AB'deki politikacıların da artık demokratik seçim sonuçlarını çıkarlarına nasıl uyarsa o şekilde değerlendirmekten vaz geçmesi gerek

ABD'de Donald Trump'un seçilmesi AB'de büyük bir şok oldu. O ana kadar “eski dünya düzeninin değişmeyeceğinden emin olan” AB ülkelerinin politikacıları ilk tepkilerinde de bunu belli ettiler. Donald Trump'ın demokratik bir seçim sonucu ABD Başkanı olması AB'de bir çok “demokrasi üzerine ahkam kesen” politikacıyı oldukça rahatsız etti.

AB'deki politikacılar artık bu iki yüzlülüğe son vermeliler.

Örneğin Türkiye'de her seçimde seçmenlerin yüzde ellisinden fazlasının oyunu alarak seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan söz konusu olduğunda ya da ABD halkı Donald Trump'ı seçtiğinde “seçimde çoğunluğun desteğini almak her şey değildir” diyecek kadar demokrasiyle çelişen AB politikacıları nedense bu pazar akşamı Avusturya Cumhurbaşkanı seçiminin ardından “seçim sonucunu” öve, öve bir hal oldular. Hatta demokratik seçim sonucu seçmenlerin “ırkçı söylevleri” olan bir adayı seçmemesini de demokrasi zaferi olarak kutladılar. Biz de sevindik.

Ancak AB'deki politikacıların da artık demokratik seçim sonuçlarını çıkarlarına nasıl uyarsa o şekilde değerlendirmekten vaz geçmesi gerek. Seçmene ve demokrasiye saygı seçimin sonucu ne olursa olsun uyulması gereken doğru tavırdır.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yıllardır “dünya beşten büyüktür” derken aynı zamanda dünyayı “tek merkezli olarak” yönetmeye kalkanlara da karşı çıkmaktaydı. Nitekim bu hafta sonu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, dünyadaki tek kutuplu merkezi düzen kurma girişimlerinin başarısız olduğuna ilişkin bir açıklama yaptı ve “Bu kaçınılmaz bir şey. Tek kutuplu dünya düzeni kurma girişimleri başarısız oldu. Artık farklı bir zamanda yaşıyoruz.” dedi.

Evet dünya değişiyor.

AB'nin bazı politikacılarının da kavraması gereken gerçek bu!

Yeni dünya artık ABD'nin ekseninde dönmeyecek. Rusya ve Çin'i “yok” sayanlar buna pişman olabilirler. Daha düne kadar sırtını ABD'ye dayamış bir AB yeni dünya düzenine ayak uydurabilecek mi?

Özellikle “kendi çıkarlarımızı korurken başkalarınınkine de saygı duyulması gereken” bir düzen AB ülkelerinin alışmakta zorluk çekeceği bir düzen olacak. Ancak başka çareleri yok. Hele Brexit sonrası bu çok daha da zor. Daha düne kadar en zor coğrafyalarda ABD ile AB adına İngiltere işbirliği sayesinde AB olan bitenin dışında kalmıyordu. Ancak Donald Trump ABD'si bundan böyle eski ABD'nin rolünü üstlenmeye pek niyetli değil. Düne kadar AB'nin olmadığı her yerde AB adına var olan İngiltere'de yok. Üstelik kimse yanlış rüyalar görmesin. İngiltere bu kararı en az yirmi yıllık bir tartışma sonucu aldı. Yani bazılarının AB'de çok “safça” beklediği gibi bir dönüş olmayacak!

AB yöneticileri ve AB üyesi ülkeler 2017 yılında çok terleyecekler. Seçimler AB'nin geleceği açısından önemli rol oynayacak. Özellikle Fransa seçimi.

Açık konuşmak gerekirse Hollanda'da aynı İngiltere'deki gibi bir AB karşıtı gelişme olsa AB'nin bundan korkmasına gerek yok. Almanya sınırı kapalı bir Rotterdam Limanı hiç bir işe yaramaz!

Ancak Fransa, İngiltere'nin yolunu seçerse bu AB için bir kriz değil “son” anlamına gelebilir. Elbette bu ihtimal şu an için “minimum”. Ancak yeni dünyaya ayak uyduramayan bir AB'de her türlü “sürprize” hazır olmakta yarar var.

Brexit sonrası AB'nin geleceği açısından elbette bir AB Ordusu'nun kurulmasına ağırlık verilmesi çok akıllıca. Ayrıca ABD'nin savunmadığı bir AB'nin kendi savunmasını organize etmesi bir zorunluluk. Ortak bir ordu ve savunma sanayi hedefleri doğru hedefler. Ayrıca ekonomik krizlerle boğuşan AB üyesi ülkeler açısından da zorunlu bir adım. Farklı tanklar, tüfekler ve araçlar kullanmak yerine işbirliği yapılarak ortak üretilen silahlar hem daha ekonomik hem de daha modern olacaktır. Ancak bu hedef bugünden yarına mümkün değil.

Yine aynı şekilde AB'yi birleştirici ve de AB kamuoyunun desteğini sağlayıcı ilk adımlardan biri AB dış sınırlarının korunmasına yönelik adım olacaktır. Frontex'in binlerce sınır koruma polisinden oluşan güçlü bir yapı haline getirilerek yasa dışı göçün engellenmesinin hedeflenmesi AB açısından hem birliği sağlayıcı hem de AB'ye güveni arttırıcı bir adım olacaktır.

Hem AB Ordusu hem de Frontex'in güçlendirilmesi ve bu sayede yasa dışı göçün etkisizleştirilmesi gibi dev hedefler ise Türkiye'yi dışlayarak ya da Türkiye düşmanlığı üzerinden ufak hesaplarla politika yaparak mümkün değildir. Yeni düzene ayak uydurma niyetinde olan bir AB, Türkiyesiz düşünülemez.

Ancak günümüz yanlış politikaları ile Türkiye kazanılamaz. Hatta kaybedilmek üzere.

Yeni dünya düzeninde Türkiye için alternatiflerin sayısı artmakta. Brexit sonrası Avrupa kıtası belki de sadece AB'ye mahkum kalmayacak. Hele Rusya ve Çin ile sorunlu bir AB'nin Avrupa kıtasında tek muhatap olarak kalmasını beklemek hata olur. “Türkiye'yi AB'ye almayacağız” diyenlerin unuttuğu bir gerçek var. O da Türkiye'nin Avrupa'da ev sahiplerinden biri olduğu. Ve dev “Avrupa ev“ sadece AB'den oluşmamakta. Türkiye AB üyesi olsun ya da olmasın Avrupa'da “kiracı” değil. Avrupa'nın kopmaz bir parçası.

AB, yeni düzene ayak uyduramadığı takdirde taşınamaz bir “yük” haline gelebilir.

Keşke AB yöneticileri, AB üyesi ülkelerin politikacıları ve özellikle genelde “lüzumsuz” işlerle uğraşan Avrupa Parlamentosu PKK'lı teröristlere, FETÖ terör örgütü mensuplarına ve diğer Türkiye karşıtlarına destek olacağım diye “boşa “ harcadığı enerjisini “AB'nin geleceğine yönelik” harcayabilseydi.

AB bu şekilde devam ederse ve yeni dünya düzenine adapte olmayı başaramazsa AB'nin geleceği de parlak olmaz. Ve açık konuşmak gerekirse Avrupa'nın geleceği bu haldeki AB'ye bırakılamayacak kadar önemli ve değerli!