YAŞADIĞIMIZ HAYAT, HAYAT MIDIR?

Ümit G. CEYLAN 07 Ara 2017

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İşte yaşıyoruz ve gidiyoruz; buna hayat diyebilir miyiz?

BİR HEYULANIN İÇİNDEYİZ

İstanbul Kadıköy Bağdat Caddesi yaklaşık üç yıldır çok yoğun inşaat altında. “Savaş sonrası Bağdat Caddesi” deseniz yeridir. Sanki bir zamanlar burada bir savaş yaşanmış şimdi yeniden imar ediliyor. Her yer her yerde. Toz toprak göz gözü görmüyor. Otomobil park edecek yer bulmak imkansız. Beton mikserleri, hafriyat kamyonları, vinçler yanı başımızdan, tepemizden gidiyorlar. Büyük tehlikeler atlatılıyor. Çoğu insan suskun çünkü evini inşaata vermiş. Binalar üç katı daha fazla yükseldi. Hava almak özellikle yazın çok zorlaştı. Nem oranı yükseldi. Acaba amaç nedir? Burada insanlar kendilerine bu soruyu soruyorlar mı? Şikayet edenler de, suskun kalanlar da artık bir şey yapmak için geç kalındığının farkındalar. Bağdat Caddesi de bitti yaşasın Fatih semti!.. Fikirtepe’den hiç söz etmeyeceğim. Orada heyula bir kent kuruluyor. Tabiata, şehirciliğe ve insan fıtratına tamamen aykırı bir durum. Aklı başında, vicdanı olan bir Allah’ın kulu bunu onaylamıyor. Ne yazık ki bu tür projelerin vicdanı aşan boyutları ve rantları var. Allah encamımızı hayır eylesin vesselam!..

YAŞADIĞIMIZ HAYAT, HAYAT MIDIR?

AnaYazıFoto222

İşte yaşıyoruz ve gidiyoruz; buna hayat diyebilir miyiz? Akılcılık felsefesinin kurucusu, Egzistansiyalist Jean Paul Sartre "Hayat; doğmak, üremek ve ölmektir" diyor. Genel olarak hayatla ilgili somut bir tarif yapılmış olsa da, açıkçası hiç bir mana derinliği olmayan bir tarif olarak görebiliriz. Hayatın, ömrün ve her şeyin bir manası ve derinliği olmalı. Kelimeler ve cümleler sadece bir fikre mahkum edilmemeli bilakis kutsal inanca dayalı birbiriyle kaynaşmış kalbi bir hikmettten söz edilmeli.  

.........................

Gönlümüzde değer verdiğimiz şey

.........................

Akıl, kurnaz ve kaçak bir tilkidir. "Aklına güvenme akıllım” denir ya!.. Akıl çoğu kez doğruyu bulur da, doğrunun doğru olduğunu bilir de, nedense nefsinin zaaflarına uyuverir. İşte o zaman şeytan insanın karşısına geçer kıs kıs gülüverir. Alay eder ve nanik yapar seninle. Akıl ve kalp karşı karşıyadır çoğu zaman. Bir işe aklın yatabilir, fakat o işe inanır ve güvenebilir misin? Aklın evet dediği bir işe kalbin hayır diyorsa bırak gitsin. Doğru hükmü kalp verir her zaman. Bazen ahmakça iş yaparız da aklın yok mu senin deriz. Nasıl oldu böyle bir işe giriştik deriz. Sadece akılla aradığımız şeyi bulduk zannederiz! Oysa kalp ile aradığımız şey kalbimizin mütmain olduğu şeydir. Eğer onayladığımız şey kendisine güvendiğimiz kişilerle de istişare edildi ise, bulduğumuz şey yamuk yumuk, çarık derik olsa da, o bizim gönlümüzde değer verdiğimiz şeydir. 

.........................

Kalp merkezli bir hayat

.........................

Evet yaşlanıyoruz. Bir insan görürüz çıtı pıtı, güleç yüzlü şirin bir yapısı vardır. Yirmi beş, otuz yaşlarında olduğunu düşündüğümüz kişi; kırk beşindeyim dediğinde hayret ederiz ve ona hayranlık besleriz. Hiç yaşınızı göstermiyorsunuz diye de iltifat etmek isteriz. Yaşlanmak ve yaş almak neden bu kadar kadınlar için korku ve kabustur? Oysa hepimiz bir hayat yolculuğundayız. Her aşaması meşakkatli bir sınav olan ömür törpüsüdür hayat. Bir nesilden bir nesile geçiş içindeyiz. Hani dün daha evcilik oynayan, uçurtma uçuran, okula giden birer  çocuktuk. Evlendik, çocuk sahibi olduk. Daha sonrası Allah ömür verirse torun torba sahibi olup çıkacağız. Onların peşinden koşacağız. Duygularımız ve düşüncelerimiz, ahlaki davranışlarımız gün geçtikçe daha da olgunlaşıyor. Daha çok akıl merkezli değil de kalp ve gönül merkezli hayatı sorguluyoruz. Kalple vicdan arasında köprü kuruyoruz. Sevmeyi ve sevilmeyi daha çok şefkat ve merhametle izah ediyoruz. Herşeyin bir anlamı, bir maneviyatı olsun istiyoruz. Taşın, toprağın, kuru yaprağın, yağan yağmurun, karın, esen rüzgarın, çiçek açan, meyve veren ağacın, hayatta olan bitenin Yaradan’la bağlantısının varlığını bütün hücrelerimizle, kalbimizle hissetmek istiyoruz. 

.........................

Bilgeliğimizle itibar görürüz

.........................

Bir kediyi bir otomobil çiğnemek ve ezmek üzeredir gayri ihtiyari; “ayyyy canım ağzıma geldi” deriz. O çiğnenen ve ezilen zavallı kedi değildir de, sanki  bizim canımızdır. Eyvaah, eyvahh, eyvahh deriz. Yaşlılık saçımızın iki tel beyazlaması ve cildimizin kırışması ise eğer; bırak saçımız bütünüyle beyazlasın, bırak cildimiz kırışsın. Bütün bunlar yaşlılığın değil, olgunluğun alametidir. Bizim kültürümüzde yaşlılık kötülenmemiştir; bilakis övülmüştür. Ak saçlılar ihtiyar heyetidir. Seçkinlerdir. Tecrübe sahibi ve aynı zamanda bilgedirler. Yaşlılıktan ve yaşlanmaktan korkan olabilir ama ihtiyarlamak övünülecek bir rütbedir. Onlar; içinde bulunduğu toplumun münevveridirler. Yaşlanarak aslında doğallığı yaşıyoruz. Saçı beyazlandığında saçını boyatan var. Cildine botoks yaptıranlar var. Kim ne yaparsa yapsın, giyim kuşam, kıyafet ve davranışlarımızla toplumda bir imaj oluşturuyoruz. Bilgimizle, bilgeliğimizle asıl gönüllerde yer edebiliyor muyuz ona bakmak lazım.

.........................

Hayatın her aşaması bir sınav

.........................

Hayatın her aşaması birer sınav niteliğinde geçiyor dedik. Yolunuz mezarlıktan geçiyorsa eğer, kocaman bir mezarın yanıbaşında, küçücük bir mezar ve başında küçücük dikil bir mezar taşı. Demek ki dünya hayatı kısa sürmüş; taşında yazılı bir ana kuzusu. Sahile vuran mülteci yavrusu, hastane odalarında misket bombası yemiş  bebelerin acı acı bağrışı, inleyen hastalar, aklı alınmış boş boş tavana bakan kimsesiz insanlar. Hangi birini anlatsam!.. Zalimlere karşı kinimi gösterebilsem!.. Çıksam sokaklara bütün kötülüklere dur desem, mazlumların intikamını alsam, kimsesizlerin yüreğine su serpsem!.. Kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresi olsam... Dev bir barış güvercini olsam da, akan insanlık kanını durdursam. Aç ve açıkta olanlara bir tas sıcak çorba uzatsam. 

.........................

Bilincimizi yüksek tutmalıyız

.........................

İşte geldik gidiyoruz desek de her fırsatta insan olduğumuzu ve bir vicdan taşıdığımızı bilmemiz gerekir. Hayat sadece rahatlık değildir. Bencillik değildir. Yan gelip yatmak değildir. Tatlının olduğu yerde acı da vardır. İnsanlık şuuru birliktelik gerektirir. Sevinçte ve tasada bir olduğumuzda, şuurumuz yükselir. Şuur yükseldikçe insanlıkta yükselir. Yaşadığımız hayat anlam kazanır. Böylelikle de dilimizde bir ıslık, kulağımızda sevdiğimiz şarkı hayatımıza eşlik eder.

İŞTE HAKİKAT... İŞTE YALAN

FotoğrafınDüşündürdükleri-(1)22

Çağdaş dediğimiz modern çağ ne yazık ki paçalarından akıyor da hala kendini kirlettiğinin ve kirletildiğinin şuurunda değil. Daha bebeklikte masum beyinlere yerleştirilen, toplar, tüfekler, tanklar, tabancalar, at hırsızları, kovboylar çocuklarımızı tahrip ediyor. Aç bırakılmış, ruhsuz kalpler ve daha nice akıl budalaları yüzünden çağımızda daha bebek annesinden doğarken masumiyetini yitiriyor. Doktor, elinde neşter doğal bir doğumu yapay bir operasyona dönüştürüyor. Her şey artık maddeyle, parayla pulla, makamla mevkiyle, şan ve şöhretle ölçülüyor. Hani vicdan, hani insanlık, hani maneviyat bunun neresinde dedirtiyor!. Bir zamanlar anne çocuğuna çaputtan oyuncak bebek yapmasını öğretiyordu. Çocuk babasından ev, araba yapmasını öğreniyor, birlikte  uçurtma uçuruyordu. Bazen saklambaç oynanır, bazen güreş tutulurdu. Rüzgar gülü pervaneler, kamıştan düdükler, kağıttan kayıklar daha bir çok oyuncaklar.. Çocuklar masum hayaller kurmasını biliyordu. Zaman geçti de ne oldu. Çağdaş çöplükte çağ dışı yaşamak artık moda oldu. Oysa bir ışık, ışığın vurduğu delikli bir sepet, deliklerinden süzülen efsunlayıcı bir gölge oyunu. En büyük ışık güneş; güneş hakikati temsil ettiğinde gölge ise bir yalan. Daha bebeklikten hakikati de yalanı da öğreniyor insan.!..

POZİTİF - NEGATİF

..............

Pozitif:

Sigaranın esiri olmayalım

.............

Günümüzde sağlık sorunu olmayan hiç bir kimse yoktur diyebiliriz. Daha doğumda kalbi delik olduğu anlaşılan bebekler bile bir yaşam mücadelesi veriyor. Şuurlu insan kendisini ve sorumlu olduğu insanlar için sağlığını koruyucu, önleyici tedbirler alması kadar doğal bir şey yoktur. Hatta şuurlu insanlar sigara içilmesinden, çevrenin kirletilmesinden son derece rahatsızdır. Duruma göre müdahale eder ve bana ne diyemez. Nemelazımcılık yapamaz. İçkiye, sigaraya, kumarhanelere, batakhanelere karşı çıkar ve bir dünya görüşü olarak da temiz toplum ve temiz çevreden yana politik bir tavır gösterir. Çevresinde olumsuz şeylere müptela olan kişilere de öğüt vermeyi ve ikaz etmeyi bir misyon olarak duruşunu gösterir. Bu bilincin gerektirdiği pozitif bir durum ve tutumdur. Ayrıca bu tür çevreciler de ödüllendirilmeli.

.............

Negatif: 

Bataklıkları kurutalım

.............

Diğer yandan adam kalp ameliyatı olmuş; dört damarı birden değiştirilmiş, asla sigara kullanmaması gerekenler sigaraya devam ediyorsa para cezasına çarptırılmalı. Bu tür hastalara ayrıca psikolojik destek de sağlanmalı. Düşünüyorum da her olumsuz insan hayatını tehdit eden etkenler için dernekler kuruluyor ve mücadeleler yapılıyor ama tek tek sivrisinekleri yakalayıp öldürmekle başa çıkılamaz. Oysa bataklıklar neden kurutulmuyor, asıl bunu düşünmek gerekir. Bu negatif durumu da buraya kaydediyorum.

PERİSKOP

PeriskopFoto

.........

Türkçenin sırları

.........

Önemli bir yıldönümü organizasyonunda kıymetli bir hoca haziruna hitap ederken Ebu Harakani'den bir menkıbe nakledeyim diye söze başlıyor. Kültür dediğimiz zaman dünümüz, bugünümüz ve geleceğe olan atfettiğimiz bütün değerler sislisesi akla geliyor. Bu değerlere sahip olan hocalarımız, öğretmenlerimiz kullandığı kelime ve tabirlerle de bu değerleri ne kadar özümseyip özümsemediğini görebiliriz. Türkçe dediğimiz zaman Türkçenin bir cihan dili olduğunu unutmamalıyız. Anlatılmak istenen menakıptan sadece bir menkıbedir. Ayrıca bir haberde esnaflarımız diye bir tabir kullanıldı. Oysa esnaf Arapça kökenli bir kelime olup, sınıf kelimesinin bir çoğuludur. Esnaf kelimesine ayrıca Türkçe çoğul takısı eklenemez. Bu tür hatalar halk arasında galatı meşhur olarak kabul edilse de, aydınlarımız, mürekkep yalamışlarımız doğrusunu kullanmalıdır.

.........

Organik mahsüller 

.........

Bir çay firması yeni reklam kampanyasında organik çay sloganıyla halka müjde veriyor. Bir paket organik çay alana bir paket organik çay hediye ediyormuş. Bir pazarlama taktiği olduğu anlaşılan bir reklam sunuluyor. Bu durumda aynı firma için bu zamana kadar halka arzettiği çaylar organik değil miydi, sorusunu akla getirtiyor. Böyle bir sertifikası mı var? Organik çay nasıl yetiştirilir? Diğer firmaların ürünleri organik değil midir?  Bu millet Çernobil  faciasından sonra radyasyonlu çayı içmiştir! Böyle bir reklamın inandırıcılığı olmayabilir; böyle bir reklam ters tepebilir... Adını organik dediğimiz her şey organik olmayabilir. Organik bir ürün yetiştirmek için ancak devletin ilgili kuruluşların gözetiminde ve disiplininde yapılır. 

.........