YORGUNLUKLARIMIZ-3 (SİYÂSET)

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Türkiye'nin tek kanallı ve siyah-beyaz televizyonlu zamânını bıkarcasına yaşayan ve şimdilerde 70'li, 80'li yaşlarında olanlardan, 1990'ları "nostalji" diye hatırlayanlara kadar herkes bir şekilde sohbet ortamı oluşturuyor.

80’li yıllarda çok anlatılan bir fıkra türü vardı. “Bir Fransız, bir İngiliz, bir de Türk” diye başlardı. Uluslararası bir şeyler yapamama sıkıntımızı bu fıkralarla giderirdik. Bu fıkraların bir de ulusal olanları vardı. O fıkralar da “bir Diyarbakırlı, bir Kayserili, bir de Temel” diye başlardı. İngilizlere, Fransızlara, Almanlara söyleyecek söz bulamayınca kendimize söylerdik.

Bu fıkraların anlatıldığı ortamlar artık azaldı veya sosyal medyaya taşındı. Ama en az iki kişinin bir araya gelip saatlerce konuştuğu sohbet ortamları yok değil. Bu ortamlar her yaş grubu tarafından kurulabiliyor. Türkiye’nin tek kanallı ve siyah-beyaz televizyonlu zamânını bıkarcasına yaşayan ve şimdilerde 70’li, 80’li yaşlarında olanlardan, 1990’ları “nostalji” diye hatırlayanlara kadar herkes bir şekilde sohbet ortamı oluşturuyor. Adım başı açılan “cafeler” veya kraliyet veya burjuvazi özentisi “lounge” denen mekânlarda yer bulmak bu yüzden pek mümkün olmuyor. Ülke olarak neredeyse 7/24 sohbet ediyoruz. Yirmi dört saat Twitter’da sohbet odası açan ya da açılmış olanlara girip “fikir paylaşan” kitle bir hayli nicelik oluşturmaktadır.

Kaçınılmaz konular

Kim, nerede ve saat kaçta olursa olsun başka biriyle konuşuyorsa ve bu konuşma yarım saatten daha uzunsa, kaçınılmaz olarak konuşulan üç konu vardır: Futbol, din ve siyâset. İlk ikisini başka bir yazı konusu yapacağım için bu yazıda siyâseti ele alacağım.

Olumlu ya da olumsuz genellemelerden mümkün olduğunca kaçınırım. Ama her halde bizim ülke insanımız kadar her şey anlayan, her şeyi bilen ve bu tür insanları dinlemeyi seven ikinci bir toplum bulmak hiç de kolay değildir. Sokak röportajlarında mikrofon uzatılıp sorulan soruya “bilmiyorum” diyenlerin sayısı çok azdır. Hele bu soruların içeriği siyâset olursa, çoğumuz aktif bir siyâsetçi gibi konuşuruz. Siyâsetçi olma tavrımız ise öyle mahalle muhtarı seviyesinde falan değildir. Sanki ülkemizde yüz binlerce il ve ilçe belediye başkanı, on binlerce milletvekili ve bakan var gibidir.

Sohbet konularında da siyâset, kaçınılmaz olarak fikir paylaşılan bir başlıktır. Amerikan başkanı, İngiliz kraliçesi, Fransa’daki seçimler, Çin’in yayılmacı politikaları, enflasyonu düşüremeyen bakanın beceriksizliği, faiz ve döviz dengesini tutturamayan ekonomi politikaları, yatırımların yanlış yerlere yapılması, küresel salgınla mücadelede yapılan “yanlışlar” ve daha nice konu, “kıymeti anlaşılmamış uzmanlar” tarafından masaya yatırılır, “çözüm” bulunur.

Siyâset kuşatması

Elbette toplumun siyâset ile bu kadar ilgilenmesinin sebebi, kuru kuru gitmiyor deyip çay veya kahve içer gibi siyâset konuşması değildir. İster gazete veya televizyon, ister sosyal medya olsun nereye göz atsak ağır bir siyâset kuşatması içine düşüyoruz. İlan panolarından bez afişlere her yerde siyâsete mâruz kalıyoruz.

Ne yazık ki, bu kuşatma bizi beslemiyor, doyurmuyor ve tatmin etmiyor. Aksine yoruyor ve enerjimizi emiyor. Liyâkatsiz siyâsetçilerin seviyesiz konuşmaları, ağız dalaşmaları bunun en büyük sebebini oluşturmaktadır. Âdeta çamurlu bir yolda yürürken ayağımıza bulaşan çamurlar yüzünden giderek yürüyemez ya da yürüsek bile zar zor adım atıp yorulmak gibi bir durum içindeyiz. Tartışmayı bilmeyen, karşıt fikirde olsa da kaliteden tâviz vermeden konuşma becerisinden yoksun siyâsetçiler yüzünden, toplum olarak ağır bir siyâset yorgunluğu yaşıyoruz.

Siyâset yorgunluğu

Bu siyâset yorgunluğunun sebebi ne yazık ki azınlıkta olup sesi çok çıkan siyâsetçiler ve onların seslerinin çok çıkmasına imkân veren tâkipçilerdir. Nefretten, gerilimden, kaostan beslenmek en çok siyâsette görülmektedir. Siyâset yapmayı nefret kusmak, küfür etmek, her yapılanı eleştirmek, kendi yandaşının yanlışını görmemek, rüzgâr nereden esiyorsa oraya yelken açmak zanneden profesyonel siyâsetçiler ve onların amatör destekçileri bir bardak suyu içilmez hâle getirmek yeterli olan bir damla pis su gibidir.

Dört tekerlekten sâdece biri patlasa bile yola devam edemeyen otomobil gibi bir durumdayız. İşin daha kötüsü, patlak tekerlek patlak olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini kabul etmiyor.  Patlak tekerlerle belki bir süre daha yol alınabilir. Ama bir süre sonra önce jant kullanılmaz hâle gelir sonra da otomobilin bir çekiciye yüklenmesi gerekir.

Tartışma programlarında aynı anda konuşma, birbirini dinlemeyip bağırma olmadığında reyting olmuyorsa, siyâsetin bu yoruculuğundan sâdece böyle davranan siyâsetçiler de sorumlu değildir. Mahallenin ortasında kavga edenler kadar, kenardan o kavgayı çekirdek çitleyerek seyredenler de sorumludur. Sonuçta mahallede her an bir kavga çıkmaktadır, çünkü kavga etmek bir ilgi çekme, reklam yapma, tanınma ve kötü de olsa bilinme aracıdır.

Yersiz sorumluluk

Siyâset yorgunluğumuzun kaynağı çoğunlukla medyadaki politik gündem değildir. Bizi insan ve toplum olarak yorgunluğumuzun sebebi, sanki her an devlet yönetimi konusunda bir irâde göstermemiz gerekecekmiş gibi, yetki ve sorumluluğumuz olmasa bile devletin her sorunuyla fazlasıyla ilgilenmemizdir. Demokratik bir devlet rejimimiz olmasına ve devleti yönetme yetkimizi seçim yoluyla vekillere bırakmamıza rağmen, her an ekonomi, güvenlik, diplomasi, eğitim, sağlık, turizm, çevre konularında bir şey yapmamız gerekecekmiş ve bunun için her an gündemden haberdar olmamız gerektiği gibi davranıyoruz.

Bizim işimiz olmaması rağmen, yetki ve sorumluluğumuz bulunmamasına rağmen, 7/24 sıcak siyâsetle ile ilgilenmenin getirdiği yorgunluk, bizi esas görmemiz gereken şeyleri görmekten alıkoymaktadır. Gereksiz şeylerle ilgilenip zaman ve enerji kaybettiğimiz için gerçek sorumluluklarımızı ihmâl etmekteyiz. Vatana ve devlete sâhip çıkmak, üzerimize vazife olmayan işlerle uğraşmak değil, aksine şahsî, âilevî, meslekî ve toplumsal görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmektir.

Siyâsî yorgunluğa çözüm

Büyük düşünmek iyidir ama çok büyük düşünmek, bizi atmamız gereken adımlardan alıkoyuyorsa bunun hiçbir kıymeti yoktur. Toplum, ferdî sorumluluklarını yerine getirmek yerine, üzerine vazife olmayan şeylere ilgilenen bireylerin çoğunlukta olduğu bir yapıya sâhip olursa, sorumluluğunu yapan insanların da emek ve gayretleri ziyan olmaktadır.

Kendine hayrı olmayan ama lafa gelince hem ülkeyi hem de dünyâyı kurtarmaya soyunanların bize öğrettiği tek şey varsa lafla peynir ekmek gemisinin yürümeyeceğidir. Siyâsî yorgunluğun çâresi, gereksiz konularla ilgilenip zaman ve enerji kaybetmek yerine, herkesi üzerine düşeni yapmak için elinden gelenin en iyisini yapmasıdır. Böylece hem verimli bir şekilde çalışmış hem de yorulmamış oluruz.