Aylar önce yazdığı bir yazıda 1974 yılında Venedik'teki bir otele gittiğinde "solcu" bir genç olan Özkök, o gün orda "burjuva olarak öleceğine" söz vermiş.

#BeyazlarınÖdülTöreniOlarakBildiğinizOscarTöreni

Ne yalan söyleyeyim, o sıkıcı ödül törenini kurtaran tek olumlu şey Parazit’in en iyi film ödülünü almasıydı. Ben ise o geceden bu yana Oscar’la ilgili bir gün boyunca uykusuz kalmama değecek bir şey arıyorum. Hala daha bulabilmiş değilim.

O nedenle Oscar’la ilgili salı günü yazmadım. İşin doğrusu, yazmak içimden gelmedi. Bugün yazmamı da Ertuğrul Özkök’e borçluyum, zor zamanlarda yazdıklarıyla (ve haliyle yazmadıkları) bana ilham veriyor. İyi ki var!

Aylar önce yazdığı bir yazıda 1974 yılında Venedik’teki bir otele gittiğinde “solcu” bir genç olan Özkök, o gün orda “burjuva olarak öleceğine” söz vermiş. Burjuvazinin ilkelerini yerine getirebilmek için koskoca bir Oscar yazısında siyahilerin olmayışından bahsetmemenin dayanılmaz hafifliği elbette paha biçilemez. Ben de biliyorum, burjuvalığını sadece “kendin çal kendin oyna” deyiminin tanımı sayılabilecek üçüncü sınıf Kelebek ödüllerinde söktürebiliyor. Şu âlemde ne çok acı var, onu da biliyorum.

SINIF ÇATIŞMASI KAZANDI

Parazit, herkesin ilk favorisi olmasa bile büyük bir çoğunluğun ikinci favorisiydi. Zaten o nedenle ertesi gün Oscar kendine manşetlerde az da olsa yer buldu. “1917’ye” gitseydi ödül o manşetler bile mumla aranacaktı. Dikkat ediyor musunuz bilmem, en iyi film ve en iyi erkek oyuncu kategorileri hep sınıf çatışmasını anlatan, sisteme karşı isyan temalı filmlere/karakterlere gitti.

Komplo teorilerine inanan biri değilim ama artık bunun bilinçli bir şekilde yapılmaya çalışıldığından ciddi anlamda kuşkulanıyorum. Güçlünün güçsüzü ezdiği filmlerde sıradan insanlar (orta sınıf) kendinden mutlaka bir şeyler buluyor. Sıradan izleyicinin sinema zevkinin ölçüsü de kendinden bir parça bulmasıyla ilişkili zira. Sistem karşısında ezilen iyi insanlar kötü bir karaktere dönüşüyor ve o kötücül karakter sempati topluyor. Çevresindeki herkesi öldürse de “haklılık gerekçeleri” mutlaka sıralanıyor, kötülük normalleştiriliyor. Çünkü ondan kötü, sistem var.

Sınıf çatışmasını Parazit’ten daha iyi anlatan filmler mutlaka var ama Koreli bir yapımın ABD’de bu kadar çok tutmasının sebebini görmek için Demokratların Iowa ve New Hampshire’de yapılan ön seçimlerine bakmak yeterli. Sol ve liberal sol adaylar toplumdan büyük rağbet görüyor. Favori Joe Biden yerlerde sürünüyor. Yerleşik düzen yerinden mi oynuyor acaba? Brad Pitt bile ödül alırken “President’e” laf çakıyor.

Önümüzde günlerde, gündem izin verirse bunu daha detaylı yazacağım. Fakat o zamana kadar size ödev veriyorum, Joker’i canlandıran Phoenix’in “adalet” üzerine yaptığı konuşmayı başka biri yapsaydı bu kadar sempati toplar mıydı? Oysa onun her ödül töreninde yaptığı bol aforizmalı konuşmalardan biriydi.

JÜRİ NETFLIX’E DİRENEMEDİ

Gömecek o kadar çok şey var ki sizi ayrıntılara boğmak (evet boğmak) için burada kesiyorum ama olumlu olarak söyleyebileceğim, Akademi’nin artık Netflix’i Laura Dern’e verdiği ödülle kabul etmesi ve muhafazakârlıklarını kırarak ilk kez kendi dillerinden başka bir filme ödül vermesi. Belki de 93. Akademi Ödülleri için bizi uykusuz bırakacak yeni aksiyonlar arıyorlardır, hem kendileri de o sıkıcı hallerinden bunalmış olamazlar mı?

KIRMIZI HALI

SCARLETT JOHANSSON: Açık ara stilini beğendiğim kişi oydu. “Yıllanan şarap güzelleşir” misali yaşlandıkça “Benjamin Button’un” kadın versiyonu olmaya aday Hollywood’daki nadir kişilerden biri bana kalırsa. En azından şimdiden öyle olacağı belli oldu. Murathan Mungan’ın o meşhur sözü gibi, “derinliği yalınlıkta aramalısınız”. İşte öyle bir elbise giymişti ki hem yalın, hem güzel hem de çarpıcı.

CHARLIZE THERON: Her zaman abartıdan uzak duran elbise tercihleriyle gündem olmayı başaran Theron, yine öyle bir stille kırmızı halıda göründü. Omuz dekoltesi inanılmaz göze çarpan ama bir o kadar da sadeydi. Hep aynı şekilde şık olmayı başardı ama seneye “kabak tadı verdi” diye konuşur muyuz, bilmem, ikizler burcuyum ben, sağım solum belli olmaz.

SPIKE LEE: Kobe Bryant’ı anan mor takım elbisesinde “Black Mamba’nın” LA Lakers’da oynarken terlettiği 24 numara vardı. Evet ölümünün üzerinden çok kısa bir zaman geçmesine rağmen o takım elbisesini eleştirmeye kimsenin gücü yetmez. Zaten Kobe’ye dokunan yanıyor şu sıralar, Washington Post muhabirinin başına gelenleri yazmıştım, biliyorsunuz.

BILLY PORTER: Evet bu konuda tarafım, “objektifim” yalanlarına inanmıyorsunuz değil mi? Çünkü Pose dizisinden bu yana kıyafetleri en az oyunculuğu kadar iddialı. Ben ise oyunculuğuna hayranım. Kırmızı Halı’da gözlerin en fazla üzerine çevrildiği isimlerden biriydi. Abartılı stilleri tercih etmesiyle gündemi kimseye bırakmıyor ama yakıştı mı yakışıyor işte. Âkif Beki görmesin, ahlakı bozulur.

LAURA DERN: Marriage Story’e herhalde onunla âşık olmayan kişi sayısı azdır, o az olan da aşktan anlamaz. Ama bana göre törenin en rüküşüydü. Ödül alacağı neredeyse garanti gibiydi ama o kıyafet değil gece, evde bile giyilmez. Giyilen diyen varsa Karl Lagerfeld’in kemiklerini sızlatır.

NATALIE PORTMAN: Sahnede yapılan konuşmaları geçiyorum, hiç konuşmadan en güzel tepkiyi veren Portman’dı. Şıklığını geçtim –ki zaten hep şık jürinin erkek egemen zihniyetine bir tokat gibiydi elbisesinin üzerine işlenen kadın yönetmenlerin ismi. Ve evet, ikinci bir şansa inanan Ertuğrul Özkök’e bir şans veriyorum, hadi bu jürinin kadınları yönetmen kategorisinde yok saymasının sebebini tartışalım. Var mısın?

DOLBY THEATRE

JANELLE MONAE – BILLY PORTER: Oscar’ın açılış şovunu kurtaran yine Billy Porter oldu. Bu sefer kesinlikle taraf değilim, Porter o sahneye çıkmasaydı, o şov yavan kalacaktı. Artık sahne şovları seyirciden uzak bir anlam kazanırken salondakilerle temas halinde bir şov demoden de öteydi. Evet kendini izletti ama sadece izletti. Ertesi gün aklımda kalan tek bir kare bile yoktu, e napayım o zaman ben böyle açılışı.

CHRIS ROCK: O iyi ki var, bakın bir daha söylüyorum, iyi ki var. Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle o var. Çünkü o kadaaaar kategorinin içinde sadece bir tane siyahi aday olmasının izahı yok. O ise her zaman ki gibi siyahları savunan ve beyazları gömen konuşmasıyla adeta adaletin sesi oldu. Beyazların ne kadar umurunda olacak derseniz, tabii ki hiç. Ama en azından iyi ki beyazlar, hiç değilse yüzleri kızaranları ayırt edebiliyoruz ara sıra.

EMINEM: Bir ara sahneye çıktı, neden bilmiyorum, sonra uçtu gitti. Ertesi gün de konuşan yoktu. Hayalet gibiydi, o müthiş şarkısını sıradanlaştırmak için bundan daha iyi bir yol olamazdı. Tek pozitif tarafı 8 Mil’i sinemada izlediğim çocukluk günlerim aklıma geldi.

AMERICAN FACTORY: Herkes en büyük ödülleri beklerken benim gözüm en iyi belgesel dalındaydı. Çünkü Brezilya’daki darbe sürecini anlatan The Edge of Democracy belgeselinin kazanmasını çok istiyordum. Sonunda kazanan yapımcılığını Obama’nın şirketinin üstlendiği American Factory oldu. Şaşırdık mı?

BONG JOON HO: Son on senede en iyi yönetmen ödüllerini sadece bir Amerikalı kazanmış. Geçen sene biliyorsunuz, Meksikalı Alfonso Cuaron almıştı. Bong ödül aldığında Sam Mendes’in ödülü garanti gördüğünü anlatan şaşırmış dudak hareketi görülmeye değerdi. Ama en sevdiğim kısmı, Bong almasaydı favorim Martin Scorsese’yi o sahnede kimse ayakta alkışlatmayacaktı. Son zamanlarda Hollywood’un yükselen trendi “sınıf çatışması” temasını yakalamış, ne olursa olsun iyi ki kazandı, “alt sınıfların” filmini yaptığından ufak eleştirilerden de muaf tutuldu.

BRAD PITT: Popüler kültürü geçelim, biraz yaşlanmış ama biraz. Ödül sonrası Pitt’i ilk kez siyasi mesaj verirken gördüm, zorlamaydı, sempati toplama adına yapılmış bir hareketti. Trump’a laf çakmak için buna gerek var mıydı bilmem ama bunun için başka yollarda var, Kevin Costner’e bak, Buttigieg’in seçim kampanyasının aktif çalışanlarından.

JOAQUIN PHOENIX: Senden büyük Joker’i ilk canlandıran Heath Ledger var der kenara çekilirim. Evet, mevcut adaylar içinde senin hakkındı ama bir Heath Ledger değilsin ve üzgünüm olamayacaksın.

Laf çakmasam olmaz, Ford v Ferrari’de iyi olan tek şey Christian Bale’ydi, yapımcıları jüriden kimin ekürisiydi de acaba aday oldu?

Sizi çok ayrıntıya boğdum, biliyorum ama bir kez daha anlaşıldı ki Chris Rock > Oscar…

Ve son sözüm sana “Kelebek” etkisinde kalmış “burjuva” Ertuğrul Özkök: #BlackLivesMatter.