Vaktiyle doktora sonrası araştırma için bulunduğum Londra'nın Hatfield kasabası yakınlarındaki ruh sağlığı merkezinde bir çalışma yapmıştık.
Hastalara ait dosyaları incelerken sıkça tekrar eden bir bilgi dikkatimizi çekti. Psikolojik sorunlarından dolayı başvuranların çoğunun dosyasında “Kendi geleceği ile ilgili endişeleri var” notu vardı. Bunun nedenini sorduğumuz yaşlı hoca; uzun açıklamalardan sonra “Başkası için endişelenen hastalanmaz” demişti. Yıllardır kulağımıza küpe olan bu sözü, bugün daha iyi anlıyoruz.
Başkasının gamını çekenler psikolojik olarak kendilerini iyi hissederler. Kendisine takılıp kalan, benliğinin ötesine geçemeyen ve yalnızca kendisi için endişelenenler ise ruh sağlığı bakımından en kırılgan grubu oluştururlar.
Kusurlarımız Bizi Rahatsız Etmeli
Ne yazık ki bugünün dünya insanı olarak kendimiz için yaşıyoruz. Giderek sadece kendimiz için besleniyor, giyiniyor, korunuyor, barınıyor ve çalışıyoruz. Yalnız başımıza tüketiyoruz. Kendimiz için ve işimize geldiği için seviyor ve bir türlü ait olamıyoruz. Kişisel gelişimimizi bile başkasına katkıya değil, kendi egomuzu şişirmeye yönlendirdik. Evde aile üyelerini, trafikte diğer sürücüleri, yayaları, iş ortamında çalışanları, toplumda aynı görüşte olmadığımız bireyleri önemsemiyoruz. Kısacası dışımızdaki canlı, cansız bütün varlık âlemini, bize maddi faydası dışında görmüyor, ilgilenmiyor ve yok sayıyoruz. Benliğimizin sınırları alabildiğine genişliyor da gönlümüzde başkasına yer kalmıyor.
Daha vahim olanı, nedeni olduğumuz hatalardan daha az rahatsız oluyor, benliğimizi yüceltmeye dönük davranışlarımızdan keyif alıyoruz. Kısa yoldan köşeyi dönmek, zahmet çekmeden mühim adam olmak, sınava girmeden sınıf atlamak gibi davranışları, alenileştirdik de yüzümüz bile kızarmıyor. Hayatımızı aklımızla değil daha çok sanal ortamda bize nakledilenlerle inşa etmeye çalışıyoruz. Bunun bir sonucu olarak toplumla uyumu bozulan ve öfkelerini kontrol edemeyen psikopatlar, çevrelerine yük olan antisosyaller, çığ gibi artıyor. Gözümüzün önünde akan gözyaşlarına, dillerden dökülen feryatlara ve çocuk, kadın, yaşlı insanların yaşadığı acılara sesiz kalan ve duyarsızlaşanları başka nasıl izah edebiliriz ki?
Vicdan Gelişimi İçin
Bu girdaptan kurtulmanın yegâne yolu fabrika ayarlarımızı yeniden hatırlamaktır. Giderek zayıflayan insani değerleri, yeniden baş tacı etmek zorundayız. Elimizden bir şey gelmiyorsa bile başkasının acısını en azından yeniden hissetmek zorundayız. Özellikle çocuklarımızın vicdan gelişimine örnek oluşturacak bir yaşam tarzını sergilemek zorundayız, çünkü vicdan ruhun terazisidir. Unutmayalım ki sevilmeyen çocuk sevemez. Soru sormasına izin verilmeyen çocuk, kendini konuşarak değil farklı yollarla ifade etmeye yönelir. Sanal ortamda yetişen çocuk; ahlakı, adaleti, merhameti, hürmeti, hizmetkâr olmayı öğrenemez. Temel insani değerlerin kaynağı olan vicdan gelişimi için anne, baba ve yetişkinler olarak her zamankinden daha yoğun bir çaba içinde olmak zorundayız. Birey ve toplum düzeyinde hızla artan yabancılaşmanın, gelecek endişesinin aşılması ve insan insana bir iletişimin yerleşmesi için başkasının gamını çekmeye talip olmalıyız yeniden. Dünyada egemen güçlerin yönlendirdiği ve yönettiği aciz bir birey olmayı reddederek gönlünde başkalarına yer ayırabilen bir insan olmayı başarmak çok da zor değil. Kaldı ki yetiştiğimiz bu güzelim coğrafyanın mayasının yegâne özelliğidir başkasının gam yükünü çekmek. Şu halde dünya bütün gücü ile engel olsa ve kapatmaya çalışsa da gönlümüzü diğerlerine açmanın savaşını vermek durumundayız.
Hiçbir hesabı olmadan kapılarını açan gönüllerin sahibi ruhlar, depresyona girip kendi içine çekilmez, daralmaz, aksine ilkbahar çiçekleri gibi, sadece bu dünyaya değil ötelerin ötesine irfanla açılıp renklenirler. İnadına insan kalmak için inanç sistemimizin koruyucu kalkanlarına, birey ve toplum olarak gelişmemiz için eleştirel düşüncenin muhakeme gücüne yeniden sarılmalıyız. Bu şekilde kötülüğün prim yaptığı bir dünyanın zalimleştirilen bireyi olmaktan uzaklaşıp değer ve insan odaklı bir dünyayı yeniden inşa etmek mümkündür.