Öğretmenlerin ve yüksek öğretim kurumlarında eğitim veren akademisyenlerin Türkiye'nin geleceği için çok önemli bir misyona sahip olduklarından dolayı onların manevi ve maddi koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini her defasında dile getiren kişilerden biriyim.
Öğretmenlerin ve yüksek öğretim kurumlarında eğitim veren akademisyenlerin Türkiye’nin geleceği için çok önemli bir misyona sahip olduklarından dolayı onların manevi ve maddi koşullarının iyileştirilmesi gerektiğini her defasında dile getiren kişilerden biriyim. Dünyanın en iyi eğitim sistemine sahip olan ve fenomen bir model olmayı başaran Finlandiya’da öğretmenlerin maaşları en yüksek işçi kategorisinde. Finlandiya’da öğretmenlerin aldığı maaşı Türkiye’de şirket CEO’ları alıyor. Gerisini siz düşünün. Türkiye’de yakın geçmişte YÖK para ile eğitim veren vakıf üniversitelerinin öğretim üyelerine verdiği maaşları tespit ederken devlet üniversitelerin hocalara verdiği rakamın altına inmemesi gerektiğini açıklamış ve bu konuda bir standart da getirmişti. Ayrıca akademisyenleri düşük maaşlarla çalıştıran ve adeta sömüren özel sektörü teşkil eden vakıf üniversitelerine de bir göz dağı vermişti. YÖK’ün bir diğer güzel uygulaması da kadrolu çalışan hocalara 30 gün, part time olarak çalışan hocalara da çalıştıkları süre kadar SGK yapma zorunluluğu getirmesi oldu. Yani YÖK bir şekilde akademisyenlerin haklarını belli bir seviyede tutmak adına elinden geleni yapıyor. Peki özel sektör buna gayret ediyor mu? Hayır!
Düşmanımı bile yollamam
Para ile eğitim veren vakıf üniversitelerinin büyük bir bölümü halk dilinde hocalarını ya da akademik dille öğretim üyelerini, çok düşük maddi ve manevi koşullarda çalıştırmaya devam ediyor. Özellikle İstanbul’daki çoğu üniversite biraz ekonomik krizi de bahane ederek hocalarına esir muamelesi de yapıyor. Yeni yetme gençleri hiçbir özelliği olmayan veya emekli olan akademisyenleri daha düşük maaşlarla çalıştırarak sözde tasarruf yapıyorlar. Çalıştırdıkları öğretim üyelerine mesai zorunluluğu uygulayarak onlara ağır işçi muamelesi yapıyor ve bırakın akademik araştırma yapmaya, hayatlarını bile yaşamaya izin vermiyorlar.
Böyle bir sektör ortalaması varken vakıf üniversitelerinde eğitimin kalitesinde gözle görülen bir düşüş de yaşanmaya başladı. Aileler bu üniversitelere dünya kadar para veriyor, çocuklarını yolluyor ama maalesef çocuklar bu üniversitelere geldikleri gibi mezun oluyor. Ben bu gençlere yemin ederim acıyorum, öyle bir vahim tablo var ki İstanbul’daki bazı üniversitelere ben bırakın çocuğumu veya kardeşimi, düşmanımın çocuğunu bile o okullara yollamam. Hem zamana yazık hem de paraya yazık. Bir üniversitenin en değerli ve en önemli sermayesi öğretmenleri yani akademisyenleridir. Gençlere onlar eğitim veriyor, üniversiteler ise seçtikleri eğitim felsefeleri ve iyi hocalarla birbirleriyle rekabet ediyor ve hem kendilerinin hem de Türkiye’nin yüksek öğretim kalitesini arttırıyorlar. Bu tabii ki teoride öyle. İstanbul’da olan üniversitelerin yüzde yetmişinden fazlası bunu yapıyor. Personeli statüsünde olan siz hoca deyin, bir başkası öğretmen desin, bir başkası da öğretim üyesi desin, özetle eğitim verenlere, onları manen ve madden mutlu edecek hiçbir girişimde bulunmuyorlar. Bunları dönem dönem yazıyorum, anlatmaya çalışıyorum. Hepsi mi öyle? Hepsi değil ama korkarım büyük bir bölümü. Yani yaklaşık yüzde yetmişi öyle. Peki aralarında iyi örnekler yok mu? Çok çok az da olsa var. İşte bugün ender rastlanan bu iyi örneklerden birinden bahsetmek istiyorum.
Bana “Pes” dedirten davranış
Temeli 1972 yılında Mef Dershanelerinin kurulmasına dayanan 1996 yılında Arıkanlı Holding’in kurucusu ve başarılı eğitim girişimcisi olan İbrahim Arıkan’ın en büyük hayallerinden biri olan MEF Üniversitesi’nin geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği örnek bir davranışı ilgimi çekti. İbrahim Arıkan Eğitim ve Bilimsel Araştırmaları Destekleme Vakfı tarafından kurulan ve ilk öğrencilerini 2014-2015 yılında alan MEF Üniversitesi kısa sürede hem eğitim vizyonu ve disiplini hem de eğitim stratejisi ile hızlı adımlar atarak adını duyurmayı başardı. Son yıllarda bu üniversitenin adını daha sık duyar oldum. Her üniversitenin adını sık sık duyuyorum ama son iki yılda MEF Üniversitesini biraz daha farklı duymaya başladım. Herkes bu üniversite ile ilgili olumlu şeyler söylüyordu. Araştırmak istedim ve araştırdıkça da her defasında bu olumlu imajın hak edilen bir başarı olduğunu gördüm. En son geçen hafta, bu üniversite ile ilgili bir haber edindim ve “pes” dedim. Genelde olumsuz olaylar insana “oha” ya da “pes” dedirtir. Ama ben ilk kez bunu Türk akademisyenliği ve yüksek öğretim adına duyduğum olumlu bir gelişme üzerine söyledim. Neden biliyor musunuz? Çünkü o kadar olumsuz koşula alıştık ve alıştırıldık ki, güzel bir şey duyduğumuz zaman şaşırır hale geldik.
Teşekkür etmeyi unutan bir topluma “Teşekkür Etmek”
MEF Üniversitesi tüm akademik kadrosuna bir yeni yıl hediyesi hazırlamış. Bu yeni yıl hediyesini üniversitenin bugünlere gelmesinde önemli bir başarı yakalayan rektör Muhammed Şahin yolladığı bir elektronik posta ve çok anlamlı sözlerle açıkladı. Elektronik postayı bizzat inceledim, okudum. İki önemli cümle dikkatimi çekti. Birincisi “MEF Üniversitesi, öğrencilerimiz, mezunlarımız ve çocukları için MEF'i seçmiş tüm aileler adına sizlere çok teşekkür ederim.” Çağdaş ve evrensel işletmecilikte olması gereken bir eylem. “Teşekkür”. Size samimi bir şey söyleyeyim, 26 yılını medyada geçiren dört kez genel müdürlük seviyesine kadar çıkan bir medyacı olarak kaç kez “teşekkür ederim” sözünü duydum inanın bilmiyorum. Ben elimden geldiği kadar teşekkür ettim. Biz toplum olarak hem teşekkür etmeyi hem de teşekkür edilmeyi unuttuk, çünkü şark kültüründe “teşekkür etme” alışkanlığı yoktur. Çünkü siz o sistemde bir kölesiniz ve zaten çalışmak zorundasınızdır. Rektörün bu ince düşüncesi ve cümle beni Türk eğitim dünyası adına duygulandırdı.
Dikkatimi çeken ikinci cümle ise, üniversitenin tüm akademik personeline, yani hocalarına bir yeni yıl hediyesi verdiğini anlatan cümleydi. Üniversite tüm hocalarına 200 TL’lik Hepsi Burada Hediye Çeki vermiş. Bunun maddi boyutundan çok manevi boyutu alkışı hak ediyor. Hocalarına maaş vermeyi bile çok gören üçüncü sınıf üniversitelerin yanında hocalarına çam sakızı çoban armağanı bir hediye veren ve emekleri karşılığında onlara “teşekkür” eden bir üniversite portresi. MEF Üniversitesi yıllardır savunduğum “iyi eğitim için iyi akademisyen, iyi akademisyen için iyi koşullar lazım” savını uygulayan ender üniversitelerden biri olduğunu bu hareketiyle bir kez daha kanıtladı. Bunda tabii ki Arıkan Holding’in ve üniversite rektörü Prof. Dr. Muhammed Şahin ve ekibinin rolü çok büyük. Bu üniversite zaten eğitim kalitesi ile de dikkatleri çekiyor. Hem personeline hem de öğrencilerine yarattığı bu motivasyon devam ederse MEF Üniversitesi aralarında Koç, Sabancı ve Özyeğin Üniversitesinin bulunduğu süper lige kapağı atar ve Türkiye’yi dünya da başarı ile temsil eder.
İşçi çıkartma yasağı hiçbir işe yaramadı
Kovid-19 pandemisinde sosyal devlete yakışan çok güzel bir karar aldı devlet. Şirketlerin işçi çıkartmasını yasakladı. Bu yasak önce üç ay sonra da ay ve ay uzatıldı. En son 17 Ocak 2021 tarihine kadar uzatılmıştı. Bu kanun hakkında çok yazdım, çizdim. Hele çevremde işsiz kalan insanları gördükçe daha da çok yazdım. Çok güzel bir kanundu ama maalesef uygulanamadı. Şirket patronları keyfi işten çıkartmalara devam etti, ya 25 koduyla çıkış yaptılar ya da işçinin önüne istifa mektubu koyarak işçileri çıkartıp buna sözde anlaşmalı istifa adını verdiler.
İstifa etme yasağı da getirilmeliydi
Bu kanun çok güzel ve anlamlı bir kanundu ama uygulanamadı. Bunun iki nedeni var. Birincisi işçi çıkartanlara yeteri kadar bir yaptırım içermiyordu, ikincisi ise istifa olarak kayda geçilen işten çıkartmaları uygulayan sermaye sahiplerini korkutmadı. Bunun da en büyük nedeni “nasıl olsa bir şey olmaz” diyen patron ahalisi. Maalesef ülkemizde çok güzel kanunlar çıkıyor ama bunların uygulanmasında ciddi sorunlar yaşanıyor. Kanunlar tam uygulansa öyle bir toparlanır ki ülke, ama maalesef olmuyor. İşte bu pandemi döneminde işçi çıkartma yasağı da bu kanunlardan biri oldu. Aslında bu kanun “işten çıkartma yasağı” yanında “istifa etme yasağını” da içerseydi. Emin olun her şey daha iyi olacaktı.
Pandemi işsizliği arttırdı
İş böyle olunca işsiz sayısında gözle görülen bir artış yaşandı. Ben bunu zaten çevremden de görüyorum. İnsanlar takır takır işlerinden kovuluyor ve maalesef bu kovulan insanlar önlerine istifa mektubu konarak istifaya zorlanıyorlar. İşçiler ise sektörleri ne olursa olsun, kanunlara güvenmedikleri için mecburen istifa ediyorlar. Sonuç olarak kimse mahkemelerle uğraşmak istemiyor çünkü adalete olan güven maalesef bitmiş.
Ülkemizde pandemi döneminde işsizlik oranının artış gösterdiğini gösteren pek çok araştırma var. Aksoy Araştırma geleneksel olarak sürdürdüğü araştırmalarına bir yenisini daha kattı ve SODEV için işsizlik konusunu masaya yatırdı. Bu araştırma verileri de ülkemizde işsizliğin artış gösterdiğini ve özellikle Kovid-19 döneminin bunda önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Mesela işsiz kalanların yüzde 29,3’ü işlerinden kovuldu, yüzde 24’ü ise iş yerleri kapandığı için işsiz kalmış. İş yerleri kapananların yüzde 69.4’ünün iş yerleri Kovid-19 pandemisi döneminde kapanmış.
Torpil ve adam kayırmak bizi bitiriyor
İşsiz kalanlara göre işsizliğin nedeni yüzde 63,2 oranında “torpil ve adam kayırmanın fazla olması”. Biz neden toplum olarak bu hale geldik bilmiyorum. İnanılmaz bir torpil dönüyor memlekette. Öyle bir hale geldik ki, tuvalete bile gitmek için torpil kullanacağız. Bu tabii ki işin kalitesine olduğu kadar işsizliği de tetikliyor. İşsiz kalanların yüzde 60,8’i yurt dışına gitmek ve orada çalışmak istiyor. Yani Türkiye’den umudu kesmiş. Böyle düşünen benim de onlarca yakınım var. Hak vermiyorum desem yalan olacak. Ben de onlara hak veriyorum.
Uzun lafın kısası bu sadece bir örnek. Eğer işçi çıkartma yasağı tam uygulansaydı ve ağır yaptırımları olsaydı işsizlik oranı pandemi öncesindeki oranda kalabilirdi. Bunun için kanunların çok ciddi yaptırımlar, çok büyük cezalar içermesi lazım. Öyle bir cezası olmalı ki adam bundan korksun, tırssın ve cesaret edemesin.
2021 Var Olmak raflarda
Astrolojiyle aranız nasıl bilmiyorum ama ben astrolojiye inananlardanım. Tabii ki öyle burç murç muhabbeti yapanlara değil. Ben vedic astrolojisi ve felsefesine inanıyorum. Bu konuda da astrolog arkadaşlarımla çok sohbet ederim, yurt dışından makaleler okur ve astrolojik haritanın başarıda önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Bu bilgimi de pek çok bireysel işimde de kullanıp analizler de yapıyorum. Mesela CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin seçimleri kesinlikle kazanamayacağını haritasına bakarak dostlarıma söylemiştim. Pek çok dostum beni yandaşlıkla suçlamıştı. Benzer bir biçimde İBB seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun Binali Yıldırım’a göre daha şanslı olduğunu ama çok zor kazanacağını söylemiştim. İptal edilen seçimler, kavgalar tartışmalar bunun örneği olmuştu. Şu sıralar Binali Yıldırım’ın da suskunluğu ve biraz da inziva hayatı yaşamasının da yine astrolojik haritası ile ilgisi var. Özetle astroloji bir bilim ve bu bilimi laga luga yapmadan kullanırsanız disiplinler arası çalışmalar yaparken çok faydalanabilirsiniz.
2021 yılı nasıl bir yıl olacak?
Astrolojiye ilgi duyanlar için bir kitap haberim olacak. Sosyal medya kullanıcılarının Twitburc olarak da tanıdığı ve isabetli öngörüleriyle çok konuşulan uzman astrolog Zeynep Turan’ın, yeni yıla dair değerlendirmelerini yazdığı “2021 Var Olmak” adlı kitabı İnkılâp Kitabevi tarafından yayınlandı. “2021 Var Olmak’” adlı kitabında Zeynep Turan Türkiye’nin siyasi kaderinin hangi yöne gideceğinden pandeminin gidişatına, şekil değiştiren eğitim sisteminin kalıcı olup olmayacağından ekonomik kriz nedeniyle hiperenflasyon altında ezilecek ülkelere, tüm dünyayı kapsayan öngörüleri yazmış.
Zeynep Turan kitabında, Akdeniz’de ön görülemez savaşların başlangıcını kimin tetikleyeceğine dair görüşlerini yazmış. Uzman astrolog kitabında “Dünyanın eş zamanlı öksürmesi ‘Dijital Diktatörlüğü’ mü önümüze sürecek?”, “Hibrit insan teknolojisi küresel savaşları beraberinde mi getirecek?”, “İnsanlık, dünyanın sahibi gibi davrananların elinden kurtulabilecek mi?”, “2021 yılı hafızalarımıza reset mi atacak?” gibi sorulara yönelik öngörülerini yazmış.
Keremcem’den yeni imaj yeni şarkı
Uzun süredir dizi ve sinema oyunculuğu kimliği ile anılan ve müzik çalışmalarını erteleyen Keremcem, yeni single'ı "Geçmiş Olsun" adlı yeni şarkısını dijital müzik platformlarına yayınladı. "Geçmiş Olsun" adlı yepyeni şarkıya Deniz Doğançay, Gürsel Çelik ve Levent Gündüz tarafından 3 farklı versiyon yapıldı. Gururlu ve mağrur bir ayrılık şarkısı olan Geçmiş Olsun'un Deniz Doğançay versiyonuna klip çekildi.
Keremcem yeni imajı ile kamera karşısına geçmek için hafta sonu beş kişilik bir ekiple İstanbul'dan Kırklareli'nin Karadeniz sahillerine doğru yola çıktı ve manzarasını beğendiği yerlerde durup klip çekimlerini tamamladı.
Boş Yapma
Müzik üretimine Youtube’daki başarısı ile giriş yapan ve sonrasında teklileriyle ve iş birliktelikleriyle yoluna devam eden Zeynep Bastık "Boş Yapma" adlı yeni şarkısı ile iddiasına devam ediyor. “Boş Yapma” adlı şarkının sözü ve müziği, pek çok başarılı parçanın düzenlemesinde de adından sıkça bahsettiren Serhat Şensesli imzası taşıyor.
Fikret Dedeoğlu dörtledi
Müziğin mutfağından sahnesine geçen Fikret Dedeoğlu, 2015 yılında yayınladığı ‘Hoş Geldin Ayrılık’ albümü ile başladığı müzik yolculuğuna yeni bir single ile devam ediyor. Müzisyen kimliğine yorumcu kimliğini de ekleyen Dedeoğlu, ‘Haklısın’, ‘Unutmayacağım’ ve ‘Keşke’ isimli teklilerinin ardından dördüncü single’ı ‘Her Şeyim Sen Olsana’ yı dijital müzik piyasasına sundu.
Yönetmenliğini Kemal Başbuğ’un yapmış olduğu ‘Her Şeyim Sen Olsana’ şarkısına Levent’te Carbon Stüdyolarında video klip çekildi. Fikret Dedeoğlu’nun performans görüntülerinden oluşan klipte yayınlandı.