Geçen haftaki yazımızda belirtmiştik; 2022, küresel siyaset için pek çok sınama getirdi. Biliyoruz ki sınamalar her aktöre küresel ve bölgesel sarsıntılara hazır olup olmadığını göstermek bakımından da önemlidir.
Geçen haftaki yazımızda belirtmiştik; 2022, küresel siyaset için pek çok sınama getirdi. Biliyoruz ki sınamalar her aktöre küresel ve bölgesel sarsıntılara hazır olup olmadığını göstermek bakımından da önemlidir. Bu sınamalar hem dış politika özelinde hem de sistemik etkileri üzerinden 2023’te de etkili olmaya devam edecek görünüyor. Durum buysa Türkiye adına ne söyleyebiliriz? Öncelikle Ankara’nın 2022’deki sınamalar karşısında hazırlıklı olduğunu gördük. Batı ve Rusya/ ABD ve Çin arasındaki mücadeleye taraf olma derdi olan ya da taraf olma şansı dışında bir seçeneği olmayan bir aktör değil Türkiye. Dolayısıyla Ankara’nın küresel ve bölgesel bir krize hazırlığı sadece jeopolitik mücadelenin geldiğini hissedebileceği bir coğrafyada olmasına bağlanamaz. Nitekim aynı jeopolitiği paylaştığı AB ve Avrupa’nın Fransa, Almanya gibi aktörleri geçiş dönemine son derece hazırlıksız bir biçimde yakalandılar ve 2022’yi de gerçekçi stratejiler geliştirebilme dilekleriyle noktaladılar. AB ve Avrupalı aktörlerin Rusya-ABD mücadelesinin tarafı olmayı seçtikleri düşünüldüğünde bu hazırlıksız olma halini anlamak zor. Demek ki hazırlık için sadece jeopolitik uyanıklık yeterli olamıyor, siyasi iradeyi doğru kararlar almaya iten bir vizyona da sahip olmak gerekiyor. Türkiye, bir süredir bu vizyonun başlıca parçalarını, örneğin stratejik özerklik fikrini, liberal sistemde farklı aktörlerle işbirliğine dayalı bir model üzerinden rekabet ve tansiyonun kontrol altına alınmasını, bütüncül caydırıcılık anlayışını, Türk Dünyası gibi potansiyele sahip bölgeselleşme projelerinin desteklenmesini dillendiriyordu. Muhtemelen 2023, bu vizyonun Avrupa’da yaşanan Batı-Rusya stratejik rekabeti nedeniyle daha netleştiğini göreceğimiz bir sene olacak.
Bu tablo Türkiye-Batı ilişkileri için ne diyor diye sorabiliriz. Sonuçta Ankara’nın dış politikasının bu yeni vizyonu dış politikada ilişkilerin çeşitlendirilmesi anlayışının da bir uzantısı. Çeşitlendirme ihtiyacı, Türkiye-Batı ilişkilerinde yaşanagelen güven bunalımı için de iyi bir reçete oluşturuyor. Öncelikle Türkiye, Batı’nın homojen bir bütün olmadığını, siyasi bir topluluk olarak Batı adında bir aktör olsa bile, bu aktörün pek çok fay hattı ile bölündüğünün farkında. Bu nedenle Batı içerisinde Ankara ile işbirliği yapmaya hazır aktörler ortaya çıktığında, Ankara bu işbirliği fırsatlarını tepmedi. 2023’te de farklı fırsatların oluşmasına imkân var. Türkiye-AB ilişkilerinin bir süredir tıkanıklık yaşadığı biliniyor. Bu tıkanıklığın pek çok nedeni var elbette, ancak esas müsebbibin AB’nin doğru düzgün bir Türkiye stratejisi geliştirememesi olduğunu düşünenlerdenim.
AB’nin Türkiye stratejisizliği
Bu stratejisiz olma hali Borell’in Ukrayna krizi çerçevesinde bir Türkiye’ye teşekkür eden- gıda krizinin çözümüne katkısı ve Tahıl Koridoru Anlaşmasını iki kere kurtardığı için-, bir Türkiye’den şikayetçi olan- aday bir ülke olarak Rusya’ya karşı AB yaptırımlarına katılmadığı için- söylemine, söylem içerisinde tutarsızlığa ve ikiliğe de yansıyor. Sadece jeopolitik sebep-sonuç ilişkisini okuyamayan bir söylem karmaşası da değil önümüzdeki. Bilindiği gibi Ankara’nın Tahıl Koridoru, esir değişimi, barış diplomasisi gibi girişimlerinin önünü Türkiye’nin Ukrayna ve Rusya mücadelesinde Batılı aktörlerden ayrışan ama Ukrayna’nın haklarını da yadsımayan bir pozisyon benimsemesi açtı. Kısaca eğer Türkiye, Ukrayna krizinde Brüksel’in ayak izlerini takip etmiş olsaydı bugün Avrupa’da Ukrayna savaşının yarattığı gerilimin kontrol edilebilmesini kısmen de olsa sağlayan bir mekanizma olmayacak, küresel yönetişim bir Avrupa krizine gırtlağına kadar batacaktı. Ancak bu jeopolitik akıl karışıklığının ötesinde Brüksel, Ankara’ya aday bir ülke mi, komşu bir aktör mü, aday bir komşu mu olarak davranması gerektiğine bir türlü karar veremiyor. Jeopolitiğin geride, Avrupa normları söyleminin ileride olduğu günlerde bu söylem tutarsızlığı fazla göze batmıyordu. Oysa şimdi Avrupa’nın Ankara’ya da yeni yeni daha da görünür hale gelen vizyonu düşünüldüğünde çekici gelebilecek, adaylık statüsünü olumsuz etkilemeyecek bir şey önermesi gerekiyor.
İlişkilerde felç olması zor
Brüksel, Türkiye söz konusu olduğunda bu stratejisiz-olma-stratejisini bir günde oluşturmadı, bu nedenle muhtemelen 2023’te Türkiye ile işbirliğini geliştirmeye daha çok ihtiyaç duysa da AB’nin Türkiye karşısındaki felce uğramış hali bir süre daha devam edecek. Ancak unutulmamalı; Türkiye-AB/Avrupa ilişkilerinde neredeyse bir felce uğrama durumu yaşanıyormuş gibi görünse de asla tam bir felç hali söz konusu olmaz. Bir kere, iki taraf arasında önemli oranda ticaret ve Türkiye’nin enerji merkezi olma çabası düşünülürse geliştirilebilecek büyük bir ticari potansiyel var. İstenilen Gümrük Birliği revizyonu ve İngiltere-AB ilişkisinin bir benzerinin Ankara-Brüksel ilişkilerinde kullanılması arzusu henüz gerçekleşmedi ama AB’nin ve Avrupa’nın jeopolitiği dönüşüyor, bu dönüşüm de Ukrayna Savaşı bitmeden bitmeyecek bir dönüşüm. Daha önemlisi, Brüksel dış politikasını üç ayak (mülteciler-göç, enerji, güvenlik) üzerine oturtmaya devam ediyor, 2023’te de bu eğilim sürecek. Bu üç alanda Türkiye, Avrupa’nın en önemli işbirliği partneri olmuştu. Bu işbirliğinin yeterince kazanç üretmediği eleştirisi Ankara tarafından dillendirilegelen bir eleştiri aynı zamanda. Ankara, sadece Türkiye adına daha çok kazanç elde etmesi gerektiğini söylemiyor, aynı zamanda Türkiye’nin bu üç konuda hissettiği güvenlik endişelerinin anlaşılması gerektiğini de söylüyor. Dahası 2017-2020 arasındaki gelişmeler Avrupa için bu üç alanı Doğu Akdeniz meselesine bağlamış, dolayısıyla Türkiye-Yunanistan arasında Ege ve Kıbrıs üzerinden Doğu Akdeniz’de var olan anlaşmazlıklar Brüksel tarafından bölgede AB’nin varlığını görünür kılmak için kullanılmıştı. 2022 ve Rusya-Ukrayna çatışmaları, yukarıda andığımız üç meseleyi Doğu Akdeniz odaklı olmaktan çıkardı. Bu Türkiye-AB ilişkilerinde gerilim sebeplerini ve hayal kırıklığı ihtimalini ortadan kaldırmasa da bir nefes alma imkânı sağlıyor.
Doğu Akdeniz’de değişenler
Bu nefes alma hali Yunanistan’ın hala Ege’deki ikili anlaşmazlıkları ve Doğu Akdeniz meselesini sömürme çabasına rağmen 2022’de ilişkileri etkiledi. 2023’e girerken bu nefes alma alanını genişletebilecek bir faktör daha var. Bilindiği üzere hem Yunanistan hem de AB, yukarıda zikredilen meseleleri ve Türkiye’ye karşı caydırıcılığı Doğu Akdeniz’de var olmak için kullanırken bölgede var olduğu düşünülen kutuplaşmayı kullanmıştı. O dönem bu kutuplaşma görüntüsünün kimliklerle, ideolojik duruşla, ilkesel yönelimlerle ilgisi olmadığını çıkar ve mesele odaklı olduğunu söylemiştik. Nitekim 2021-2022 bölgenin Arap Baharı sonrası kutuplaşma politikasına son verdiği, normalleşme trendinin güç kazandığı bir dönem oldu. Türkiye’nin de Körfez ülkeleri, Mısır ve İsrail ile normalleşmesinde hızlı bir süreç yaşandı. Tamamen normalleşme içerisine girmeyen ilişkilerde bu yönde 2023’te adım atılacağı beklentisi baki. İlişkilerde tansiyon ve karşıtlıktan normal diplomasi ve pazarlık süreçlerine geçme rekabetin olmadığı bir döneme girilmesi anlamına gelmiyor, ancak bölge aktörlerinin rekabeti bölgede ötekileştirme stratejisi, yani iş birliğini reddetme stratejisi ile birlikte hayata geçirmek istemediğini gösteriyor. Bu ekonomi ve diplomasinde merkezi ülke olma stratejisine yatırım yapan Türkiye için önemli. Bölge ülkelerinin de neden Türkiye’yi izole etme çabasından Türkiye’yi kaybetmeme çabasına 2022’de hızla geçiş yaptığını anlamamızı sağlıyor.
ABD Asya’ya bakarken
Bu noktaya kadar ABD’den bahsetmemizin bir nedeni var. 2022 Türkiye-ABD ilişkileri için de bir normalleşme dönemi oldu. Sorunlar ve anlaşmazlık noktaları baki, iki ülke arasında henüz aşılamayan bir güven krizi de var ama Washington, Ankara söz konusu olduğunda klasik bakış açısına geri döndü: Ankara’yı kaybetmemek lazım. Mesele, Türkiye’nin Washington’un Ankara’yı kaybetmeme stratejisinden yeterince memnun olmaması. Çünkü Washington’un “Ankara’yı kaybetmemek lazım” noktasına gelinceye kadar yaptığı bölgesel ve ikili ilişkilerdeki deneme yanılma bölgede istikrarsızlığı artırdı. Bugün de benimsenen bu strateji istikrarsızlığı yatıştırıp, gidermek konusunda çok etkili olamıyor. İki ülke ilişkilerinde daha çok memnuniyet yaratabilecek adımlar atılabilir elbette ve Ankara bu noktada Washington’un ne istediğini açıkça gösterecek somut bir adım bekliyor. 2023 bu beklentiyle geçebilirdi eğer Ankara temel bir jeopolitik kaymanın farkında olmamış olsaydı. Bu kayma, Türkiye-ABD ilişkilerinin çerçevesi içinde bir kayma değil o nedenle ikili ilişkilerde bu kayma ile ilgili yapılabilecek fazla bir şey yok. ABD, bölgesel sistemlere zorla ve güzellikle girip çıkan bir aktör olmaktan kendini büyük güç mücadelesine odaklayan bir aktör olmaya doğru kayıyor. Rakibini de seçmiş görünüyor, o nedenle Asya-Pasifik/Çin odaklı hesaplar yapıyor. Bu bölgeleri terk ediyor, üslerini boşaltıyor, uzmanlarını geri çağırıyor, vekillerini işten atıyor demek değil ama artık bölgesel düzen ve düzensizlik hesapları yapmıyor demek. Bu gelişmenin farkında olan Ankara 2023’de neredeyse bir formül keskinliğinde göreceğimizi düşündüğüm vizyonunda bu nedenle stratejik özerklik fikriyle beraber bölgesel düzenleri iş birliği üzerinden yönlendirebilecek meselelere eğiliyor.