Sokakta gördüklerinde yakınından geçmemek için yolunu değiştirenler, mağdur eden Yunan – yâni Batı medeniyetinin(!) kökü – olunca, "çok da şey etmek" gerekmediğini düşünüyorlar.
Kim derdi ki, Türkiye’de “cüzzamlı” muamelesi görürken, Yunanistan sınırına dayanınca “kıymetli” olan Suriyelilere Avrupa bile “kucak” açacak!
Ama bir tarafta “mağdur” olarak Müslümanlar ve diğer tarafta da “Avrupa” olunca, işin rengi değişiyor. Ne yazık ki, ortaya çıkan renk hiç de göz alıcı ve güzel değil. Alaca bulaca bir renk. Baktıkça insanın midesini bulandırıyor. En beceriksiz ressamın bile yapamayacağı kadar kötü bir renk ayarı. Bu kötü durumu, göçmenlere kabul gösteren ve Avrupa’da insanlığın hâlâ ölmediğini düşünmemizi sağlayan Yunanlıların yaptıkları yürüyüş de düzeltemedi.
İçimizdeki maymun iştahlı hümanistler, laf olsun torba dolsun kabilinden iki kelâm edip bir de sosyal medya paylaşımıyla kendi kendilerini tatmin edince, Yunanistan’ın sınırdan geçmek isteyenlere yaptığı insanlık dışı muamele artık prim yapmaz oldu. Zâten mağdur olanlar Müslüman oldukları için fazla yüz vermeye(!) gerek yoktu.
Sokakta gördüklerinde yakınından geçmemek için yolunu değiştirenler, mağdur eden Yunan – yâni Batı medeniyetinin(!) kökü – olunca, “çok da şey etmek” gerekmediğini düşünüyorlar.
Almanların kucağı
Ama Yunanistan’ın soyup çıplak olarak geri gönderdiği göçmenlere Almanya “kucak” açtı. Ancak bu kucak pek de iyi niyetli bir kucak değil, çünkü kucak açan Almanya ve kucak açtıkları da çocuklar. Yâni her türlü kötü emele âlet edilip kullanılmaya uygun olan mâsum çocuklar.
Almanya, kamplardaki düzensiz göçmenlerin çocuklarını kabul edeceğini açıkladı. Yâni çocuklar ana-babalarından koparılacaklar. Bu çocuklara ya devlet yurtlarından ya da “gönüllü” âilelerin yanında yeni bir hayat sunacaklar.
Almanya’da 10 binden fazla çocuğun kayıp olduğu düşünüldüğünde, kabul edilmesi plânlanan bin beş yüz çocuğun âkibeti de en iyi ihtimâlle “dini bütün” Hristiyanlaşmak olur.
Onca doğum teşvik yasasına rağmen, doğum oranlarını arttıramayan ve hızla yaşlanan bir nüfûsa sâhip olan Almanya, 1960’lardaki iş gücü ihtiyâcını işçi alarak çözdüğü gibi, genç nüfus ihtiyâcını da denize düştüğü için yılana sarılan göçmenlerin çocuklarıyla çözmeyi amaçlıyor. Ana-babalar da “en azından çocuğum kurtulsun” deyip bu tuzağa düşüyor.
Türkiye’deki misyoner faaliyetleriyle devşirdikleri yetmiyormuş gibi, Orta Asya, Irak ve İran’dan nüfus ithâl eden Almanya, nüfus sorununu, kuru ekmeğe râzı olan göçmenleriyle, çocuklarıyla çözme yoluna gidiyor. Ama bunu yaparken bir çocuğun zihinsel gelişiminde en önemli etken olan anne ve babanın varlığını, onca bilimsel ve pedagojik çalışmayı görmezden gelerek ihmâl ediyor.
Organik misyonerler
1960’larda Almanya’ya giden Türklerin bile orada doğan çocuklarıyla yaşadıkları sorunlar göstermektedir ki, Almanya’nın kabul edeceğini açıkladığı göçmen çocuklar, Almanya için tam bir misyonerlik malzemesidir.
Yakın zamanda yetişmiş insan kaynağı konusunda kapılarını dünyâya açmayı plânlayan Almanya, daha uzun vâdeli çözüm yolu olarak da çocuklara öncelik vermektedir.
Muhtemelen hangi çocukların kabul edileceği de çoktan bellidir. Yıllardır Türkiye’de fonladıkları vakıflar ve sivil toplum kuruluşları bu çalışmaları çoktan yapmıştır.
Hitler’in ârileştirmek içn uğraştığı Alman ırkını, genetik olarak güçlendirmek için kullanılması muhtemel bu çocuklar, on beş – yirmi sene sonra beyinleri yıkanmış, âilelerini unutmuş ve İslamofobik fikirlerle donatılmış şekilde karşımıza çıkacaktır. Onların Almanlığı kafalarında olacak ama tenleri kendilerini gizlemek için doğal bir kılıf olacaktır.