Toplumun büyük kesimini heyecanlandıran süreçle ilgili muhalefet cephesinden yükselen eleştirilerin bir kısmı, reformların ABD'deki seçimlerin ardından hükümetin, önümüzdeki ocak ayında başkanlık koltuğuna oturması beklenen Joe Biden yönetimine yönelik olumlu bir mesaj olmasıyla ilgili.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarıyla başlayan yeni reform süreci en önemli tartışma konularından biri haline geldi.
Gelmesi de doğal zira konu gerek Türkiye’de hem demokrasi standardının yükseltilmesi hem de iç huzur ve barışın sağlanması açısından gerekse de dış politikada Türkiye’yi yeni döneme hazırlamak açısından büyük önem arz ediyor.
Konunun hem ekonomi hem yargı hem de dış politika ayakları var ki bunların tümünün aynı zamanda birbiriyle ilintisi de söz konusu.
Toplumun büyük kesimini heyecanlandıran süreçle ilgili muhalefet cephesinden yükselen eleştirilerin bir kısmı, reformların ABD’deki seçimlerin ardından hükümetin, önümüzdeki ocak ayında başkanlık koltuğuna oturması beklenen Joe Biden yönetimine yönelik olumlu bir mesaj olmasıyla ilgili.
Bu konuda dile getirilen eleştirilerde hükümetin reform konusunda samimi olmadığı, “AK Parti’nin iktidarını sürdürmek için demokrasiyi araçsallaştırdığı” iddiası var.
Kuşkusuz gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerekse de diğer yetkililerin, reform açıklamalarıyla birlikte ABD ve AB’ye yönelik olumlu mesajları bu sürecin, Türkiye’yi, Biden’ın başkanlığı dönemine hazırlamakla ilgili bir boyutu olduğunu gösteriyor.
Ancak bunun “demokrasinin araçsallaştırılarak iktidarın sürdürülmesi” olarak değil, Biden döneminde Türkiye’nin “insan hakları, demokrasi ve özgürlük” gibi evrensel kavramlar üzerinden sıkıştırılmaya çalışma hamlelerine karşı önlem alma çabası olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ne yazık ki kimi muhalif kesimler kendi geleceklerini, dışarıdan Türkiye’ye yönelik “sıkıştırma” hamlelerine bağladıkları için hükümetin bu “ön alma” gayretlerini boşa çıkarmaya çalışıyor.
Öte yandan reform süreciyle birlikte hükümetin ABD ve AB’ye yönelik olumlu mesajları üzerinden Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinin yeniden canlanacağına dair beklenti içine girenler var ki yazık ki ben bunu pek olası görmüyorum.
Bunun nedeni de Türkiye’nin üyelik sürecine dair beklentileri karşılayamaması değil, söz konusu evrensel değerlerin AB için çoktan kriter olmaktan çıktığını, bu durumun dönemde de devam edeceğini öngörüyor olmamdır.
Dolayısıyla Biden döneminde gerek ABD’de gerekse de AB üyesi ülkelerde bu kavramlar üzerinden kimi yaklaşımlar devam edecek olsa bile bu durumun özellikle Avrupa’daki ırkçı ve İslamofobik tırmanışı durdurmaya yetmeyeceğini düşünüyorum.
Özellikle pandemi nedeniyle yaşanan ekonomik daralmaların da etkisiyle Avrupa’da ırkçılığın ve İslamofobyanın giderek yükseldiği bir süreçte Türkiye’nin AB’ye üyelik süreciyle ilgili ciddi bir gelişme de beklemiyorum.
Ancak buna rağmen gerek yukarıda sözünü ettiğimiz, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler üzerinden Türkiye’ye yönelik sıkıştırma girişimlerinin önlenmesi gerekse de ekonomik ilişkilerin her iki tarafın da yararına olması nedeniyle ABD ve AB ile ilişkilerin iyileştirilmeye çalışılmasının doğru ve yerinde yaklaşımlar olduğuna inanıyorum.
Reform sürecinin en hararetli tartışmalara yol açan boyutu ise yargı ile ilgili.
Kuşkusuz ülkemizde yargı ile ilgili ciddi sorunlar var.
Hatta bu sorunların, PKK ve FETÖ gibi terör örgütleri kadar ülkenin bekasını ciddi şekilde tehdit ettiği kanaatindeyim.
Dolayısıyla yargı ile ilgili sorunlarının giderilmesinin ülkemiz açısından hayati önemde olduğunu düşünüyorum.
Ancak bu sorunları gidermenin yolu terör örgütlerine alan açmak değildir, olmamalıdır.
Aksine yargı da devletin diğer organları gibi terörle mücadelede büyük sorumluluk altındadır.
Yargı kurumu, adil ve etkin yargılamalarla bu sorumluluğunu yerine getirmekle yükümlüdür.
Bir kişiye haksız yere suç isnat etmek kadar suçun cezasız bırakılması da ciddi sorundur.
Terör aynı zamanda demokrasinin ve özgürlüklerin de düşmanıdır.
Terör örgütleriyle etkin mücadele demokrasiyi geriletmez aksine güçlendirir.
Demokrasi ve hukuk devleti yaklaşımları bu eksen üzerine oturmayanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan terörle mücadeleden söz edince kimi isimlerin tutuklanması, reformlardan söz edince de serbest bırakılmasını tartışmaya açıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem terörle mücadeleden hem de reformlardan aynı anda söz edince bu kesimler bu kez afallayıp duruyorlar.
Yanlışlık Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımında değil, terörle mücadele, özgürlükler ve hukuku doğru kavrayamamakta.
Bu anlamda tartışmaların Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ya da serbest bırakılmasına dönüştürülmesi vahim bir durumdur.
Gezi ve 6-8 Kobani olaylarında halkın malına, canına, devletin güvenliğine kast edilmiş midir, edilmiştir.
Bunlar suç mudur, suçtur.
Bu suçları ortaya çıkarmak, suçluları yargılamak ve cezalandırmak yargının görevidir.
Yukarıda dile getirdiğimiz gibi bunu yaparken suçlu olmayan birilerini cezalandırmanın yanlışlığı kadar suçlu olan birilerini suçtan azade tutmak da hatadır, büyük yanlıştır.
Bu konuda temel kıstas şüphesiz somut delildir.
Somut delil olmaksızın kimseyi suçlayamazsınız ancak suçlu biriyle ilgili somut delilleri bulmak da aynı şekilde yargının görevidir.
Bu konuda yargının sorunlarıyla ilgili görüşüm TBMM Eski Başkanı ve Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Cemil Çiçek ile benzerdir.
Yargıdaki sorunların giderilmesi konusunda yasal kimi değişikliklerin yanı sıra en önemli adımların hakim ve savcıların nitelikli, donanımlı hale getirilmesi yönünde atılması gerektiği kanısındayım.