Başta ABD olmak üzere Almanya ve Fransa gibi gelişmiş Batı ülkeleri hem genişlemeci maliye hem de genişlemeci para politikaları ile bu krizin ateşini söndürme önlemlerini peş peşe almaktadırlar.

Pazartesi günkü yazımı şöyle bitirmiştim: “Eğer koronavirüs salgını mayıs başına kadar büyük oranda kontrol altına alınırsa, bu kriz 2008 krizine yakın bir büyüklükte gerçekleşir. Yok, eğer salgın bütün 2020 sonuna kadar kontrol altına alınmazsa, 1929 Büyük Buhranına eşdeğer bir krizi tetikleyebilir.”

BÜYÜK BUHRANLA BUGÜNKÜ MUHTEMEL KRİZİN FARKI

1929 yılında yaşanan Büyük Buhran bugünkü şartlarla kıyaslandığında daha az tehlikeli idi. Bunun birkaç gerekçesi olabilir. Öncelikle Büyük Buhran o dönemde ulusal ekonomiler bazında bir sorundu. Evet, ABD’de başlayıp Avrupa’ya yayıldı ama kriz ve durgunluk genel olarak gelişmiş ülkelerde hissedildi. Çünkü Büyük Buhran kapitalizmin kendi doğasından kaynaklanan nedenlere dayanmaktaydı ve bu yüzden de kapitalistleşememiş, piyasaları olgunlaşmamış, sanayileşememiş ülkelerde hemen hemen hiç hissedilmedi. Örneğin, verilere bakıldığında Büyük Buhran Türkiye ekonomisini hemen hemen hiç etkilememişti. Bugün ise öyle veya böyle kapitalistleşmiş ve sanayileşmiş ülkeler sayı olarak dünyanın çoğunluğunu oluşturmaktadır.

İkincisi, ülkeler o dönemde bugün olduğu kadar karşılıklı bağımlılık içinde değildi. 1930’larda ülkelerin üretimi daha çok yerli girdilerle iç pazara yönelik gerçekleşmekte idi. Yani bir dünya krizi ve genel durgunluğun etkilerini iç talebi canlandırarak çözmek mümkündü. Bugün ise ülkeler –özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler- iktisadi açıdan o kadar karşılıklı bağımlı ki, dünya ticaretinde ve doğrudan dış yatırımda daralmanın etkileri tek başına iç talebi canlandırarak çözülebilecek bir sorun olmaktan çıkmıştır.

Üçüncüsü 1930’larda hane halkı refahı ve yaşam standartlar bugüne göre çok düşük, dolayısıyla hane halkının yaşam beklentisi de –yine bugüne göre- çok düşüktü. Toplumlarda iş bölümü ve uzmanlaşma da düşük düzeydeydi. Yani insanlar temel ihtiyaçlarını kendi başlarına üretebilirlerdi. Bugün ise hem teknolojinin nimetleri, hem de –borç yoluyla da olsa- artan satın alma gücüyle insanların refah ve yaşam standartları çok yükselmiş, buna paralel olarak da beklentileri artmıştır. Ancak, bu yüksek refah üreten toplum da 1930’lara göre çok yüksek seviyedeki işbölümü ve uzmanlaşma insanların kendi kendilerine yetme düzeyini olumsuz etkilemiştir. İnsanlar birbirine muhtaç hale gelmiştir. Meselâ bugün tavuk besleyen, beslediği tavuğu kesen, yolan, tüylerini ocakta yakarak temizleyen, içini yıkayıp ondan sonra pişiren kaç tane insan vardır. İçme suyunu bile damacanalarda dışarıdan satın alan bir toplumda genel ticaretin daralması, milli gelirde düşüş sadece işsizlik problemine neden olmaz. Böyle bir toplumda 1929 Büyük Buhranına eşdeğer bir kriz insanların temel ihtiyaç maddelerine ulaşamamasına, açlıktan ölümlere ve dahası toplumsal kargaşa ve yağmalara yol açabilir.

Dördüncüsü 1930’larda gerek bireyler ve firmaların gerekse devletlerin borçluluk oranları çok yüksek değildi. Yani kriz sebebiyle ödeme zincirinde bir kopma olması (Büyük Buhranın bütün olumsuz etkilerini de bilerek söylüyorum, DMD), bugünkü muhtemel bir dünya krizine kıyasla çok daha az hasar verirdi. Bugün hem vatandaşlar, hem firmalar hem de devletler gırtlağına kadar borçludur. İnsanların ve firmaları çoğu en az gelecek on yıllık gelirlerini ipotek altına sokmuşlardır. Genel bir durgunluk, ödeme zincirinin hem ulusal hem de küresel bazda kopmasına, bütün hizmetler sektörünün çökmesine, işsizliğin Büyük Burhan’dakinden çok daha fazla oranda gerçekleşmesine yol açacaktır.

Beşincisi 1929 Büyük Buhranında sadece ödeme zinciri kopmuştur. Krizin sebebi, zaten aşırı üretimdir. Piyasada mal vardır, ama insanların onu satın alacak gücü yoktur. Bugün, Korona virüs sebebiyle karşımıza çıkacak olan kriz hem ödeme hem de tedarik zincirini koparacaktır. Yani insanlar mal bulamayacaktır. Mallar üretilemeyecek, üretim olsa bile pazara aktarılamayacaktır.

DEVLETLER HANGİ ÖNLEMLERİ ALIYOR?

Başta ABD olmak üzere Almanya ve Fransa gibi gelişmiş Batı ülkeleri hem genişlemeci maliye hem de genişlemeci para politikaları ile bu krizin ateşini söndürme önlemlerini peş peşe almaktadırlar. Ancak sorunun temeli iktisadi olmaktan ziyade biyolojiktir. Ne kadar para basılırsa basılsın, eğer karantina önlemleri genişlerse üretim durma noktasına gelebilir. O zaman, insanlar ellerindeki para ile ne alacaklardır? Dolar pilaki, Avro Kapama veya TL yahnisi yapamayacakları aşikârdır. Eğer koronavirüs salgını kontrol altına alınırsa, bu önlemlerin sonu daha farklı problemlere yol açabilir. Şu anda herkes gırtlağına kadar borçludur. Alınan bu önlemler borç stokunu herkes ve devletler için arttıracaktır. Bu ise kaçınılmaz olarak finans sisteminin çökmesi anlamına gelir. Ne yandan bakarsak bakalım Dünya Kapitalizmi yolun sonuna gelmiştir.

BATININ HAYAL SATAN HARİKALAR KUMPANYASININ SONU

Son otuz yılda dünyadaki temel iktisadi ve siyasi trendler gittikçe artan bir hızla kitlelere hayal satıp, bunları reel kârlara çeviren bir çetenin güdümünde gelişmiştir. Bu hayal borsasının birinci ayağını finans sektörü oluşturmaktadır. Karşılıksız basılan ABD doları, bunu dünyada ışık hızında dolaştıran bilgisayar teknolojisi, üretimsiz elde edilen kârlara dayalı sahte bir refah ekonomisinin bugün duvara toslayacağını görmek kehanet değildir. İkinci medya iletişim sektörüdür. Yüksek teknolojinin sağladığı imkânlarla sosyal medya fenomeni olarak bilinen tipler hiçbir şey üretmeden para kazanmaktadır. Medya hâkim sistemin palavraları sürekli yayan bir aygıta dönüşmüştür. İnsanları paranın egemenleri doğrultusunda gütmek için saptırma haberler yanında, içi boş diziler, insanların şehvet – şöhret – servet üçgenindeki zaaflarını sömüren programlarla beyinleri uyuşturmayı bir vazife bilmektedir. Siyasi yapılar da hayal üstüne kurulmuştur. AB gibi kurumlar, iktisadi gerçeklerin aleyhine kurulan yapılarının üstüne çökmektedir. Popülist neo-faşist iktidarlar insanlara olmayacak vaatler pazarlayarak, papazların – hahamların – hocaların vaazlarından güç bularak iktidarda kalmayı hedeflemektedir. Bütün dünyada gayet kaba ve içi boş bir milliyetçilik yayılmaktadır. Bunların arkasında hiçbir iktisadi gerçeklik yoktur. Çünkü Batı’nın son otuz yıldaki göz boyama sanatıyla yazılan Neo-Liberal senaryosunun ana teması üretimden el çekmedir. Ucuz iş gücü dolu gelişmekte olan ülkeleri kendi firmaları için ucuz bir kâr kapısı olarak değerlendirmişler ve kendi ülkelerini artan bir hızda üretimsizleştirmişlerdir. Bu yeni sömürgeci yapının efendi ülkelerinde, işçiler ve işsizler bile birer rantiyeye dönüşmüş ve küresel finans sisteminden akan kırıntılardan nemalanmışlardır. Artık bu yolun sonu gelmiştir. Batının hayal satan harikalar kumpanyası da uzatmaları oynamaktadır.

NE YAPMALI?

Ne yapmalı? Şehvet – şöhret – servet üçgenine esir olmuş bir insanlıktan kendi erdemlerini ve soyluluğunu yücelten bir insanlığa geçebilmek bu kadar zor mudur? İnsanın doğa ile insanın Tanrı ile ve insanın insan ile ilişkisini yeniden rayına yerleştirebilmek mümkün müdür? İnsanın yeniden el emeği ve öz nurunu, üretim ahlâkını öne çıkaran bir sisteme ihtiyacı olduğunu söylemek bu kadar zor mu? Bu soruları da pazartesi yanıtlayalım…