Ne yazık ki Türkiye'de 'güvenlik' gibi artık günlük tüketmeye alıştığımız bir konu hakkında sizlerle bu köşede birlikte olacağım. Şimdiden söz vereyim: tüm yazılarımın içeriğini doyurucu ve muhalefet derecesini dozunda bulacaksınız.
Ne yazık ki Türkiye’de ‘güvenlik’ gibi artık günlük tüketmeye alıştığımız bir konu hakkında sizlerle bu köşede birlikte olacağım. Şimdiden söz vereyim: tüm yazılarımın içeriğini doyurucu ve muhalefet derecesini dozunda bulacaksınız. Herkesle aynı görüşte olmamak bu işin doğasında var zaten. Ben muhabir veya gazeteci değilim. Bu köşede işim konunun fotoğrafını çekip, kendimce analiz etmek olacak. ‘Saha namusu’ da bunu gerektirir. Yazılarımla size ‘sahanın griliğini’ getireceğim. Bazılarınız onları siyaha yakın, bazılarınız ise beyaza yakın bulacak. İşte tam da bu anda söz ve diyalog başlayacak. Sözün ve diyaloğun rengi olan grinin varlığını kabul etmeyenler, onu siyah veya beyaz görenlerse bence yazılarımı okumasınlar. Çünkü bu yazıların konusu olan her olay ve olgu gri. Grinin nasıllarına ve niçinlerine kafa yorup anlamaya çalışmak yerine siyaha veya beyaza iman derecesinde inanmanın daha kolay olduğu günlerden geçiyoruz. Ama unutmayın hayatın rengi gridir. Hele ki konumuz ‘güvenlik’ ise....
Kilis ve Katyuşalar
130 bin nüfuslu sınır ili Kilis Türkiye’nin hala IŞID kontrolündeki Suriye kuzeyine en yakın yerleşim birimi. Binlerce Suriyeli mülteciyi de misafir eden Kilis’e en son 24 Nisan günü Suriye topraklarından ateşlenen roketlerin düşmesi sonucu bir kişi hayatını kaybetti, 16 kişi ise yaralandı. Bu son roket saldırısı ile Kilis’te Ocak 2016’dan bu yana çeşitli tarihlerde Suriye tarafından atılan 50’ye yakın Katyuşa roketinden dolayı ölenlerin sayısı 17'ye, yaralanan sayısı ise 62’ye ulaştı.Katyuşa saldırılarından kaynaklanan mağduriyet arttıkça Kilislilerin sinirleri geriliyor ve kamuoyu tepkisi yükseliyor. Ancak ben Kilis konusunda kentte yaşayan vatandaşlar son saldırıdan sonra düzenledikleri protesto gösterilerinde valiyi istifaya çağırdı ve hükümeti protesto etti. Bu konuda kamuoyu baskısı da her geçen gün artarken Ankara’da giderek karmaşıklaşan bu soruna çare arayışında. Ben Ankara’nın Kilis konusunda iç kamuoyundan gelen tepkiler yanında aynı zamanda Kilis’e saldırıların Türkiye’nin Suriye içine yönelik sunduğu ‘fırsatlara’ da odaklandığı kanaatindeyim. Arz edeyim:
Önce saptamalar:
1. 24 Kasım 2015’deki Rus uçağının düşürülmesinden sonra Ankara hem Suriye topraklarında hem de Suriye hava sahasında ‘bağımsız ve aktif’ bir aktör olarak oyun kurma yeteneğini kaybetti. 24 Kasım’dan sonra özellikle kuzey Suriye’de YPG’nin ilerlemesini durdurmak ve çekilen güç olan IŞID’ın bıraktığı güç boşluklarını doldurabilmek için Ankara’nın bir şekilde Suriye içindeki oyuna geri dönmesi lazım. Ama soru nasıl? Yani Türkiye nasıl tekrar kuzey Suriye’de başat bir aktör haline gelebilir ve hava sahasında uçak uçurabilir?
2. Son 1.5 yılda Türkiye ile ABD arasındaki dönen Suriye kuzeyindeki güvenli bölge/uçuşa yasak bölge tartışmaları kör düğüm olmuş durumda. Bu kördüğüm nedeniyle de Suriye’nin kara sahasında Rusya’nın gerisinde kaldığını düşünen ABD yüzünü YPG’ye döndükçe Ankara da yüzünü Suudi Arabistan ve İsrail’e döndü. Bu restle Türkiye ABD’ye ‘ya seninle ya da sensiz bölgede bir oyun kurarım’ mesajı verdi.
Sahada (taktik düzeyde) farklılaşan hedeflerine rağmen Suriye bataklığından en az hasarla çıkmak için Ankara Vaşington’a, Vaşington da Ankara’ya ‘ölümüne’ ihtiyacının olduğunun kesinlikle farkında. İşte NATO’nun 5. Madde korumasındaki bir şehir olan Kilis’e yönelik ve giderek hassaslaşan Katyuşa roket tehdidi belki de aylardan sonra ilk kez SAHADA Türkiye ile ABD’nin ortaklığını zorunlu kılacak. Askeri, diplomatik ve istihbarat alanında sıkı bir işbirliği gerektiren bu ortaklığın neye evrileceğini en çok merak edenleri tahmin etmek zor değil: Rusya, İran, Esad Rejimi ve YPG. Dikkat edin IŞID’ı saymadım çünkü ben IŞID’ın stratejik seviyede bu oyunda olduğunu düşünmüyorum.
Şimdi öncelikle Katyuşaları yani tehdidi bir tanıyalım:
2. Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği tarafından geliştirilen topçu roketi ailesinin genel adı olan Katyuşa ailesi, çap / boyut, harp başlığı ağırlığı ve menzil açısından konvansiyonel çatışma ortamlarındaki etkinliği nedeniyle hala tercih ediliyor. Bu tarz saldırılarda 20-25 km. menzilli Katyuşaların terör örgütleri tarafından yaygın biçimde tercih edilmelerinin birkaç farklı nedeni var: Atış süratleri, bir alanı hızlı ve etkin şekilde ateş altına alabilmeleri, kamyon ve benzeri araçların arkasına monte edilebilmeleri, çok hızlı bir şekilde mevzi alıp salvo şeklinde yoğun ateş edip yine çok hızlı şekilde mevzilerini terk edebilmeleri. Ayrıca Katyuşaların üretimleri ve kullanımları son derece kolay ve ucuz. Bu nedenle de başta IŞID ve Hizbullah olmak üzere pek çok örgüt tarafından merdiven altı atölyelerde rahatlıkla üretilip, ihtiyaca göre modifiye edilebiliyorlar. Yine Katyuşaların Ortadoğu’da izlerinin sürülmesi son derece güç. Bu roketlere karşı etkili bir savunma kalkanı kurmak da son derece zor ve pahalı. Çünkü‘ Katyuşalar hızlı bir reaksiyon geliştirmeye zaman vermeyecek kadar kısa mesafelerden ve yüksek süratlerde ateşleniyorlar; roketlerinin boyutu görece küçük. Dolayısıyla hava savunma sistemlerinin radar ve benzeri sensörlerinin bu roketleri zamanında tespit ve teşhis etmesi çok zor. Dahası, bu roketleri taşıyan pikap, kamyon ve benzeri araçlar da dakikalar mertebesinde mevzilenip, çok sayıda roketi ateşleyip hızla mevzi terk edebiliyor. Bu da karşı saldırıyı çok güçleştiriyor. Tam da bu nedenle, klasik balistik füze tehdidine karşı geliştirilmiş PATRIOT ve benzeri hava savunma sistemleri, bu tip roketlere karşı etkisiz kalıyor. Bu konuda İsrail'in yürüttüğü bazı çalışmalar mevcut. Iron Dome (Demir Kubbe) buna bir örnek. Benzer şekilde yüksek enerjili lazer sistemleri üzerinde de çalışılmakta. Katyuşa saldırılarını önlemenin en etkin yolu roketlerin ateşlendiği bölgede keşif - gözetleme - istihbarat sistemini çok iyi kurarak roketleri ateşlenmeden önce tespit ve yok etmek. İşte burada Kilis’in hemen güneyindeki 30 km.lik bir cebin karada Suriye içine yapılacak sınırlı bir askeri harekatla emniyete alınması (veya muhalifleri kullanarak bu cebin doldurulması) havada ise bu cebin savaş uçakları ve silahlı İHA’lar ile korunması seçeneği karşımıza çıkıyor. Bu seçenek Türkiye’nin 24 Kasım’daki uçak olayından 5 ay sonra ABD’nin onayı ve himayesinde Suriye’ye dönmesi anlamına geliyor.
Roket saldırıları ile ilgili bir ilginç nokta da daha önceleri genelde Kilis’in civarındaki boş arazilere düşen roketlerin son saldırılarda ilçe merkezine düşmeleri. 24 Nisan’daki son saldırıda roketlerden biri Kaymakamlık binasının 100 m. yakınına ve kent merkezindeki bir camiye isabet etmişti. Bu da Kilis’e yönelik roket saldırılarının giderek daha profesyonel hale geldiğini gösteren bir somut gerçek. Ayrıca Ankara’ya yansıyan istihbarat raporlarına göre IŞİD'in, Rusya tehdidi dolayısıyla Türkiye'nin Suriye içinde uçak uçuramamasından dolayı sınır hattına yakın bölgelerde serbestçe hareket edebilen pikaplar üzerine yerleştirdikleri füze rampalarıyla Katyuşaları ateşledikleri ve hemen ardından atış alanından uzaklaştıkları ifade ediliyor.
Katyuşalar nasıl önlenebilir?
Bu soruya en kısa cevap: karadaki ve havadaki ateş destek, keşif-gozetleme, radar unsurlarının entegre ve bütüncül bir sistem altında (yani tek komuta) toplanması ile olurdu. Şimdi sırası ile gidelim:
Önce karadan başlayalım. Bu saldırıları bizim sınırdaki 155 mm. Fırtına obüslerin ve mevcut keşif-gözetleme ve erken ihbar-sisteminin tek başlarına önleyemediğini gördük. Şimdi Türkiye’nin 155 mm. fırtına obüslerini takviye için ABD’nin sınır hattına yerleştirilecek 90 km. menzilli Yüksek Mobiliteli Topçu Roket Sistemlerinin (HIMARS) (High Mobility Artillery Rocket System) bataryaları ile takviyesi gündemde. Mayıs ayında gelmesi planlanan bu sistemlerin önleyici (preventive) degil tepkisel (reactive) bir yöntem olduğunun altını çizelim. Yani herşeyi abartarak magazinleştirmeyi seven bizim medyada söylendiğin aksine HIMARS bu tehdidi önlemede tek başına yetersiz. Gelelim havaya. Yine bizim medyada söylenenin aksine ABD’nin İncirlik’te bulunan 4 adet Predator silahlı İHA’sı ve onların taşıdığı Hellfire füzeleri de bu tehdidi önlemede çok da yeterli değil. Neden mi? 4 adet Predatorun Suriye’deki diğer tüm görevleri bırakıp 100x60 km.lik bir alanda 24/7 istenen gözetleme-keşif ve vuruş etkinliğini sağlaması imkansız. Sonuç olarak: hem yerde hem havada konuşlu önce keşif-istihbarat, sonra erken-ihbar ikaz, daha sonra vuruş (ateş) ve en sonunda vuruş analizi unsurlarından oluşan entegre ve bütüncül bir savunma sistemi kurulmadan Suriye topraklarından Kilis’e yönelen Katyuşa roket tehdidini minimize etmek (bakın bilerek yok etmek demiyorum) imkansız. Bunun için de 3 önemli şart var:
1. Tehdit gelen bölgeyi işgal ederek/dost unsurları göndererek fiilen kontrol etmek
2. Tehdit gelen bölge hava sahasında sürekli (24/7) havada uçak ve silahlı İHA bulundurmak
3. Bunlara rağmen roketler ateşlenirse de erken ihbar ve ikazla ateşlendikleri yeri saniyeler içinde tespit ve yok etmek.
Bakalım Türkiye ve ABD bunu sahada gerçekleştirebilecek mi? Ayrıca NATO bu konuda ne kadar destekçi olacak? Kısaca önümüzdeki günlerde Kilis hem Türkiye hükümetinin halkına karşı, hem de ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’ye karşı ‘samimiyet’ ve ‘kapasite’ testinin en önemli parametrelerinden biri olacak. Bu nedenle Kilis’le ilgili gelişmeler ve Türkiye ile ABD’nin sahada kuracağı ilişkinin etkinliği yakından takip edilmeli. Çünkü sanırım Kilis’e düşen roketlerin önlenmesi operasyonu ile daha sonra olası bir Suriye kuzeyi harekatının ‘demosu’ yapılacak.
Not: Bu yazıya katkı veren Türkiye’nin en iyi askeri teknoloji uzmanlarından ve dostum Arda Mevlütoğlu’na teşekkür ederim.