Şah olmaya niyetleri zâten yok. Vezir olmaya çapları yeterli değil. Kale olup savunmaya, fil olup hücum etmeye ise yürekleri yetmez.
Önce 15 Temmuz’daki darbeyi beğenmediler. “Böyle darbe mi olur?”, “Bu saatte darbe mi yapılır?”, “Köprü kapatmakla darbe mi olur?”, “Sâdece Ankara ve İstanbul’da darbe mi yapılır?” dediler.
Darbe olduğunu kabul edince de “kontrollü darbe” yaftasına sarıldılar. “Esas darbe, olağanüstü hâlin ilân edilmesidir” demekten utanmadılar.
Yetinmediler; “Tatbikat zannedenlerin ne suçu var?” diye hedef saptırdılar. Başta Silivri olmak üzere, bütün duruşmalarda aptala yatıp asıl tiyatroyu kendileri oynadılar. Aralarındaki bâzı arsızlar, daha da ileri giderek yavuz hırsızlık yapıp tehdit savurdular. Dışarıdaki antenleri, televizyon ekranlarından yargı sürecini itibarsızlaştırmaya çalıştılar ve hâlâ çalışıyorlar.
Sonradan tiyatro dedikleri darbe ve işgâl teşebbüsünün korsan bildirisini, kendilerince zafer marşı gibi 15 Temmuz gecesi tekrar tekrar yayınladılar.
Hem cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi için yapılan referandumda, hem de 23 Haziran seçimlerinde, hep olduğu gibi yine yenilince “ekonomik kriz tellallığı”na başladılar. Hatta Devlet Bahçeli’nin önayak olduğu 23 Haziran erken seçimlerinin, iddia ettikleri ekonomik krizi örtbas etmek için yapıldığını bile söylediler. Türkiye’nin mâruz bırakıldığı Dolar Saldırısı’nı da iddialarının kanıtı olarak kullanacak kadar ucuzlaştılar.
Türk Silahlı Kuvvetleri olarak içeride terörü bitirmek için son adım olan Fırat’ın doğusuna yapılması plânlanan harekât arefesinde, 15 Temmuz’un genelkurmay başkanı ve şimdiki Millî Savunma Bakanımız Hulusi Akar’a saldırıp ordumuzun moralini bozacak kadar alçaldılar.
Temmuz-Ağustos 2018’deki ABD doları üzerinden yapılmaya çalışılan ekonomik darbeden beklediklerini bulamayınca, farazî krizler uydurmaya başladılar. Üç günlük tâtillerde bile tâtil yörelerinde yer kalmadığını, alışveriş merkezlerinin tıklım tıklım olduğunu görmeyip, 31 Mart yerel seçimlerinin malzemesi olarak kriz çığırtkanlığı yapmaya başladılar.
Mitomanya hastaları
Psikolojide, kendi uydurduğu yalana inanma hastalığı olarak bilinen mitomanyanın her gün yeni bir vakasına şâhit oluyoruz.
Kendi çalıp kendi oynayanlar, hatta çalmadan oynayanlar gibi, bunlar da kendi uydurdukları yalana kendileri inanıyorlar. Bu yalana inanmayanları da “yandaş” olmakla suçlayıp, yüzleri kızarmadan “ötekileştiriyorlar”.
“Kriz var” yalanını atıp artistlik yaparken, en ufak bir indirimde fazlasıyla alışveriş yapan tüketiciyi görmüyorlar. Her zaman yaptıkları gibi, halkı anlamıyorlar.
KDV ve ÖTV indiriminden sonra gerçekleşen emlak ve otomotiv sektöründeki satışları görmezden geliyorlar.
ABD dolarının en yüksek seviyeye ulaştığı günlere denk gelen Kurban Bayramı’ndaki dokuz günlük tâtilde ve ardından gelen dört günlük 30 Ağustos tâtilinde, otellerde yer bulunamadığını, gidiş ve geliş yollarındaki araç yoğunluğunu anlayamıyorlar.
Hemen her şehirde var olan AVMl’erin dolu olduğunu, cuma ve cumartesi günleri kafe ve lokantalarda boş masa olmadığını, otoparkların ihtiyâca cevap vermediğini; kaldırımları işgâl eden otomobillerin ne demek olduğunu idrak edemiyorlar.
Bütün bunların, satın alma gücünün bir göstergesi olduğunu anlamaktan âcizler. Telefonunu üç ayda bir değiştirmemeyi fakirleşme ve ekonomik kriz zannedecek kadar zenginleşmiş bir tüketici profilimiz var. Kriz olduğu iddia ettikleri ülkemizde, iki gün önceki yılbaşında yaşanan alışveriş hareketliliğini gören bir yabancı, Türkiye’deki herkesin bahçesinde petrol çıktığını zannedebilir.
Yenildikleri her seçime, kaynağı bilinmeyen beyhûde bir ümitle girenler, ülkenin hayrına tek bir projeleri olmadığı için, seçimde “süzme muhalefet” yapıp sâdece “ekonomik kriz” piyonunu oynayacaklar.
Zâten bu piyondan başka ellerinden taş kalmadı. Şah olmaya niyetleri zâten yok. Vezir olmaya çapları yeterli değil. Kale olup savunmaya, fil olup hücum etmeye ise yürekleri yetmez.
Yine arkadan vurma taktiği
Aslında buna taktik değil, kalleşlik denir. Kriz tiyatrosu oynayıp “bu sefer AK Parti’ye oy yok” diyen “som demokratlar” üzerine oynuyorlar. Sanki bu tiyatroyu oynayanlar her seçimde yenilen aynı isimler değilmiş gibi, böyle düşünenlere şirinlik yapıp oy devşirmeye çalışıyorlar.
“Sarı Yelek” sosu
Ekonomik kriz yalanlarını daha da tatlandırmak için kullanmaya heveslendikleri “sarı yelek sosu” ellerinde patladı. Elbette bunları tek başlarına düşünecek kadar zeki değiller. O yüzden “gezi zekâlılar”dan medet umuyorlar. Sokağa çıkma çağrıları ve “ayaktan asma” tehditleri yargıya çarpınca kuyruklarını sıkıştırıp kaçak güreşiyorlar. Yeni sistemin ilk bütçesi kabul edilip yeni asgari ücret de belli olunca, Meclis kürsüsünden asgarî ücretlinin cebinde kalan kuruşları sayma çapsızlığına düşmekten kurtulamıyorlar.
İlhâmlarını “büyük sanatçılar”dan alan bu politik tiyatrocuların yaptıklarını yazsam, Nimet Abla’nın önündeki kuyruk bile kısa kalır. Ancak tıpkı 15 Temmuz’u unutmamamız ve unutturmamamız gerektiği gibi, bunların da hiçbir zaman dürüst ve delikanlı olmadıklarını tekrar etmemiz gerekir.
Bu tiyatroyu oynayanların yaptıklarını unutmak, bu zamanda uyumak kadar tehlikelidir!