Geçtiğimiz hafta gerçekleşen ve bu yazı yazıldığında 170'ten fazla cana mal olan Kabil saldırıları bir yönü ile sürpriz değildi.
Geçtiğimiz hafta gerçekleşen ve bu yazı yazıldığında 170’ten fazla cana mal olan Kabil saldırıları bir yönü ile sürpriz değildi. Afganistan’da radikalleşmeye ve iç savaşa fırsat penceresi açacak bir kaos ortamının oluşması ABD-Taliban anlaşması sahada vücut bulduğundan beri bekleniyordu. Hatta bazı uzmanlar bu senaryoyu “Afganistan’ın Suriyelileşmesi” olarak adlandırıyordu. Bu tanımlama ile kastedilen sadece birbirine diş bileyen ve savaşan farklı Taliban ve Taliban karşıtı cephelerin oluşması değildi. Kastedilen sadece sivillerin normal bir yaşam sürdürmesini imkânsız kılan bir şiddet sarmalının oluşup, her gün yüzlerce ölü verilmesine alışılması da değildi. Suriyelileşmeden kasıt Afganistan’daki radikalleşme-terör-iç savaş ortamının bölgesel ve küresel güçlerin Afganistan’da çatışan tarafları Afganistan sahasında askeri, istihbarat, siyasi, finansal araçlarla vekil kılarak, Afganistan’da neredeyse hiç sonu gelmeyen gerçek bir “sonsuz” savaş yaratmalarıydı. Bu senaryo, oldukça ürkütücü ve bu tür bir sonsuz savaşın tarafı olmayı seçmiş aktörler açısından son derece yüksek bedelli bir senaryo olduğundan Afganistan’ı bir savaş bataklığına çevirmede aktörler çok hevesli görünmekten çekiniyorlardı. Hatta bu noktada diplomasiyi bir sigorta olarak ellerinin altında tutma eğilimi gösterdiklerini geçtiğimiz hafta kaleme aldığımız yazıda belirtmiştik. Tabi diplomasinin sigorta olarak sahada değer kazanması hiç çatışmanın olmayacağı anlamına gelmiyordu. Ancak çatışmanın vekil-patron ilişkisinin netleşmediği, bir tür Taliban içi güç grupları, Taliban-Taliban karşıtı koalisyonların mücadelesi olarak sahaya hapsedilmesi ve mümkünse Taliban üzerinden kontrol edilmeye çalışılması hesaplanıyordu.
Kabil saldırılarının hedefindeki anlaşma
Bu noktada elimizde muğlak Doha Anlaşması vardı. Doha Anlaşması bu çerçevede iki nedenle önemliydi. Öncelikle bu anlaşma ile Taliban Afganistan’ın terör grupları tarafından bir üs olarak kullanılmasına müsaade etmeyeceği sözü veriyordu. Eni konu sorunlu bir vaatten bahsediyoruz zira mesele Taliban’ın ideolojik kodlarından ziyade kabiliyetleri. Uzaktan ve 1990’ların hayaletleri üzerinden Afganistan’a bakanlar Taliban’ı sahanın zafer kazanmış radikal aktörü olarak görebilir ama sahadaki yegâne radikal/radikalleşen/radikalleşebilecek aktörün Taliban olmadığı ve diğer aktörleri kontrol etmek için Taliban’ın meşrulaştırma-dışarıda bırakma stratejisini izleyeceği tahmin ediliyordu. Bu noktaya dikkat çeken bölge uzmanları için Taliban’ın Kabil’i El-Kaide bağlantısı nedeniyle şüpheyle karşılanan Hakkani Ağı’nın kontrolüne bırakması da DEAŞ ile arasına mesafe koymak için üst kadroları hedef alırken alt kadroları serbest bırakması da çok sorunluydu. DEAŞ ve El-Kaide’nin Doha Anlaşmasını tamamen farklı şekilde yorumlaması, DEAŞ Horasan Grubu’nun Taliban ve Hakkani Ağı’nı hedef alan açıklamaları kavganın geldiğini gösteriyordu. Ancak neredeyse herkes bu kavganın ve belki diğer kavgaların (Taliban- Kuzey’deki Taliban karşıtı gruplar arasında çıkacak restleşme vb güç mücadelelerinin) 31 Ağustos sonrası geçici hükümet/geçiş hükümeti tartışmaları ile beraber başlayacağını düşünüyordu. Oysa sürpriz bir şekilde Kabil saldırısı ABD çekilmeden ve sadece Taliban unsurlarını değil doğrudan ABD askerlerini hedef alarak gerçekleşti. Böylece Doha Anlaşmasının tüm bu hesapları desteklemek konusunda ne kadar sallantılı bir zemine oturduğu gözler önüne serildi.
Araç olmaktan vekil olmaya
ABD’nin Taliban’ı -Taliban’ın kuracağını düşündüğü geniş tabanlı bir hükümet aracılığı ile- sahada tek meşru aktör olarak tanıma süreci ve bununla paralel giden çekilmeyi hızlı, planlamayı yavaş yapma stratejisi Taliban’ı olduğundan daha güçlü olduğuna inandırdı. Bu gücü, bu gücü yaratan ana aktör olan Washington ile beraber hedef almak sahada Taliban’ı ve Washington’ı yeniden pozisyon almaya itebilir.
Tam da bu nedenle Washington bir ikilem içerisinde. Öncelikle Kabil saldırılarına kadar ABD kazanılmayan bir savaşı Kabil ordusuna verilmiş teçhizatları ortalığa saça saça bitiriyordu. Tam sahayı terk etmeye 2-3 gün kalmışken üstelik sahadaki istihbarat üstünlüğüne rağmen ABD sahada vuruldu. Saldırıyı üstlenen DEAŞ, ABD’ye “gitme kal” demediğine göre iki şey söylüyor: 1)- Ben de varım ve Taliban ile yaptığınız planlar beni bağlamaz 2)- Washington sen aslında burada kazanamadığın değil kaybettiğin, kaybedeceğin bir savaş alanından çekiliyorsun. ABD’ye verilen bu iki mesaj o kadar açık ki, Biden dahi anlamış görünüyor. Zaten o nedenle bu sonu gelmez savaştan çekileceğiz, 31 Ağustos’ta gidiyoruz söylevi içerisine ABD’nin DEAŞ’ı cezalandırmak için pozisyon alacağını da eklemeyi ihmal etmedi. Nitekim bu cuma günü Washington SİHA’ları ile DEAŞ hedeflerini vurdu. Bu vb cezalandırma eylemleri Washington’ın tutarsızlığını göstermekten ileriye gitmiyor. Zira ABD sanki arka kapıdan bir türlü sonlandıramadığı bir savaşa yeniden dönüyor, üstüne üstük vurulmuş olduğundan Washington’ın caydırıcı gücünün de sınırları keşfedilmiş olarak.
Bu noktada ABD’nin izleyebileceği tek strateji sahada yeterince güçlü olmadığı görülen Taliban’ı desteklemek, kısaca bir nevi PYD hikayesine yeni bir sahada geri dönüş. Taliban’ın ABD’nin aracı haline gelmesi Doha Anlaşmasının bir getirisiydi. Ancak araç haline gelmek ve vekil haline gelmek iki ayrı şey: 1)-Vekiller başarısız olsalar dahi patronları sahaya daima belirli bir maliyetle bağlar ve 2)-Vekiller; vekalet savaşını, yani karşı vekilleri, karşı dengelemeleri tetikler. Dolayısıyla ABD, başkaları için kurduğu Afganistan’ı Suriyelileştirme kapanına kolunu-bacağını kaptırmak üzere olabilir. ABD’nin kurduğu kapanın ciddiyetini fark edenler de Rusya ve Çin’in kapanın ötesinden berisinden geçebileceğini ve ABD’nin stratejisinin boşa düşeceğini düşünenler de bu süreci tetiklemiş olabilir.
Netice: Batının başarısızlığı, Ankara’nın başarısı
Kabil saldırılarının Afganistan’da yeni bir dönemi başlatacağı sonucuna varılıyor. Bu dönemin arifesinde önümüzdeki resmin şimdilik söylediği üç şey var. 1)- Afganistan stratejisinin tutarsızlığı Biden’ın hanesine başarısızlık olarak yazılacak. 2022 Ara Seçimlerine Demokrat Parti zaten pek çok yapısal, dönemsel zorlukla birlikte girecekti. Bu zorluklara Biden ABD askerinin tabutlarını da ekledi. Şimdiden Cumhuriyetçilerin şansının arttığını söyleyenler var. 2)- Afganistan’ın Suriyelileşmesi demek sadece Rusya, Çin, İran, Pakistan ve Körfez ülkelerine yeni mücadele alanı açılması demek değil, sürekli radikalleşen bir coğrafyada yepyeni fraksiyonların doğması demek, göç demek, terör demek. Batılı müttefikler- Avrupalılar- ABD’nin yol açtığı bu kaosu dehşet içinde izliyorlar. Şimdiden Taliban ile anlaşmaktan ve farklı yüzleri ile Taliban’ı destekleyen radikal unsurları kabul etmekten başka çaremiz yok mealinde yazılar yazılıyor. Normlar Avrupası bütün gün stratejik toplantılar düzenleyip bu müthiş fikirleri tartışabilir. Sonuç değişmeyecek, Kabil’de Batı yok, Avrupa yok, şu anda sahada diplomatik misyonunu yürüten tek müttefik büyükelçilik de Türkiye Büyükelçiliği. Türkiye’nin sahada varlığını yüceltmemek için iş birliğini ağırdan alanlar bu gerçekle yüzleşmek zorunda. 3)-Türkiye’nin Afganistan stratejisi tutarlı, Ankara sahada, diplomatik misyon devam ediyor. İstihbarat-operasyon eşgüdümü Kabil saldırıları öncesi kısa sürede Türk askerinin tahliyesini hiçbir komplikasyon olmadan sağlayacak derecede gelişmiş durumda. Ankara, iki ilke doğrultusunda (Türk askerinin kılına zarar gelmeyecek ve Türkiye Afganistan’dan gelen göçün hedefi olmayacak) Türkiye’nin varlığını Afganistan’ın Suriyelileşmesinin dışına taşımayı başardı. Kısaca Suriyelileşmeye dayalı korkulan senaryo gerçekleşse de gerçekleşmese de Afganistan’da yeni dönem Batı’nın topyekûn başarısızlığı, Ankara’nın tutarlı başarısı ile başlıyor.