Bu coğrafyada yetişmiş nice çınarlar var. Kendileri cemâl âlemine gitmiş olsa da eserleri, yüzyıllardır insanlığı aydınlatmaya, gönüllerimizi mayalamaya devam ediyor.
“Mem’in gönlü, dertli, gamlı ve cefalı,
Zin’in ise gönlü ateş dolu.”
(“Derd ü ġam ü dıl-ê Mem’üñ belā-keş,
Zīn’üñ daħi sīnesi pür-āteş”.)
“Ey gül! Sen, daima nazlısın, nazenînsin,
Zin’in yüzünün rengine büründüğünde.”
(“Ey gul! Eger tu nazenînî,
Kengê tu ji rengê ruyê Zîn’î”.)
Bu coğrafyada yetişmiş nice çınarlar var. Kendileri cemâl âlemine gitmiş olsa da eserleri, yüzyıllardır insanlığı aydınlatmaya, gönüllerimizi mayalamaya devam ediyor. O güzellerden birinin deyişiyle, “ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil…”
Yazımızın girişine aldığımız enfes dizelerin sahibi Ahmed-i Hânî (Ehmedê Xanî) bu nadide değerlerden biridir.
Yaşadığımız coğrafyadaki anlaşmazlıkları, dış destekli iç savaşları ve bütün bunlara direnen, irfan sahibi bir âlimin, ne şartlarda yetiştiğini ve nasıl eserler verdiğini özellikle gençlerimizle paylaşmak isteriz.
1651 yılında Hakkâri’nin Çukurca İlçesi, Han Köyünde doğmuş; küçük yaşlarından itibaren ailesinin göç ettiği Ağrı, Doğubayazıt’ta yetişmiştir. Okuma, öğrenme ve yazmayla geçen ömürden sonra 1707’de vefat etmiş. Türbesi, Doğubayazıt’ta, kendi duasıyla temelleri atılan İshak Paşa Sarayı’nın yakınındadır.
Ahmed-i Hâni’nin dedesi, hocalık yapan Molla Eyad, babası müderrislik yapan Şeyh İlyas, annesi ise Gülnigar Hanımdır. İlk hocası olan babasından fıkıh dersleri almış, ardından Muradiye Medresesi’ne devam etmiştir. Bulabildiği bütün eserleri okuması, öğrenme hızı ve azmi, çalışma şevki ve hitabeti ile dikkat çeken bir öğrenci olmuş.
KÜTÜPHANEDE GECELEMEK
Osmanlı’nın zengin eğitim imkanları çerçevesinde Ahlat’ta ve bir ilim merkezi olan Bidlis’te medreselerde eğitim aldıktan sonra Bağdat, Şam, Halep ve İran’da uzun yıllar öğrenci olarak dönemin yetkin hocalarından dersler almış. Devrin güçlüklerle dolu yaşam şartlarında ciddi zorluklar çekmiş, gittiği yerlerde en ileri âlimleri bularak onlardan dersler almış ve kütüphanelerde gecelediği günler olmuş.
Öğreniminin uzun sürmesinin nedeni, İslami ilimler kadar diğer ilimlere ve irfana olan ilgisi ve öğrenme merakıdır. Nitekim Ahmed-i Hâni; fıkıh, kelam, hadis gibi İslami ilimler yanında özellikle Antik Yunan felsefesi, astronomi, öğretim teknikleri, edebiyat, şiir, sanat gibi alanlarda da kendini yetiştirmiştir.
Etkilendiği âlim ve düşünürler arasında Platon, Aristo, Farabi, Ömer Hayyam, Muhyiddini ibn Arabi, Şahabeddin Sühreverdi, Fakiye Teyran, Molla Ahmedi Cizirî öncelikle anılmalıdır. Ana dili olan Kürtçenin yanı sıra Türkçe, Arapça ve Farsçaya da hâkimdir.
Öğrenimini tamamladıktan sonra öğrenci olarak ayrıldığı memleketine, yetişmiş bir Osmanlı âlimi olarak döner ve Muradiye Medresesi’nde ders vermeye başlar. Aynı zamanda imamlık ve Beyazıt Bey’i Mir Muhammed’in divan kâtipliğini yapar. Son olarak kurduğu Hâni Medresesinde dersler verir. Ama asıl uğraşısı, 14 yaşından itibaren başladığı yazı ve edebiyat yolculuğudur.
Ahmed-i Hânî’nin, dönemin eğitim ve öğretim yöntemlerini geliştirerek çocukların öğrenmelerini kolaylaştırmak için kaleme aldığı Küçüklerin Baharı (Nubahara Biçukan), Kürtçe ve Arapça ilk manzum sözlüktür. Astronomi alanındaki Allah’ın Arzı-Yeryüzü (Erdê Xweda), Dört Köşe (Çarkoşe) ve İman Akidesi (Eqidiya İmanê) diğer önemli eserlerindendir. Eserlerinde ve konuşmalarında halk tarafından anlaşılır olmayı çok önemsemiştir.
HÜR İRADE
Bir düşünür, âlim, edebiyatçı ve tasavvuf şairi olarak Ahmed-i Hânî’yi, Doğu ve Batı dünyasında öne çıkaran başlıca düşünce özelliği, ilahi aşka, temel insanî değerlere, birlik ve dirliğe verdiği önemdir. Aşkın kaynağı Yüce Yaratıcıdır, ilahi aşka tutulanların, yollarını kaybetmeyeceklerini ve kendi gerçekleriyle buluşacaklarını belirtir.
Hânî, tıpkı Hz. Mevlânâ, Hz. Yunus, Melaye Cizirî, Fakiye Teyrân gibi bir vahdet ehlidir. “Hakkı gerçek sevenlere, cümle âlem kardeş gelir” diyen Yunus ile aynı iklimdendir. “Biz, birleştirmeye geldik, ayırmaya değil” diyen Hz. Mevlânâ ile ruh akrabasıdır. Cümle varlığın birliği ve kardeşliğinden söz eden ve bunu, “vahdet-i mutlak” olarak niteleyen Melaye Cizirî gibi kozmik birliğin bülbülüdür.
Dönemindeki birçok ilim adamı, çeşitli konularda taraf olmuş, aşırılıklara kapılmışken Ahmed-i Hânî, kardeşliği, eşitliği ve ortak değerleri savunmuş; İslam felsefesiyle ilgilenme cesaretini göstermiştir.
Ayrılıkçılığa asla ödün vermemiş, vatan sevgisini üstün tutmuş, aşiretler arası mücadeleyi, emperyalizmi eleştirmiş, kavimlerin üstün olmadığını, üstünlüğün ilim ve ahlakta olduğunu savunmuştur. Öyle ki bazı dörtlüklerinin her satırını Kürtçe, Türkçe, Arapça ve Farsça yazarak birliği taçlandırmıştır.
Günümüzde çok daha büyük önem taşıyan bu birlik anlayışını yeniden yakalamak zorundayız. Nitekim Hâni, Yaratıcı’nın verdiği irade gücü ile insanın, kâinatın efendisi olduğunu vurgulayarak, insanın köleliğini ısrarla reddetmiş, hür iradeyi savunmuştur.
Mem ve Zin; Ahmed-i Hâni’nin en önemli eseri olarak adının da önüne geçmiş, dünyada birçok dile çevrilmiş, beyaz perdeye, televizyona ve tiyatroya uyarlanmıştır. İnsanlığa mal olmuş, Kürtçe dilinin şaheseri bu manzum mesnevî, maddeden manaya yönelen bir aşk hikâyesidir. Bu eseri ayrıca ele almamız gerekir.
(Yazımızdaki eğrilerimizi düzeltmemize vesile olan Değerli Dostumuz Üstad Sadık Yalsızuçanlar Beyefendiye saygılarımı sunuyorum)