İstanbul'dan Saraybosna'ya, oradan da Kalkandelen'e kadar uzun bir yolculuğun ortasında Priştine'den yazıyorum.
Yediklerimizi anlatmaya lüzum yok ama gördüklerimi paylaşmasam olmaz. Meyveleri dallarıyla kırılacak kadar bereketli ağaçları, memelerinden süt fışkıran cüsseli ve koşturarak giden inekleri, dağlardaki yeşil rengin aşağıdaki azametli nehirlere rengini verdiği muhteşem manzaraları da anlatmak isterdim ama onu sonraya bırakayım.
Ayarı bozmamak
Gazi Hüsrev Bey Camii’nin saat kulesinin 400 yıldan fazla süredir çalıştığını duymuştum. Ama bu yolculukta başka bir şey öğrendim. Saat günümüz saat sistemine göre çalışmıyor. Akşam ezanı olunca saat 12 oluyor ve yeni gün başlıyor. Ezani saat denilen şeyin ne olduğunu merak ederdim. Sanırım bu. Saraybosna’nın yüzyıllardır kimliğini bozmamasında bu saatin rolü var mıdır diye merak ettim. Malum, ayar bir defa bozulunca her yere sirayet edebiliyor. Saraybosna’nın ayarlarından biri olan Moriçe Han’ın da ayarı bozulmak üzereymiş. Alija’nın Genç Müslümanlar Cemiyeti başta olmak üzere birçok sivil toplum kuruluşuna ev sahipliği yapan Moriçe Han lüks bir otele dönüştürülecekmiş. Saraybosna her yönden İstanbul’un izinde gidiyor ama eski binaları otel yapma tavrını taklit etmese daha hayırlı olabilir. Çünkü alt katındaki çay, kahve içilen yerlerle Moriçe Han tam bir kültür muhiti.
Yavaşça acele etmek
Saraybosna, Milyaçka nehrinin kenarına kurulmuş bir şehir. Köprüleri arasında en turistik olanı Latin Köprüsü, en yenisi ise Festina Lente. Latin Köprüsü, Osmanlı döneminden kalma ve şehrin Hristiyan mahallesi Latinluk’u diğer kesimlere bağlıyor. Farklı kültürler, inançlar arasında kurulan köprüye turist ilgisi muazzam. Ama mimari özelliklerinden dolayı değil. Birinci Dünya Savaşı'nı başlatan Franz Ferdinand suikastından dolayı. Şehrin insanları birleştirsin diye inşa ettiği cami yeryüzündeki büyük bir fitnenin ve Osmanlı toprakları tarumar eden büyük bir felaketin fitilini ateşlemiş. Öbür köprü, yani yeni olanı Festina Lente, Saraybosna Güzel Sanatlar Fakültesi’ni şehre bağlıyor. Avusturya-Macaristan’ın sonradan şehre gelen vatandaşları için inşa ettirdiği kilise zaman içinde cemaatini kaybetmiş ve güzel sanatlar fakültesine dönüşmüş. Nehir kenarındaki kilisenin şehirle bağını estetik şekilde kurma görevini ise fakültenin öğrencileri üstlenmiş. Latince yavaşça acele et anlamına gelen köprü her sabah öğrencilere okula girmeden önce mimari ve felsefi bir öğüt veriyor. Bu söz aynı zamanda birçok işimize hızla başlayıp sonra şevkimizi yitirmemizi de eleştiriyor gibi geldi. Saraybosna’dan aşağı, Sırbistan üzerinden Kosova’ya doğru ilerlerken Vişegrad’a ve tabii ki Drina Köprüsü’ne düşürüyoruz yolumuzu. Heybetli köprünün üzerinde tek tük turistler ve şehre uzaktan bakan kısmında Novi Pazarlı Boşnakların günübirlik ziyaretleri. Sokullu Mehmet Paşa’nın hatırası bu köprüyü sapa yolu ve Bosna-Hersek içindeki Sırp entitesi içinde kalıyor diye ihmal ediyoruz. Köprü dev bir ihtiyar gibi vakarlı bir sükûnet içinde geçmiş günlerini dinlemek isteyenleri bekliyor.