Hemen hemen her gün dünyanın önemli yayın kuruluşlarından birinde manşetten veya kapak şeklinde bu seçimleri konu alan haber, analiz ve makaleler yayımlanıyor.
Türkiye’de “tarihi” olarak nitelendirilen 14 Mayıs seçimleri yaklaşırken uluslararası medyanın bu seçimlere olan ilgisi de her geçen gün artıyor.
Hemen hemen her gün dünyanın önemli yayın kuruluşlarından birinde manşetten veya kapak şeklinde bu seçimleri konu alan haber, analiz ve makaleler yayımlanıyor.
Türkiye gibi jeopolitik ve stratejik önemi büyük bir ülkede, yüzyılın seçimleri olarak nitelendirilen bir seçime, uluslararası medyanın da bu denli ilgi duyması anlaşılır bir durum.
Ancak bu yayınlarda, kendi okuyucu kitlelerini bilgilendirmekten çok Türkiye’deki seçmen kitlelerini yönlendirme, hatta uluslararası toplumu muhalefetten yana baskı oluşturmaya çalışma gayreti dikkat çekiyor.
İktidar mı kazanır, muhalefet mi kazanır, hangisi kazanırsa ne olur, ne olmaz gibi değerlendirmelerden ziyade doğrudan, muhalefetin sözcüsü gibi “diktatör” olarak suçladıkları Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, “Gitmeli” başlıkları atılıyor.
Erdoğan’ın yerine de, ardı sıra güzellemeler dizdikleri muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesi gerektiği salık veriliyor.
Bu yayınlar irdelendiğinde tümünün, ABD Başkanı Joe Biden’ın “Erdoğan’ı darbe ile değil seçim yoluyla, muhalefeti destekleyerek düşüreceğiz” şeklindeki açıklamaları doğrultusunda oluşturulmuş stratejinin birer parçası oldukları yönünde bir kanaat oluşuyor.
Zaten Biden yönetimi ile bazı Avrupa ülke yönetimlerinin de aynı doğrultuda bir siyasi tutum takındıklarını söylemek mümkün.
Öte yandan seçim sürecine girildiğinden, hatta çok öncesinden bu yana başta PKK ve FETÖ olmak üzere tüm terör örgütlerinin de aynı beklenti ve çaba içine girdikleri biliniyor.
Dolayısıyla ortaya çıkan tablo, Türkiye’deki siyasi yönetimden rahatsız olan ABD ve bazı Avrupa ülkeleri ile bu ülkelerdeki etkili yayın organlarının, terör örgütleriyle eş güdüm halinde Türkiye’deki seçimlere müdahale etmeye yönelik bir gayreti gösteriyor.
Öncelikle şunun altını çizmek gerekir ki, bu yayınların hiçbiri evrensel gazetecilik, habercilik ve yayıncılık ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi bu yaklaşımlar, söz konusu yayın organlarının saygınlığı ve inandırıcılığına ciddi şekilde zarar da veriyor.
Muhtemelen bu yayın organlarının yöneticileri de bunu görüyorlardır ancak Türkiye’deki seçimlerin arzu ettikleri şekilde sonuçlanmasından umdukları yararın çok daha büyük olması nedeniyle bu zararı göze aldıkları anlaşılıyor.
Lakin yayınların yarattığı etki, Türkiye’yi, Türk toplumunu yeterince tanımıyor ya da yanlış tanıyor olmaları kadar siyasi öngörü konusunda ne denli zayıf ve yetersiz olduklarını da ortaya koyuyor.
Zira, esasen Cumhur İttifakı bileşeni partilerden herhangi birine bile kendini yakın hissetmeyen, hükümetin kimi yaptıklarından ya da yapmadıklarından rahatsızlık duyan, hatta ülkede bir siyasi değişimin yararlı olabileceğini düşünen önemli bir orana tekabül kararsız kesimin son günlerde Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan yana taraf belirlemeye başladığı görünüyor.
Yakın bir döneme kadar başa baş gittiği düşünülen, Cumhurbaşkanı seçiminin ikinci tura kalma olasılığına işaret eden öngörüler Erdoğan’ın ilk turda kazanma ihtimalinin arttığı işaret ediyor.
Bu değişimde, söz konusu yayınların ardından sözünü ettiğimiz kararsız kesimlerin rahatsızlıklarını, eleştirilerini ve değişim beklentilerini ikinci plana iterek “ülkeye sahip çıkma” yaklaşımının etkili olduğunu söylemek mümkün.
Bu yaklaşımı besleyen çok sayıda argüman var.
Birincisi özellikle son 10 yıldan bu yana Türkiye’ye yönelik hiçbir hasmane yaklaşımdan geri durmayan, Türkiye’ye karşı terör örgütü PKK/YPG’yi alenen destekleyen ABD’ye karşı ciddi bir güvensizlik sorunu, hatta büyük bir öfke ve nefretin oluştuğu biliniyor.
Aynı şekilde Türkiye’de, yine hem PKK/YPG’ye hem de darbe girişiminde bulunan FETÖ’ye verilen destek nedeniyle AB ve üyesi birçok Avrupa ülkesine karşı da ciddi bir güven sorunu söz konusu.
Durum böyle iken, üstüne üstlük PKK ve FETÖ dahil tüm terör örgütleri tüm umutlarını iktidarın değişmesine bağlamışken ve bu kesimlerden gün aşırı Kılıçdaroğlu’na destek mesajları yağarken, uluslararası medyada eş zamanlı gelen bu yayınlar Türkiye’ye yönelik büyük ve topyekün bir saldırı olarak değerlendiriliyor.
14 Mayıs’taki seçimlerin bu saldırı için fırsat olarak görüldüğünü, Kılıçdaroğlu’nun ise bu saldırıda bir unsur olarak kullanıldığını düşünen kesimler, “ülkelerini savunmak için” Erdoğan’dan yana pozisyon almaya yöneliyor.
Şunun altını çizmek gerekir ki, terörizme ve her türlü terör örgütüne karşı tavır almadan dillendirilen “demokrasi, özgürlük ve insan hakları” gibi söylemlerin toplumlarda hiçbir karşılığı yoktur, olmaz.
Bu yaklaşımlar, söz konusu evrensel değerlerin içinin boşalmasına neden olduğu gibi, bu kesimlere duyulan güvenin, inancın daha da gerilemesine yol açar.
Bu, ABD için de Avrupa için de Kılıçdaroğlu ve onu destekleyen muhalefet cephesinin tümü için de geçerli.