'Kalabalık ortamlarda karenin içinde olmaktansa dışında durmayı, ortamı izlemeyi, insanlarla sohbet ederek fotoğrafı daha net görmeyi' tercih ederim...
O gün de öyle yaptım!
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu geçtiğimiz cuma ‘bir güne neredeyse koca Diyarbakır’ı sığdırdı’. Toplu açılışlar, halka seslenişler, görüşmeler, ziyaretler, vatandaşlar, sohbetler, gençler derken bir o yana bir bu yana gidip geldik kadim Diyarbakır’ın bereketli yüreğinde. Ben diyeyim on beş, siz deyin on altı saat bu koşturma içerisinde nasıl geçti anlamadım.
Hangi görüşe sahip olursa olsun kişi, işini hakkıyla yapana hak ettiği cümleleri mertçe söyleyecek yüreğe de sahip olmalı...
Bakan Soylu’nun enerjisini yansıttığı kadroları ile Güneydoğu’da oluşturduğu ‘ebru’ tablosundaki huzur ve güven renklerinin ahengini anlatmaya gerek yok çünkü hepimiz yaşıyoruz ve soluyoruz bu ortamı.
Tanınmış bir kadın programcı geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’a gelmişti ve yaptığı konuşmasından şu cümleleri cımbızlamıştım; ”Yıllar önce muhabir olarak bölgeye geldiğimde elime silah vermişlerdi kendimi korumam için. Şimdi ise her yeri her saatte güvenle geziyoruz...”
Cuma günü Bakan Soylu’nun yaptığı konuşmalar içinde de cımbızladığım cümleler oldu. “Neden mi buralara bu kadar sık geliyorum? Geliyorum çünkü gençlerimize yalnız değilsiniz demek için, yanınızdayım demek için, geçmişin acılarını dindirmek için...Tarihi ve medeniyeti kucaklayan bu şehir huzura da kavuşmalı...
İdeolojik kavgalar bizi ileri götürmedi. Hepimiz zarar gördük...
Eksiklerimiz elbette var. Biz de insanız ve beşer şaşar! Fakat bu kadar sıkıntı içinde bu kadar iyileşme sağlamamız çok önemli. Amacımız çocuklar ve anneler için bölgedeki tüm sorunları kökünden çözmek. Siz rahat olun ve geleceğinize sımsıkı sarılın terörü bitirmeyi bize bırakın...” diyen Bakan Soylu’nun cümleleri bölgenin gerçeğini yansıtıyordu. Tıpkı yıllar önce ile şimdiki huzuru kıyaslayan kadın meslektaşım gibi.
Cuma gününe dair zihnime kazınan iki kareyi de sizlerle paylaşmak istiyorum.
İlk kare; Bakan Soylu tam önümde vatandaşlara sesleniyor... Sahne çok yüksek... Bende de boyun fıtığı olunca boynumu pek kaldıramıyorum... Önümde duran ‘ülkeyi adımlamaktan yıpranmış koca bir çift ayakkabı’ eşliğinde konuşmayı dinlerken baktım ki yaşlı bir amca, evladını şefkatle okşayan bir baba gibi Bakan Soylu’nun ayakkabılarına yavaş yavaş dokunuyor ve tozunu silmeye çalışıyor. Yaşlı amca öyle naif, öyle merhametli, öyle şefkatle, öyle baba gibi dokunuyordu ki, Bakan Soylu konuşmasının coşkusuyla bu durumu fark etmedi bile. Ki farkında olsaydı o amcanın ellerinden öperdi...
İkinci kare; Diyarbakır Bilgi Evi’nde gençlerle sorular eşliğinde sohbet vardı. Sorular geliyordu ve Bakan Soylu cevaplıyordu fakat enteresan olan sorudan ziyade “sizi çok seviyoruz, sizinle fotoğraf çekebilir miyiz, size sarılabilir miyim bakanım” cümlelerini iletiyordu gençler mikrofondan.
Gençlerden gelen bu cümleler ve sonrasında gerçekleşen hasretle kucaklama anları karşısında ‘yok bir şey gözüme toz kaçtı’ bahanesine sığınma hakkımı fazlasıyla kullanmak istedim. Çocuklara ve onların geleceğine samimiyetle kim faydalı oluyorsa kayıtsız şartsız yanındayım ki herkes öyle olmalı.
Bölge çocukları onları anlayan, dinleyen ve onların geleceği için koşturan birini daha önce görmemişti ki! Hele kız çocukları bölgenin sosyolojik yapısı gereği ne babadan ne kocadan ne erkek kardeşten ne de bilumum akrabadan ilgi dahi görmemişken bir Bakan ‘evladım’ diyerek kucaklıyordu şimdi.
Ömrü boyunca unutmayacağı o anı yaşayan bir kız çocuğu Bakan Soylu’ya sarılıp fotoğraf çektikten sonra mutluluktan dolan gözlerini ovuşturarak dışarı kaçtı. Halbuki kaçmak yerine benim gibi ‘gözüme toz kaçtı’ deseydi ya...