Geçtiğimiz 20 Nisan Çarşamba günü ABD başkanı Barack Obama resmi ziyaret için Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'daydı.
Geçtiğimiz 20 Nisan Çarşamba günü ABD başkanı Barack Obama resmi ziyaret için Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’daydı. Bizim medyamız daha çok hava alanında kendisini kimin karşıladığına yoğunlaşıp; gezinin içeriği ve bölgesel gelişmeler ekseninde fazla değerlendirmelerde bulunmadılar. Başkan Obama’yı havaalanında Kral Salman değil şehrin valisinin karşılaması daha önemli bulundu.
Oysa bu gezi, iki ülke arasındaki ilişkiler ve bölge politikaları açısından ciddi bir misyonu da beraberinde taşıyor. Hatta global siyaset açısından da önem taşıyan bir gezinin ilk ayağını oluşturdu Suudi Arabistan ziyareti, buna göre Suudi Arabistan’dan sonra İngiltere’ye giden Obama iki ülke arasındaki transatlantik ticari ilişkileri konu alan kapsamlı bir ziyareti gerçekleştirdi. Yaptığı konuşmada Avrupa’nın “Birlik” olarak kalmasının önemine vurgu yaparak İngiltere’nin bu birliğe katkıya devam etmesinin daha doğru olacağını söyledi. Bu söylem, yeni bir referandum hazırlığında olan İngiltere’de ‘iç işlerine müdahele’ algısıyla eleştirilere uğradı. Obama’nın bir sonraki durağı Almanya idi ve Merkel ile yaptığı basın toplantısında teknoloji işbirliği ve transferi ön plandaydı.
Başkan Obama Körfez İşbirliği Konseyi toplantısına katılmak üzere bölgeye gitti. Zira, her iki ülke arasında ciddi görüş ayrılıkları ve farklı stratejik ilgi alanları mevcut: Suriye ve Yemen’de sürmekte olan savaş hali, İran nükleer anlaşması ve İran’ın Irak iç işlerindeki nüfuzu gibi konular bunlardan bazıları. Başkan Obama’nın ısrarlı politikaları sonucu İran ile bir nükleer anlaşma yapıldı ve İran, uluslararası camiaya dahil edildi. Üstelik bu ABD’deki şahin kanadın baskıları göğüslenerek ve pek çok siyasi risk alınarak yapıldı. Anlaşmanın yapılmış olması o kadar önemliydi ki anlaşma metnini gören, okuyan yok. Bence doğrusu da bu – her iki ülke hükümetleri kendi iç siyasetlerine tam detayları duyurulmamış bir anlaşmayı sessizce kabul ettirmiş görünüyor.
Bu anlaşma beklendiği gibi ciddi bölgesel tepkileri de beraberinde getirdi. Suudi Arabistan tepkisini ağır bir şekilde ifade ederken İran’ın güvenilmezliğine vurgu yaparak Amerikalıların muazzam bir hile ile oyuna getirildiği tezini işledi. Üstelik, daha da ileri giderek Amerika’daki şahin kanadın temsilcileri ile bu anlaşmanın iptali için lobiciliğe girişti. Bölgede İran nükleer anlaşmasına en çok tepki gösteren bir diğer ülke de İsrail oldu. Onlar da bu anlaşmanın İsrail’in güvenliğini birinci dereceden tehdit eden unsurlardan olduğu tezini işledi. Yahudi lobicileri ile kampanyalar düzenleyerek işi o derece abarttı ki, sonunda İran anlaşmasının ABD ulusal güvenliğini tehdit ettiği dahi konuşulur oldu.
Bu anlamda, Suudların ve İsrail’in yollarının nerede kesiştiği ve birlikte nasıl stratejiler geliştirmiş olabileceklerini bölge dinamiklerinin aşırı değişkenliği açısından sizlerin tasavvuruna bırakıyoruz. Suudlara göre, Obama hükümetinin ‘yanlış’ bölge politikalarının bedeli çok ağır olacak ve daha karmaşık sorunlara yol açacak. İran, onlara göre, Bahreyn-Yemen ekseninden Irak ve Biladu’ş-Şam’a kadar bölgede meydana gelen sayısız sorunun baş aktörü ve en önde gelen sorumlusu.
Oysa ABD yönetimi bu konularda gayet net ve farklı görüşlere sahip; onlara göre, bölgenin birincil sorunu DAİŞ ve mutlaka kısa sürede bitirilmesi gerekiyor. Üstelik bu örgüt gezegenimizinde tüm zamanların en tehlikeli terör yapısı ve konvansiyonel metotlar ile bu güne kadar tüm uğraşlara rağmen bitirilemedi. Obama’ya göre eldeki kaynakların, enerji ve zamanın DAİŞ’in bitirilmesine odaklanması gerek: bölge ülkelerinin kendi aralarında süregelen ve çoğu kronik hale gelmiş anlaşmazlıkları ile çoğu kez yapay olarak üretilmiş gerginlikleri bir tarafa bırakılmalı.
Bu bağlamda ilk açıklama Avrupa ziyaretinde geldi ve Başkan Obama, özel kuvvetlerden oluşmuş yüzlerce Amerikan askerinin Suriye’ye gönderileceğini müjdeledi! Bu askerlerin görevlerinin tam olarak ne olacağı ve nerelerde konuşlanacakları elbette açıklanmadı. Hatırlayalım: Obama bir kaç gün öncesinde, Körfez İşbirliği Konseyi toplantısında, Esed rejimini devirmek için silahlı güçlerin Suriye’ye gönderilmesinin trajik sonuçları olacağını söylemiş; Eylül 2013 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde DAİŞ ile mücadele planı açıklarken de Amerikan askerlerinin bölgeye ayak basmayacağını ifade etmişti.