Farklı düzeylerde İsrail ve ABD bir panik içerisindeler.
7 Ekim’de Hamas’ın düzenlediği Aksa Tufanı operasyonunun üzerinden yaklaşık bir hafta geçti. Taraflar için zarar-ziyan bilançosu henüz netleşmiş değil çünkü ikinci perde, yani ilk perdeye hâkim olan şok durumu geçtikten sonra açılan perde panik, kafa karışıklığı ve şiddettin araçsallaştırılması üzerinden açıldı. Farklı düzeylerde İsrail ve ABD bir panik içerisindeler. İsrail’in içine düştüğü panik hali çok daha belirgin. Geçen hafta bahsetmiştik; Aksa Tufanı operasyonunun taşıdığı bir mesaj var- bu mesaj doğrudan Hamas’ın siyasal mücadelesi ile de bağlantılı. Bu mesaj İsrail’e şunu diyordu: Ne yaparsan yap, kiminle anlaşırsan anlaş, hangi savunma silahını geliştirirsen geliştir, nereyi ilhak edersen et, Filistin meselesi çözülmeden güvenli olamayacaksın. Aksa Tufanı -niyet edilmiş ya da edilmemiş bir biçimde- ki ben edildiğini düşünüyorum- bu mesajı etkileyici bir operatif performans ile birleştirdi ve İsrail’in çok güvenli- düşmana rağmen güvenli bir yer olduğu anlatısını da yıktı. Gazze’nin burnunun dibine kadar gelmek, acının, yoksunluğun, yerinden edilmişliğin 100-200 metre ilerisinde kibbutz cennetleri ve müzik festivalleri hayal etmek çok akıllıca değilmiş demek ki diye bir düşünce dalgası zihinlerde dolaştı. Böylece İsrail için varoluşsal tehdidin olmadığı hatta bir kısım Arap ülke ile barışıldığı bir dönemde İsrail’in güvenlik ve genişleme- ki sahanın kontrolü üzerinden bunlar iç içe geçiyordu- stratejisinin esası caydırıcılığı çok büyük bir yara aldı. Bu yarayı, geçtiğimiz hafta içerisinde farklı İranlı yetkililer sokaktaki insanın anlayacağı şekilde özetlediler de: onlara göre İsrail’in vurulabileceği ve yenilebileceği görüldü.
Cezalandırma üzerinden caydırıcılık tesis etmek mümkün mü?
Bu sıfatlar vurulabilirlik ve yenilebilirlik, nükleer silahlı, teknolojik üstünlüğe sahip, milleti ordusu olan ve güvenlik için defalarca işgal ve ilhaka başvurmuş bir devlet için taşınması oldukça zor sıfatlar. ABD yardımına gelmeseydi bu çok güçlü görünen devlet mühimmat ve deniz sahasını koruma konusunda zorluk yaşayacaktı. Bugün ABD’nin yardımına rağmen rehinelerin kurtarılması konusunda zorluk yaşadığı görülüyor. Peki bu sıfatların İsrail ile yan yana anılmadığı 6 Ekime geri dönmek için ne yapmalı- ki düşman İsrail’i vurmayı hiç düşünmesin. Daha fazla silah, daha fazla genişleme, daha fazla ordu-millet birleşmesi, daha fazla işgal, daha fazla ilhak; bu reçetenin Hamas’ın bir kolunun saldırısını 7 Ekim’de engelleyemediğini biliyoruz. Dolayısıyla İsrail için caydırıcılığın yeniden tesisi -hele ki bölgede tek güçlenen aktör İsrail olmadığından- çok kolay gözükmüyor. Ancak caydırıcılığı düşmüş, toplumsal travma yaşayan bir aktör olarak kısa dönemde şiddet dalgasını bugüne taşıyan İsrail stratejilerini değiştirmek konusunda toplumsal bir sorgulamaya girişmek de zor. Düşünün nüfusun bir kısmı sığınaklara inip inip çıkıyor, bir kısmı kayıp aile üyelerinden haberdar olmak için yanıp tutuşuyor, bir kısmı yas tutuyor, bir kısmı savaş kabinesi kurmuş bir ülkede artık yaşamak zorunda olduğunun farkında.
Bu nedenle kısa dönemde tüm bu travmaları sessiz moda alacak ve çok sağlam olmasa da bir tür caydırıcılık sağlayacak önlemler alma paniği içinde İsrail, cezalandırma aracılığı ile caydırıcılığını tesis etmeye karar verdi. Bildiğimiz Gazze’yi yeryüzünden silme ve Hamas’ı yok etme cezası kesilmiş görünüyor. Gazze’de yaşayan iki milyon insan buharlaşamayacağına göre, onların yeryüzünden silinmesi için bir yöntem aranıyor, kimi ölecek kimi sürülecek kimi sürüldüğü yerde ölecek. Kolektif cezalandırmanın uluslararası hukuka aykırı oluşu, 7 Ekim saldırısı karşısında orantısızlığı dışında gerçekte İsrail açısından bir irrasyonaliteyi yani mantıksızlığı da içinde barındırıyor. Gazze yok da olsa, Hamas yok da olsa bu İsrail’in vurulduğu ve vurulabileceği gerçeğini değiştirmiyor. Yani ceza aracılığı ile sağlanan caydırıcılık Tel Aviv’in arzu ettiği kuvvette olmayacak. Bedele razı olan yarın İsrail’e yine dokunabilir. Ayrıca bu cezalandırma eyleminin bedelinin sadece Gazze ve Hamas tarafından ödeneceğini düşünmek de mümkün değil. Bu yazı yazılırken kara operasyonu başlamamış, hatta iddialara göre hava koşulları bahanesiyle ertelenmişti. Demek ki kara operasyonun başlamasındaki zorluklar henüz aşılmamış. Deve yolda güdülür mantığı ile hareket etmesi İsrail’i içinde rehinelerin filan olduğu bir yıpratma harbine çekebilir.
Cezalandırma risk ve maliyetlerden bertaraf değil
Şu an için ABD’nin İsrail’e sağladığı caydırıcılık (üçüncü tarafların İsrail’in düzenleyeceği Gazze kara operasyonuna tepki olarak İsrail’e müdahalesini caydırmak) ve mühimmat desteği kara operasyonunu mümkün kılsa da hala İsrail ve ABD açısından ödenebilecek bedeller var. Netanyahu, bizzat mücadelenin uzun soluklu olacağını söyledi yani operasyon hatta işgalin hemen tam kontrolü ve tüm risklerin eliminasyonunu sağlayamayacağını biliyor gözüküyor. Ayrıca Batı Şeria’daki irili ufaklı grupların tüm eylemlerini engellemek sahayı terörize ettikten sonra mümkün olmayabilir. İsrail bu cezalandırma stratejisi kapsamında iç sınırların değişiminden ve toprakların kontrolünün insansızlaştırma üzerinden sağlanmasından bahsediyor anlaşıldığı kadarıyla. Bu nedenle insanı insızlaştıran, insan olmayan insana her türlü aşağılamanın yapılacağını ima eden bir dil kullanılıyor (-ki bu dili kullanan daha güçlü küresel aktörler bile başarılı olamamıştı, örneğin 11 Eylül sonrası ABD- bunu da bir yere not etmeli) ama tekrarlayalım iki milyon insan buharlaşamayacağına göre hareketli hale gelişleri Mısır’da, olayların Batı Şeria’ya sıçraması Ürdün’de büyük rahatsızlık yaratacaktır. Bu ülkeler de ABD’nin müttefiki ve Washington’u zaten Lübnan ve Suriye hattından İsrail rahatsız edilme tehlikesi ile karşı karşıyayken Tel Aviv’i Mısır-Ürdün hattını rahatsız etmemeye davet etmeye çağırıyorlar. Şunu demek istiyoruz, sonuçta ancak kara operasyonu başladığında görebileceğimiz, zaten her kara operasyonu için geçerli olan istihbarat, lojistik, koordinasyon zorluklarından bağımsız, asimetrik riskler ve komplikasyonlar İsrail için baş gösterebilir. Üçüncü tarafları caydırma misyonunu yerine getiren ABD’nin ise karşısında üçüncü taraf olarak addettiği bir sürü vekil aktör var. Bu aktörler farklı patronlardan, kendi davaları kadar Arap sokaklarının gönlündeki meşrulaştırmadan filan da besleniyorlar. Ok yaydan çıkar, sahanın terörize edilmesi Gazze’nin işgali anlamına gelecek bir yere doğru giderse bu aktörlerin sahada ve gönüllerde yer tutma çabasını nükleer silahla, F35 ile, uçak gemisi ile filan durdurmak çok kolay olmayacaktır. Bu arada bu aktörlerin bir kısmının en önemli patronu olarak görülen İran’ın nükleer eşikte bir devlet olduğunu ve İran dış işleri bakanının eğer İsrail’in Gazze saldırıları durmaz ise savaşın alanının diğeri cepheleri (!) kapsayacak şekilde genişleyeceği uyarısını da aklımızda tutalım. Olaylar bu raddeye gelirse şiddet karşısında kafası karışmış, bir o tarafa, bir bu tarafa empati besleyen bölge halklarının ve uluslararası toplumun rahatsızlığı daha artacak, Batı’nın toplumsal alanında dahi “nerede yanlış yaptık” sorgulaması başlayacaktır- ki AB’nin ve Avrupa devletlerinin katı tutumuna rağmen Avrupa toplumsal alanında bu tür bir sorgulamanın ön izleri görülüyor. Ukrayna-Rusya harbi devam ederken Batı’da taze, kanayan bir bölünme hattı daha demek bu.
İsrail ve ABD başarısızlığı örtmeye mi çalışıyorlar?
Bu kadar riskli ve amaca tam hizmet etmeyen bir cezalandırma stratejisi üzerinde İsrail’in ısrar etmesi, ABD’nin de bu ısrarı şimdilik ve belirli sınırlarla (olay Gazze ile sınırlı kalsın) cesaretlendirmesi öyleyse neden? Cezalandırmanın rasyonel görünen tarafı İsrail için devreye giriyor burada. İsrail ve Netanyahu yönetimi sahada kaybettikleri performatif gücü ve söylem üstünlüğünü böylece ele geçirip, caydırıcılıkları sanki hiç hasar almamış gibi davranabiliyorlar. Bu, İsrail caydırıcılığı, ceza ile tesis edilecek caydırıcılığın çok ötesinde zarar gördüğü için Tel Aviv adına yapılabilecek tek mantıklı hareket gibi geliyor. Sahnenin önünde sanki nüfusu sığınaklara inmiyormuş, sanki nüfusu rehin alınmamış, sanki karadan, denizden, havadan vurulurken donup kalmamış gibi, Tanrı’nın gazabıymış gibi, intikam peşinde aklını kaybetmiş gibi davran- belki gerçek sanırlar. Ayrıca İsrail’in dönüp tüm kızgınlığını kusması (Ey Washington, beni koruyamadın!) gereken ana odaklardan biri ABD. Böylece İsrail’de ABD’nin vurulan müttefiklerinin listesine eklendi (liste çok uzun, neredeyse herkes orada, üzgünüz bu açıdan İsrail özel bile değil). Dahası İsrail, ABD’ye kızsa bile ABD’nin kendisi kadar kızamıyordur şu anda. Washington’un yaşadığı paniğin temel nedeni bu. 7 Ekim ABD’nin Ortadoğu’da uzaktan dengeleme stratejisinin temel dayanaklarını yok etti. Bu dayanaklardan ilki, nükleer silahı ve teknolojik üstünlüğü ile doğal dengeleyici İsrail vuruldu. Kıyılardan bir tehlikeyle karşı karşıya kalmasın endişesi ile Washington Doğu Akdeniz’e park etti. Kirby, komik bir biçimde karaya postal basma niyetleri olmadığını söylüyor, postal sahilde hazır beklemek zorunda kalmışken. Dayanaklardan ikincisi Körfez, ABD’nin bölgeden uzaklaşması halinde İsrail’i yeni güvenlik sağlayıcılarından biri olarak görüyordu. Şimdi yükselebilecek, İsrail-Arap, İran-İsrail gerginliğinin yıkıcı etkilerinde nasıl sıyırırım diye düşünüyor. İran-Suudi Arabistan yakınlaşması bozulmadığından ABD dışındaki aktörlerin (Çin, Rusya vb) Ortadoğu’ya girişi sevinilecek bir durum halini aldı. Üçüncü ayak, Körfez-İsrail, İsrail-Türkiye normalleşmeleri üzerinden İran’ın etkisinin dengelenmesi meselesinde aktörler durmuş bekliyor. Bir kere Riyad-Tel Aviv normalleşmesi başka bahara kaldı. İsrail’in normalleştiği aktörler ise bölgesel önceliğin işbirliği zemininden barışın yeniden tesisi üzerine kaydığının farkında. Bu ortamda ABD’nin, tüm enerjisini bir yerlerde tüketmiş görünen Biden yönetiminin oyunu tekrar kurması güç görünüyor. O nedenle şimdilik Gazze’de İsrail’e yeşil diğer herkese kırmızı ışık yakarak zaman kazanmaya, İsrail öfkesini Gazze’de harcarken ABD caydırıcılığına herkesi ikna etmeye çabalamak için zaman kazanmaya, böylece aynı İsrail gibi başarısızlığını örtmeye çabalıyor. Oysa bugüne kadar ABD’nin Ortadoğu’daki her başarısızlığının bölgede önemli bir etkisi oldu, bunun da olacak. Üçüncü perdede bu etki nedir, daha net göreceğiz.