Açılış konuşmalarını, topluluğun kurumsallaşmasında ilk yıllardan itibaren büyük emeği olan ve kongrenin bu yıl da başarıyla gerçekleşmesine katkıda bulunan Liberal Düşünce Topluluğu Genel Koordinatörü Özlem Çağlar Yılmaz, Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Semih Aktekin, Kapadokya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Ali Karasar ve Nevşehir Valisi Ali Fidan yaptı.
Milli Eğitim Bakanı Prof. Dr. Yusuf Tekin, 1990’lı yıllardan bu yana Liberal Düşünce Topluluğu’nun toplantılarına akademisyen, eğitim müsteşarı ve bakan yardımcısı sıfatlarıyla katıldığını belirtti. LDT'nin, Türkiye’de özgürlükçü ve demokratik bir bakış açısının yerleşmesine sağladığı katkılara dikkat çeken Tekin, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin uzun soluklu bir emek ve kararlılık süreciyle oluştuğunu ifade etti. Bu modelin amacının sadece bilgiye ulaşan değil, aynı zamanda özgür düşünen, bağımsız muhakeme yapabilen ve ifade özgürlüğünü benimsemiş bireyler yetiştirmek olduğunu vurguladı. Tekin, özgür düşünce, insan hakları ve toplumsal dayanışma gibi evrensel değerlerin kapsamlı bir şekilde ele alındığı bu buluşmanın, ülkemiz ve tüm insanlık için yeni bir dönemin kapılarını aralamasını temenni etti.
Kongrenin ilk oturumu, "Milli Eğitim Politikası" başlığı altında Prof. Dr. Ömer Çaha’nın oturum başkanlığında yapıldı. Oturumda, Milli Eğitim Bakan Yardımcısı Ömer Faruk Yelkenci, milli eğitim müfredatını daha özgürlükçü ve çoğulcu hale getirme yönünde çalışmalar yürüttüklerini belirtti. Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Türkiye’deki eğitim sisteminin, Avrupa'daki kast sisteminin aksine, sosyoekonomik hareketliliği destekleyen bir yapıya sahip olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Yüksel Göktaş ise Türkiye’deki üniversite sayısındaki artışa rağmen arz-talep dengesizliğinin sürdüğüne dikkat çekti. Göktaş, akademik ve mesleki eğitim arasındaki dengenin sağlanması gerektiğini ifade ederken, üniversiteler ile iş dünyası arasındaki iş birliği eksikliğine ve hayat boyu öğrenme imkanlarının yükseköğretimde finansman desteğiyle güçlendirilmesi gerektiğine değindi. Eğitimci Mehmet Ali İlkaya ise sosyal devlet anlayışıyla yetişen vatandaşlardan bireyci, özgürlükçü bir devlet anlayışına hızlı bir geçişin zor olduğunu; ancak doğru adımlar atılarak bu alanda olumlu sonuçlar alınabileceğini belirtti.
İkinci oturum, "Filistin’de Soykırım Karşısında Liberal Tutum" başlığı altında Prof. Dr. Alim Yılmaz’ın oturum başkanlığında gerçekleşti. İlk konuşmacı Prof. Dr. Metin Uçar, 7 Ekim’den sonra Türkiye genelinde yaklaşık 200 kişiden oluşan Filistin Akademik Düşünce Platformu’nu kurduklarını açıkladı. Uçar, platformun Filistin duyarlılığını ön planda tutarak doğru bilgi arayışı, haksızlığa karşı duruş, bilimsel ve etik ilkelere bağlılık, antisemitik söylemden kaçınma, Filistinli gruplar arasında tarafsız kalma ve toplumsal kesimleri incitmeyecek bir dil kullanma gibi ilkeler benimsediğini belirtti. Her hafta düzenli olarak Filistin söyleşileri gerçekleştirdiklerini söyleyen Uçar, platformun yaklaşık bin maddeden oluşacak bir Filistin sözlüğü hazırladığını ve Filistin ile ilgili kitap projelerini başlattığını duyurdu. Filistin meselesinin sadece 7 Ekim sonrasıyla açıklanamayacak kadar derin ve geçmişe dayalı bir sorun olduğunu vurgulayan Uçar, siyonizm eleştirisi ve antisemitizm konularında Ebuzziya Tevfik, İsmail Hakkı Bey, Şükrü El-Aseli Bey, Yusuf Akçura ve Mahmud Muhtar Paşa’nın çalışmalarına da değindi. Dr. Murat Yılmaz, İsrail'in insan hakları ve hukuk ihlalleri tespit edilirken, zaman zaman Siyonizm tartışmalarının gündeme geldiğini belirtti. Bu ideoloji tartışmalarının genellikle somut ihlallerin göz ardı edilmesine yol açtığını vurgulayan Yılmaz, dikkatin somut ihlallerde kalmasının daha faydalı olacağını ifade etti. Siyonizmin, emperyalizmin belirli bir bölgeye yönelik bir alt ideoloji olarak ortaya çıktığını söyleyen Yılmaz, Filistin meselesini değerlendirirken yalnızca İsrail’i değil, aynı zamanda onunla birlikte hareket eden ABD ve Batılı ülkeleri de dikkate almak gerektiğine dikkat çekti. Bu ülkelerin çizdiği politik çerçevenin, İsrail’e insan hakları ihlallerinde zemin ve destek sağladığını belirten Yılmaz, Sanayi Devrimi’nden bu yana ilk defa ekonomik ağırlığın Batı dışına, özellikle Doğu’ya kaydığını hatırlattı. Bu yönelimin, siyasi hegemonyasını sürdüren ABD ve iş birliği yaptığı ülkeler için büyük bir endişe kaynağı oluşturduğunu belirtti. Yılmaz, ABD ve Batı ülkelerinin, Doğu’da oluşan ekonomik merkezin siyasi bir güç ve askeri kapasiteye dönüşmesini engellemek amacıyla kaos yaratan bir dış politika izlediğine dikkat çekti. Avukat Fatma Erdebir, 7 Ekim sonrasında Türkiye’de düzenlenen eylemlerde siyasi ve dini motiflerin öne çıktığını ve bu nedenle herkesi kapsayamadığını belirtti. Bu eksiklikten hareketle, tüm kesimlerin kendisini ait hissedebileceği “Birleşmiş Vicdanlar Hareketi”ni başlattıklarını ifade etti. Erdebir, Birleşmiş Vicdanlar Hareketi’nin, siyasi, dini ve ideolojik farklılıkları geri planda tutarak, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlara yol açan küresel düzene karşı saf bir vicdan hareketi olarak oluşturulduğunu vurguladı. Erdebir, şimdiye kadar Birleşmiş Vicdanlar Hareketi’nin çocuklar, boykot ve dünya düzenine karşı temalar etrafında 13 sokak eylemi düzenlediğini belirtti. Boykotun, sonucu ne olursa olsun, bilinçli bir duruş olduğuna dikkat çekerek, bunun aynı zamanda marka işgaline karşı bir tavır olduğunu dile getirdi. Bir diğer eylem teması olarak da Birleşmiş Milletler’e ve soykırımlara destek veren güçlere karşı durduklarını ifade etti. Erdebir, Birleşmiş Milletler’in artık Amerika’nın etkisi altında araçsallaşmış bir örgüt haline geldiğini, dünya barışını koruma, soykırımlara ve insanlık suçlarına karşı durma misyonunu yitirdiğini belirtti. Erdebir, Birleşmiş Vicdanlar Eylemlerinde Birlemiş Milletlere bir teklif sunduklarını söyledi. “Soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlarda daimi üyelerin veto hakkı kalkmalı Üye devletlerin
¾'ünün mutabık kaldığı konularda daimi üyelerin veto hakkı kalkmalı”. Erdebir, Amerika’daki gözlemlerine dayanarak, siyonizmin sistematik ve kötü niyetli bir akılla hareket ettiğini ve bu konuda bilinçli ve dikkatli olmamız gerektiğini vurguladı. Son olarak, Gazze’de ateşkes sağlansa dahi bu tür faaliyetlerine devam edeceklerini ve yeryüzünde bozgunculuk yaratan sistematik kötü akla karşı bilinç oluşturma amacıyla çalışacaklarını belirtti.
Üçüncü oturum "Batı Dışı Dünyada Liberal Olmak" başlığı altında, Prof. Dr. Atilla Yayla’nın oturum başkanlığında gerçekleşti. Prof. Dr. Tanel Demirel, evrensel olarak kabul edilebilecek bir liberalizmden söz etmenin zorluğuna dikkat çekerek, liberal değerler ile Batılı değerlerin özdeş kabul edilmesinin yeniden sorgulanması gerektiğini ifade etti. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, liberal değerlerin Batılı değerlerle özdeş olduğu fikrinin geniş yankı bulduğunu belirten Demirel, Batılı devletlerin ulusal çıkarlarını "liberal değerler" maskesi altında sunduğunu söyledi. Batı’nın son üç yüz yıllık başarıları, dünya genelinde yaşananların yalnızca Batı kaynaklı olduğu yanılgısına yol açarken, Doğu’nun bu süreçteki katkısının ikinci plana itildiğini ifade etti. Demirel, "Liberal değerler sadece Batı'da kristalleşmiştir ve başka kültürlerden alınacak bir katkıya sahip değildir" gibi bir yaklaşımın doğru olmadığını vurguladı. Hoşgörü, bilginin sınırlılığı, mülkiyetin önemi ve piyasa ekonomisinin anlamı gibi liberal değerlerin izlerinin İslam, Hint ve Çin kültürlerinde de bulunduğunu belirtti. Batı’daki tarih anlayışının bu katkıları göz ardı ederek, liberal değerlerin yalnızca Batı’ya aitmiş gibi bir algı oluşturduğunu ifade etti. Bu durumun, milliyetçi, muhafazakar ve İslamcı çevrelerde "Batılı değerler çöktü, dolayısıyla liberal değerler de çöktü" gibi bir düşünceye yol açtığını ve bunun yeniden anti-liberal bir gücü teşvik etme çabası olarak eleştirilmesi gerektiğini belirtti.
Prof. Dr. Atilla Yayla, liberalizmi üç ana grupta toplandığını; bunların klasik liberalizm, anarko-kapitalizm ve Amerikan liberalizmi olduğunu belirtti. Yayla, liberal prensiplerin dayatma anlamına gelmediğini, klasik liberalizmin savunduğu değerlerin çerçeve değerler olduğunu ifade etti. Son olarak Yayla, liberalizmi kolektif bir bakış açısıyla değil, birey üzerinden yorumlamanın daha anlamlı olduğunu ifade etti.
Dördüncü oturum "Türkiye’nin Ekonomi Politikası" başlığı altında, Prof. Dr. İsmail Seyrek’in oturum başkanlığında yapıldı. Prof. Dr. Ahmet Uzun, Türkiye’deki iktisatçıların ideolojik önyargılardan kurtulmakta zorlandığını ve bu durumun siyasetin ekonomi üzerindeki etkisini artırdığını ifade etti. Müdahaleci politikaların, risk almaktan kaçınan, pasif ve yeniliklere kapalı bireyler yetişmesine yol açtığını belirtti. Bu çıkmazdan kurtulmanın yolunun, fikir özgürlüğünü sağlamak, serbest piyasa ekonomisini teşvik etmek, deregülasyon uygulamalarını hayata geçirmek ve kamu kesiminin büyüklüğünü kontrol altına almak olduğunu vurguladı. Ayrıca, siyasetin ekonomik ve bürokratik yetenekleri engellemesine izin vermemek, özgürlüğün tüm riskleriyle kabul edilmesi ve demokrasi ile ekonomi üzerindeki aşırı müdahaleci tavırdan vazgeçilmesi gerektiğini belirtti. Prof. Dr. Selahattin Toğay ise verimlilik üzerine yaptığı konuşmada, Merkez Bankası’nın son politikalarının umut verici olduğunu ifade etti. İmalat sektörünün, hizmetlerden ve özellikle inşaat sektöründen daha verimli olduğunu vurgulayan Toğay, düşük verimliliğe sahip inşaat sektörünü büyüme aracı olarak tercih etmenin ekonomiye zarar verdiğini belirtti. İnşaat sektörünün istihdam yaratsa da verimsizlik yarattığını ve bunun dolaylı olarak enflasyonu tetiklediğini sözlerine ekledi.
Son oturum "Yeni Çalışmalar: Genç Akademisyenler" başlığı altında Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş'in oturum başkanlığında gerçekleştirildi. Kongre’nin son oturumda ben de Liberte Yayınları’ndan kitap olarak çıkan “İfade Özgürlüğü ve Sosyal Medya” yüksek lisans tezim hakkında konuşma yaptım. Konuşmamda, ifade özgürlüğünün kavramsal çerçevesini anlattım; ardından sosyal medyada ifade özgürlüğünün değişen fırsat ve zorluklarını tartışmaya açtım. Son konuşmacı Dr. Ümit Tol ise Tanzimat öncesi Osmanlı Devleti'nde piyasa düzenlemeleri ve fiyatlar üzerine yazdığı doktora çalışmasını sundu. Çalışmasında, Osmanlı’da narh uygulamalarının maliyetleri artırdığını tespit ettiğini belirten Tol, "Piyasaya dışarıdan müdahale ederek fiyat artışlarını önlemek mümkün değildir," dedi. Piyasa fiyatlarına müdahalenin çeşitli maliyetlere yol açtığını ve bu maliyetleri karşılamanın ciddi ekonomik yükler getirdiğini açıkladı. Tol, Osmanlı’nın narh uygulamaları kapsamında yaptığı müdahalelerin sonuçlarının, piyasa fiyatlarını kontrol etmenin mümkün olmadığını gösterdiğini ve bunun hem ampirik hem de tarihsel bir kanıt sunduğunu ifade etti.
2024 Liberal Düşünce kongresi herkes için son derece verimli geçti. Prof. Dr. Atilla Yayla, Prof. Dr. Tanel Demirel, Özlem Çağlar Yılmaz, Serpil Koçtürk, Dr. Büşra Anesa Sönmez, Müşeref Merve Şahin ve Liberal Düşünce Topluluğu’nun değerli çalışanlarına, kongrenin düzenlenmesinde emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum. 2025 Liberal Düşünce Kongresi'nde yeniden bir araya gelmeyi diliyorum.