketlerimiz geleceğimizi belirleyen adımlarımızdır. Gelecek ancak inandığımız, çerçevesini çizdiğimiz planlarımız içinde şekillenir. Yoksa yukarıdan inen bir gelecek planı değildir hayat. Sonuçları hareketlerimiz nispetinde belirli olan sonsuz seçeneklerden hangisini seçeceğimize bağlı olarak hayat şekillenir. İnsan hemen sonuç almak ister. Bugün cevap bekler. Anında görüntü ister. Ama zaman öyle işlemiyor. Hepimizin kendi zamanı var. Hepimizin kendi zamanı içerisinde işleyen olaylar ve bunlara bağlı sonuçlar var. Hepsinden de önemlisi bizim şekillenmemiz ve hayal ettiğimiz o geleceğe uygun hale gelmemiz var. Sabır ile çabalarken belirsizliği kaldırırız. Azim ile güçlüğün üstesinden kalkarken belirsizliği kaldırırız. İnanarak dua ederken belirsizliği kaldırırız. Her çaba ve iyi niyet belirsizliğe bir cevaptır vesselam.
SAKİN KALABİLMEYİ BAŞARMAK
Üç aylar başladı. Bugün mübarek Regaip Kandili. Kandil var mıdır yok mudur? Yok abdesti şöyle alırsak, böyle alırsak gibi bir sürü anlamsız ve yersiz tartışmalardan uzaktayım. Bu zamanda bu kalabalıkta en büyük meziyet sakin kalabilmek. Olan olaylar karşısında endişelerinizi dizginleyebilmek bu zamanın kâmil insanı ancak böyle olabilir. Trafikte, yolda, tamircide, beklerken, işinizi yaptırırken her ne şartta ne olursa olsun sakin kalabiliyor ve Allah’ın rahmetine sığınıp kendinizi akışa bırakabiliyor musunuz? Havada uçacak evliya aramaya gerek yok. Kehanetler anlatanlara gerek yok. Gelecekten haber verenlere ihtiyaç yok. Çünkü ancak yaşadıklarımızı hazmedebiliyorsak ve yaşarken hissetmeye ve duygularınızla kendinizi anlamaya ve doğru yönlendirmeyi başarabiliyorsanız bu zamanın evliyası sizsiniz, biziz. Bu vesile ile bu idrakle Regaip Kandili’nizi kutluyor. Tüm aleme rahmet yağmasını niyaz ediyorum.
ÇOBAN DEYİP GEÇMEYELİM
.....
İnsan sosyal bir varlıktır diye tarif ederken insanın toplum içindeki bütün yaşantısını ve toplumla birebir ilişkisini düşünürüz. Oysa insanın sadece toplumla değil; ilişkili olduğu bütün varlıkları da dahil etmemiz gerekir. İnsanın insanla olan ilişkisinin dışında canlı cansız bütün varlıklarla doğrudan ve dolaylı yönden doğal olarak ilişkisi vardır. Bu ilişkide insan duygularını, düşüncelerini, eylemlerini bir arada düşünür. Ona göre bir yönetişim içindedir. Hatta kendi kendimizi de yönetirken etki tepki karşısında irademizi iyi, güzel ve doğru şekilde kullanmaya gayret ederiz. Bizden de beklenen budur zaten.
Adem’den bu yana bütün peygamberler çobanlık yapmıştır. Koyun gütmesini bilmeyen ailesini, toplumu, hatta kendini bile yönetmekte sıkıntı çeker. Arkadaşlık, dostluk, muhabbet ve kardeşlik de yönetişime tabidir. Elbette her şeyin özünde muhabbet vardır. Muhabbet varsa şefkat ve merhamet de vardır. Soy soyluyor, boy boyluyor, anne baba oluyorsun, sonra torun sahibi bir dede, bir nine olarak yaşlanıp, bu dünyadan gidiyorsun. Biliyorsun ki dünya devran, iyi insan yetiştiriyorsan ne güzel.
Her çoban sürüsünden, her yönetici de ilişkili çalışanlardan sorumludur. O halde çoban deyip geçmeyelim. Sürüsünün bütün davranış biçimlerini ezbere bilir. Çoban deyip geçmeyelim kırda, ovada, merada biten ottan samandan haberi var diyelim. Kurdun kuşun halini bilelim. Çoban deyip geçmeyelim kepeneğinin ne işe yaradığını iyi bilelim. Çoban deyip geçmeyelim sopasına yaslandığını zarar ziyan eden sürüsüne sopasını fırlattığını da bilelim. Çoban deyip geçmeyelim; kamıştan kavalını üfleyelim. Kavalından çıkan yanık namelerin nice yürekleri yaktığını düşünelim. Çoban deyip geçmeyelim peynir ekmek yiyelim, yayık ayran içelim. Çoban deyip geçmeyelim; helal lokma yiyelim, haram nedir bilmeyelim.
YENİ KÜLTÜR NEFERLERİNİN TALİMGÂHI: RAMİ KÜTÜPHANESİ
DOÇ. DR. IŞIL İLKNUR SERT
Atalarının izinden gitmek, onların iyi yönlerini örnek alıp beğenilmeyen yönlerine eleştirel bakabilmek ve tarihten ders çıkarmak insanlığın ilerlemesi için en önemli düsturlardan biri olsa gerek. Geçmişten geleceğe açılan o yüksek kapıdan içeri girerken tam da bunu düşünüyordum Rami Kütüphanesi’nde. İki yanımda yeni kültür neferlerimizi yetiştirecek bu büyük talimgâhın birer eğitim subayı olan kütüphanecilerimiz vardı ve onların rehberliğinde o uzun taş koridorlarda dolaşırken geleceğin ayak seslerini işittim. Eğitim ve kültür zaferlerini kazanacak büyük bir ordunun yetişeceği çok kıymetli bir kütüphanedeydim.
Rami Kütüphanesi, 13 Ocak 2023 günü Cumhurbaşkanımızın katılımıyla resmen açıldı. Açılış gününde Cumhuriyet’in 100. yılını 100 yeni kütüphane ile karşılama hedefini gözlerimizin önünde ortaya koyan Cumhurbaşkanımızın kütüphaneler üzerine söylediği sözler de biz kütüphaneciler için çok kıymetliydi. Devletin en yüksek mertebesinde görev yapan kişinin, kütüphaneleri bu kadar sahiplenmesi bu alana emek veren herkesi çok sevindiriyor olmalı diye düşünüyorum. Yıllarca kütüphaneciler olarak sesimizi duyurmak için çabaladığımız günlerin geride kalması ve kütüphanelerin bu derecede gündemde olması gerçekten geleceğimiz açısından mutluluk veren bir gelişme.
Çatısı altında Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye taburlarının talim gördüğü Rami Kışlası’nın restorasyonu ile oluşturulan kütüphane, kışlanın tarihi geçmişi ile de oldukça dikkat çekici. Uzun yıllar ihmal edilen bu büyük yapının restorasyonu, çevre düzenlemesi gerçekten çok özenle yapılmış. Daha kütüphane raflarına varmadan bile içinizi huzurla kaplayan bir mekâna adım attığınızı hissediyorsunuz. Su kalitesinin takibi, çevreye duyarlı atık yönetimi, sürdürülebilir altyapı ve enerji verimliliği sistemleri ile Sürdürülebilirlik Sertifikası elde eden, UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne alınması için çalışmalar başlatılan kütüphane, uluslararası anlamda da dikkat çeken özelliklere sahip.
İçinde her yaşa hitap eden özel alanları bulunan Rami Kütüphanesi 4200 kişilik oturma kapasiteli yapısıyla kullanıcılarına büyük bir sosyalleşme ortamı da sunuyor. Bebek ve çocuk kütüphanesi, 0-6 yaş grubundaki kullanıcıları için özel olarak tasarlanmış yapısıyla ön plana çıkıyor. Hem burada hem de kütüphanenin çeşitli alanlarında gerçekleştirilecek etkinlikler Rami Kütüphanesi sosyal medya hesaplarında duyurulmaya başlandı bile. 23-28 Ocak tarihleri arasında kukla atölyesinden film söyleşisine, oyunlardan seminerlere çok çeşitli bir etkinlik takvimi hazırlanmış. Önümüzdeki günlerde de bu etkinlikler sosyal medya hesaplarından kolayca takip edilebilir.
Rami Kütüphanesi’nin önemli bölümlerinden biri kitapların onarımı için kurulan Şifahane. Kütüphane koleksiyonuna kayıtlı el yazmalarının ve nadir matbu eserlerin onarımının yapıldığı bu özel bölümde işinin uzmanı restoratör, biyolog, kimyager ve mikrobiyologlarla çalışılıyor. Ayrıca Fatih Sultan Mehmet’in okuduğu kitapların orijinal nüshalarının bulunduğu bir sergi Şubat ayı sonuna dek gezilebilir. Rami Kütüphanesi’nin toplam kitap kapasitesinin 2,5 milyona ulaşması hedefleniyor. Burada Türkiye’nin en büyük Atatürk İhtisas Kütüphanesi alanı da 25 bin kitap ile okuyucularına kapılarını açmış durumda.
Böylesi görkemli bir yapıya emek verenlere teşekkür etmek gerek. Başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanımıza, Bakanlığa bağlı olan Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü yetkililerine, kütüphane restorasyonunda görev yapan tüm kişilere, burada görev yapan büro personelinden restoratörlere, tüm emek verenlere ve tabii ki kütüphanecilere gönülden teşekkür ediyoruz. Rami Kütüphanesi’nin en önemli özelliklerinden biri burada çok sayıda Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü mezunu kütüphanecinin istihdam edilmiş olması. Bölüm mezunu kütüphanecilerin nasıl bir fark ortaya koyacaklarını burada örnekleriyle göreceğiz. Bu sayede işi ehline verince nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşanacağı, eğitimde ve kültürel anlamda nasıl hızlı bir kalkınma gerçekleşebileceği daha net şekilde örneğiyle açıklanmış olacak. Çoğunluğunu benim de uzun yıllardır görev yaptığım İstanbul Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümünden mezun olan kütüphanecilerin oluşturduğu bu büyük ekiple gurur duyuyor aynı zamanda onlara tarihi sorumluluklarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum.
Sizler gelen kullanıcılara o kadar güzel etkinlikler sunun ki, eğitimin kütüphanede nasıl devam ettirilebileceğinin farkına varsınlar. Sizler çocukları o kadar güzel karşılayın ki zihinlerindeki kütüphaneci imajı, onlara yol gösteren güler yüzlü ve sevgi dolu, bilgili insanlar şeklinde oluşsun. Sizler olabilecek aksaklıklara, hatalara, sıkıntılara o kadar güzel çareler üretin ki kütüphanecilerin yapıcı ve üretken insanlar olduklarını herkes anlasın. Size danışanları o kadar nokta atışı kaynaklara yönlendirin ki konu uzmanlığının ne kadar kıymetli olduğunu herkes görsün ve dört yılın boşa okunmadığına herkes kanaat getirsin. Sizler tüm zorluklara rağmen işinizi layıkıyla, severek, mutlulukla yapın ki kütüphanelerdeki sayımız gittikçe artsın.
Rami Kütüphanesi de tüm kütüphaneler de geçmişten geleceğe açılan kapılarının ardında kullanıcılarını bekliyor!
ARTI
.....
“Dandini dandini dastana”
İnternette viral olan bir videodan bahsetmek isterim. Gaziantep’te bir grup ortaokul öğrencisi sınavdan çıktıktan sonra evlerine dönerken metroya binerler. Bir de ne görsünler; bir bebek anne kucağında avazı çıktığı kadar bağırarak ağlıyor. Üstü başından belli ki fakir bir anne. Bebeğine yalancı meme vermesine rağmen, bebek ağzındaki plastik emziği bir hışımla fırlatıyor. Ağlıyor da ağlıyor, zavallı bebek. Ağlamaktan yüzü kıpkırmızı kesiliyor. Bu durum karşısında genç öğrenciler dayanmayıp hep bir ağızdan ağlayan bebeğe ninni söylüyorlar.
“Dandini dandini dastana... Danalar girmiş bostana. Kov bostancı danayı... Yemesin lahanayı.
İletişim kurmak budur işte. Ağlayan bebeğin ne derdi vardı bilinmez ama. Bir teselli kabilinden belki de ninni çekilmeye ihtiyacı vardı. Gençlerin bu hareketi takdir edilecek bir davranış. Annesinin susturamadığı ağlayan bebek susmuştur.
Merak eden okuyucularımız için mevzu bahis ettiğimiz videonun Youtube’taki adresini bırakıyorum vesselam https://www.youtube.com/shorts/hAcN_9gVqAc
EKSİ
Seçilemeyen seçmeli dersler
Her dönem başında ortaöğretimde bir seçmeli dersler listesi dağıtılır. Ancak adının seçmeli olduğuna bakmayın. Seçilemeyen dersler listesinde sınıf öğretmeni hangi derslerin seçileceğini de beraberinde belirtir. Listede yer alan Boşnakça dilini okuyan var mı? Ya da medya okuryazarlığı dersini. Ben duymadım. Hatta şehrimiz dersini biliyor musunuz? Ya da okuyan çocuğunuz var mı? Seçilmesi istenen dersler büyük çoğunlukla şunlar; yazarlık ve yazma becerileri, matematik uygulamaları ve bilim uygulamaları. Tahmin edileceği gibi bu derslere sırasıyla türkçe, matematik ve fen öğretmenleri girecektir. Yani zaten okuldaki kadrolu öğretmenler ve tabii bu dersler de daha çok sınav hazırlığına yönelik olacaktır. O zaman seçemediğimiz derslerin listesi neden var? Cevabı merak ediyorum.
İSLAM VE MÜSLÜMAN
Özellikle on bir eylül ikiz kule terör saldırılarından sonra bir kavram ortaya atıldı; İslamafobi. Yani İslam ve İslam öğelerinden toptan korkmak. Müslüman ve terörizm kavramı üzerinde özelikle çalışıldı. DAEŞ ve benzeri gruplar ABD’nin yarattığı bir takım gruplar olmasına rağmen İslamafobia ile birlikte maalesef bu kavram kurumsallaştırıldı. İnsanın iyisi de var kötüsü de. Bunun karşılığında bizim inancımıza göre cennet ve cehennem de var. Öyle bir algı oluşturuluyor ki; İslam ve Müslüman dedikçe terör artık akla getiriliyor. İslam arı duru bir dindir. Sadece tebliğ edilir ve hidayet için dua edilir. Dinde zorlama yoktur. İkna da yoktur. Onca kara propagandasına rağmen özellikle batı dünyasında binlerce insan Müslümanlığa ilgi duymakta ve sonucunda da İslam’ı seçmektedir. Biliriz ki İslam tarifsiz tek dindir. Allah’ın dinidir. Her insan Allah’ın kuludur. Her türlü hata ve günahlarımıza rağmen kuluz. İslam ve Müslüman kavram olarak budur.