Sadece Anadolu coğrafyasına has bir İslâm yorumu ise Alevilik genel adı altında anılan vatandaşlarımızın inancıdır.
İslam Dünyası’nda dinin çok farklı yorumları ortaya çıkmıştır. Bunlardan bazıları temel inanç kaidelerinde farklılaşarak zaman içinde ayrı birer inanç sistemine dönüşmüşlerdir: Bazı aşırı Şiî mezhepleri, Dürzîler ve benzerleri gibi. Bunun dışında İslâm’da fıkıh yorumları ve kelâm yorumları açısından farklılıklar oluşmuştur. Fıkhi farklılıklar hüküm çıkarma yöntemleri ve kaynaklarındaki farklılıklara dayanan amelî mezheplere yol açmıştır: Dört Sünnî mezhep olan Hanefîlik, Şâfiîlik, Hanbelîlik ve Mâlikîlik ile iki Şiî mezhep olan Câferilik ve Zeydîlik bunlara örnektir. Yine Eş’ârîlik ve Maturidîlik Sünnî ekolde imanî ilkelerin yorumlanmasında farklılıklara bağlı olarak oluşmuşlardır. Başka bir ayırım da, tasavvufi irfan ekollerinde ortaya çıkar: Esas olarak dayandıkları silsilelere olarak ve tasavvufi meşreplerdeki farklılıklara bağlı olarak birbirinden farklı tasavvuf ekolleri ortaya çıkmıştır. Bütün farklı toplumsal oluşumlar birbirinin içine de dâhil olabilir. Örneğin Sünni Hanefi olup Eş’ari itikadına bağlı biri aynı zamanda Bektaşi Tarikatına da müntesip olabilir. Bütün bunlar İslam Dünyasının genelinde rastlanan farklılıkları bize vermektedir.
Sadece Anadolu coğrafyasına has bir İslâm yorumu ise Alevilik genel adı altında anılan vatandaşlarımızın inancıdır. Alevilerin kendisine sorduğumuzda farklı yanıtlar almaktayız: Bazıları Anadolu Aleviliğini Caferi Mezhebinin bir uzantısı olarak görürken, bazıları da İslâm’ın Türklere has bir tasavvufi – batınî yorumu olarak değerlendirirler. Yakın zamanda yazılan bazı kitaplarda Alevilerin Anadolu’nun kadim halklarından Luvi’lerin torunları oldukları, ne İslâm’la ne de Türklükle bağlantılarının olmadığı savunulmaktadır. Bir avuç lümpen entelijansiya mensubu dışında Alevi kardeşlerimizin bu fikirlere fazla tevessül etmediğini de bildirelim. “O zaman Alevilik nedir, Hocam? Bir mezhep midir, bir tarikat mıdır, yoksa İslam dışı başka bir din midir?” Bu sorunun cevabını vermek için bazı noktaları açıklayalım.
ALEVİLİK BİR MEZHEP DEĞİLDİR
Fıkhî veya kelâmi farklılıklardan oluşan mezheplerle bugünkü Alevilik benzerlik göstermemektedir. Fıkh adı üstünde “medeni hukuk” ilkelerini içeren bir disiplindir. İbadetler nasıl yapılır, evlilik akdinin rükünleri nelerdir, şirket nasıl kurulur, nasıl finanse edilir? Bu ve benzeri sorular yazılı kayıtlarla sabitlenir ve bu hükümleri uygulayan Devlet sistemleri için mahkemelerde referans kabul edilir. Alevilik ise, en genel şekliyle, sözlü geleneğe dayanan bir toplumsal sistemdir. Elde birçok Alevi büyüklerinin menkıbeleri olmasına rağmen, bunlardan bir toplumsal kural çıkarmak pek mümkün değildir, Alevilerin de böyle bir derdi yoktur. Dolayısıyla Aleviliği bir fıkıh mezhebi olarak tanımlamak pek mümkün değildir.
Alevilik bir itikad / kelâm mezhebi de değildir. Kelâm mezhepleri Allah’ın varlığı, zatı, sıfatları, Kur’an’ın ezeli olup olmadığı, kader gibi felsefi konularda akıl yürütmeyle elde edilen çıktıların elde edildiği, hüküm çıkarma yönteminin belirlendiği düşünse / felsefî okullardır. Aleviliğin bu tür sorunlarla da ilgilenmediğini söyleyebiliriz. Çünkü Alevi büyükleri Allah’ı fikirle ve akılla tanımaktan çok onu ve evreni severek, insanları sevgi ve barışta birleştirerek Allah’ı tanımayı öne çıkarırlar. Bu anlamda Alevililik bir kelâm mezhebi de olamaz.
ALEVİLİK BİR TARİKAT MIDIR?
Alevi ulularının menkıbeleri, Alevi inancı ve dünya görüşünün resmedildiği nefesler ve bizatihi Alevilerin örgütlenme ve yaşam tarzlarına bakıldığında Aleviliğin bir tarikat olduğu düşünülebilir. Burada haklılık payı da olabilir ilk bakışta. Ancak bu çok dar bir tanım olur.
Genelde Alevi ulularının menkıbeleri, kendilerinin bağladıkları şeyh silsileleri (Aleviler bunlara dede veya baba derler) ve dayandıkları vahdet-i vücutçu Allah inancı hiç şüphesiz, Alevilerin tasavvuf irfanıyla çok bağlantılı olduklarını gösterir. Ancak Alevileri Kadiri veya Nakşibendiler gibi tek bir tarikat olarak tanımlamak da yanlıştır. Birbirinden çok farklı silsileleri, çok farklı sürekleri olan birçok Alevi dergâhı bulunmaktadır. Bunların her biri sözlü gelenek vasıtasıyla kuşaktan kuşağa kendi öğretilerini aktarmış ayrı birer tarikatın zaman içinde dönüşmüş şekilleri olarak tanımlanabilir. Ancak bunların ortak tarafı vahdet-i vücut düşüncesi içinde yer almaları, (Koca Yunus’un dediğini hatırlayın: “yaratılmışı severiz yaratandan ötürü” veya “biz kimseye kin tutmayız / kamu alem birdir bize”, DMD.), İslam’ın zahiri değil batınî yorumunu ele almaları, hoşgörü bir toplum yapısı içermeleri ve kapalı toplum örgütlenmeleri olmalarıdır. İslam’ın ibadetleri (Şeriat yolu) yasaklanmaz ama zorunlu da koşulmaz ama bağlı olunan dergâhın süreği (Tarikat yolu) titizlikle uygulanır. Bu yüzden söyleyebiliriz ki, göçebe Türkmenlerin İslâm’a intisaplarının vesilesi olan tasavvuf erlerinin kurdukları tarikatlar (ocaklar) zaman içinde farklı toplumsal süreçlerden geçerek Alevilik adı altında bir arada zikredilmektedirler. Bunlar için Orhan Türkdoğan Hoca’nın titiz saha araştırmalarının yer aldığı Alevi Bektaşi Kimliği kitabı tavsiye edilir.
Alevi uluları bu yolun ince ve uzun bir yıl olduğundan, kıldan ince kılıçtan keskin olduğundan bahsederler. Böyle bir yazı dizisine de başlamak kıldan ince kılıçtan keskin bir yol olacak gibi. Ancak toplumumuzda önemli bir kesimin inancı olan ve biz Anadolu ahalisinin bütününe tartışılmaz etkiler bırakan Aleviliğin anlatılması da gerekir. Ben her şeyden önce bir sosyal bilimciyim. Bu yüzden Aleviliği ekonomi – politik arka planıyla ve mümkün olduğunca nesnel olarak açıklamaya çalışacağım. Şimdiden ne kadar sürç-ü lisan edersek affola…
Pazartesiye devam edeceğim. Hayırlı Cumalar…