YENİ DURUM, YENİ TÜRKİYE VE YENİ İLİŞKİ BİÇİMİ

Faruk AKTAŞ 08 Ara 2020

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
ABD ve AB'nin Türkiye konusundaki yaklaşımları Transatlantik blokun geleceği açısından da belirleyici olacak.

Türkiye, Batı (ABD-AB) ile ilişkilerinde kritik bir süreçten geçiyor.

Bu kritik olma hali sadece Türkiye için geçerli değil.

ABD ve AB’nin Türkiye konusundaki yaklaşımları Transatlantik blokun geleceği açısından da belirleyici olacak.

ABD’nin yeni başkanı olmaya hazırlanan Joe Biden, son çeyrek yüzyılda zayıflayama başlayan, Trump döneminde de dağılma aşamasına gelen bu bloku yeniden canlandırma iddiasında.

AB üyesi ülkelerin önemli bölümü de uzun süreden bu yana ABD’nin bu geri dönüşünü bekliyordu. Biden’ın kazanmasını bunun için hararetle istiyorlardı.

İstedikleri oldu, Biden kazandı.

Dolayısıyla madem ki bu ülkeler Transatlantik bloku güçlendirme iddiasındaysa bunun Türkiye’siz olamayacağını görmek durumundalar.

Nihayetinde bu blok “küreselcilik” eksenine oturmuş bir blok.

Türkiye’nin dışlanması ırkçı ve İslamofobik yaklaşımları güçlendirecektir ki bu aynı zamanda onlar açısından onarmaya çalıştıkları “küreselcilik”in de sonu demektir.

Söz konusu kesimlerin beklentisi “Evet Türkiye’siz olmaz ama öncelikle Türkiye’yi eski, her istediğimizi yaptırabildiğimiz sadık Türkiye’ye dönüştürelim” ise bunun boş bir beklenti olduğunu, bu tür hesapların artık tutmayacağını anlamaları geriyor.

Bu çerçevede söz konusu kesimlerin, CIA'nın eski Ortadoğu Şefi Graham Fuller’in kendine ait internet sitesinde yazdığı “Türkiye Kontrolden Çıktı mı?” makalesini okumalarında yarar var.

Kendisi de ömrü hayatı boyunca “sadık müttefik Türkiye” için çaba gösteren, bu amaçları doğrultusunda kullandıkları FETÖ’nün ABD’deki bir numaralı koruyucusu olan Fuller’in bu yazısında aynı cümlelerle dile getirdiği gibi, “Batı için, Türkiye'nin sadık bir müttefik olduğu eski güzel günler sonsuza dek geride kaldı.”

Aday adaylığı döneminde “eski sadık müttefik” olması için Türkiye’deki “muhalefeti destekleyeceği” açıklayan Biden, öncelikli çabasını o taahhüdünü yerine getirmeye mi harcayacak yoksa Fuller’in bile artık gördüğü “yeni durumu” görüp “yeni Türkiye” ile “yeni bir ilişki” biçimi belirleme arayışına mı girecek bunu başkanlık koltuğuna oturduktan sonra görmeye başlayacağız.

Ancak kongrenin Türkiye ile ilgili yaptırım kararlarının, görev süresi bitmeden Trump tarafından uygulanmasının istenmesinin, Ankara ile gerilime yol açacak bu uygulamanın Biden’a bırakılmaması amacı güttüğü kanaatindeyim.

Dolayısıyla her halükârda ABD yasalarına göre en az beşinin uygulanması gereken bu yaptırımların yeni döneme bırakılmamasının, ABD’de Biden’ın göreve gelir gelmez Türkiye ile bir gerilim yaşanmaması hesaplarına dayanması çok muhtemeldir ki bunu önümüzdeki dönem için iyiye işaret olarak değerlendirmek gerekir.

ABD tarafında böyle bir yaklaşım sergilenirken önümüzdeki 10-11 Aralık tarihlerinde yapılacak AB liderler zirvesinden Türkiye’ye yönelik ciddi bir yaptırım kararı çıkabilir mi?

Şahsen buna çok ihtimal vermiyorum.

Bu zirvede Yunanistan, Fransa ve Avusturya gibi bazı ülkelerin baskısıyla Türkiye aleyhine bazı kararların çıkması ihtimal dahilindedir ancak bunun Türkiye ile köprüleri atmaya vesile olacak yaptırımlar içereceğini zannetmiyorum.

Bu zirveden bazı AB ülkeleriyle gerilimlere konu olan Doğu Akdeniz, Libya ve Ege meseleleri ile Karabağ konusunda kınama kararı çıkabilir.

Ayrıca “Türkiye’nin bazı konularda adım atması şartına bağlanarak, bu adımların atılmaması halinde uygulanacağı” belirtilen bazı yaptırım kararları da çıkabilir ancak dediğim gibi AB’deki öngörüsüzlük ve vizyonsuzluğun “Türkiye ile ilişkileri tamamen koparalım” raddesine gelmemiş olduğunu umuyorum.

En azından halen AB dönem başkanlığını yürüten Almanya’nın böyle bir adımın nelere yol açabileceğini öngörebildiğini düşünüyorum.

Zirvenin yapılmasına günler kala piyasalarda devam eden sakin hava da bunun göstergesi gibi.

Kuşkusuz gerek AB gerekse de ABD ile ilişkilerin sürdürülmesi, karşılıklı olarak sorunların çözümüne yönelik adımların atılması suretiyle ilişkilerin geliştirilmesi tüm tarafların lehinedir.

Türkiye, son dönemde gerek ekonomi gerekse de demokratik çıtanın yükseltilmesi alanında bazı reformların yapılması konusunda harekete geçerek Batı blokuyla yoluna devam etme yönündeki arzu ve iradesini ortaya koyuyor.

Ancak bu yaklaşım, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi Türkiye’nin ulusal çıkarlarından vazgeçeceği anlamına gelmiyor, gelmeyecek.

Dolayısıyla Batı cephesi de bu ilişkinin devamından yanaysa bunu kendileri dahil her ülkenin olduğu gibi Türkiye’nin ulusal çıkarlarına saygıyı esas almak zorundalar.

Aksi durumda Türkiye’nin alternatifsiz olmadığını da bilmelerinde yarar var.