​VARLIK FONU VE KÜRESEL KONJONKTÜR

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bu haftaya damgasını vuran gelişme Varlık Fonu'nun ihdası oldu.

Bu haftaya damgasını vuran gelişme Varlık Fonu’nun ihdası oldu. Başta Halkbank ve Ziraat Bankası gibi kamu bankaları ile PTT ve THY gibi Türkiye’nin yüz akı kurumları birçok gayrimenkul ile birlikte bir fona devredildi. 

Varlık Fonları dünyada atıl döviz rezervi olan ülkelerin bu rezervleri değerlendirmek ve ülkenin sürdürülebilir kalkınmasında kullanmak için kurulur. Burada kritik iki nokta “atıl döviz rezervi” ve “sürdürülebilir büyüme” olmaktadır. Ancak bunlara değinmeden önce kısaca küresel konjonktürü inceleyelim.

2006-7 yıllarında öncü sarsıntıları gelen ve 2008 yılında patlayan Küresel Kriz’den önce, özellikle 2001 yılında ABD’nin resesyona girmesiyle birlikte ABD genişlemeci para politikaları uygulamaya başladı. Bu politikalar hızla dünyada dolar arzının artmasına, paranın bollaşmasına yol açtı. Uygulanan gevşek para politikası, ABD’nin 2001 yılındaki muhtemel krizini dört beş sene geciktirdi ve aynı zamanda kriz öncesi oluşan balon etkisini tüm dünyaya yaydı. 

2006-7 yılında mortgage piyasalarındaki sarsıntı 2008 yılında büyük Küresel Krizle tamamlanınca, politikalar dünya finansal sistemini islâh etmek ve üretken sektörleri teşvik etmek için değil, aksine, batık firmaları yüzdürmek ve krizi öteleyerek dünyaya yaymak için kullanıldı; tıpkı 2001 yılında olduğu gibi. Bu daha çok dolar basımı ve gelişmekte olan ülkelere daha çok sıcak para akışı anlamına gelmekteydi. Bu süreç 2014 yılına kadar devam etti. Özetle belirtecek olursak, 2002 ile 2014 arasında dünyada eşi benzeri görülmemiş bir nakit fazlası oluştu. Bu nakit fazlasının, tüketime aç ve sınıf atlama ihtiyacı içinde bulunan kitlelere sahip olan gelişmekte olan ülkelere akması sürecin doğal sonucuydu. Bazı yazarlar tarafından “faiz lobisi” olarak adlandırılan yapı, kabaca 12 sene boyunca Türkiye gibi ülkelere ucuz ve bol miktarda nakit akıttı. 

Sürecin bundan sonrası milli devletlerin politikaları tarafından belirlendi. Bazı ülkeler bol ve ucuz nakit döneminde, dışarıdan gelen sermaye hareketlerini üretken sektörlere ve teknolojik yeniliklere yönlendirdiler. Bazı ülkeler ise, gelen ucuz dış krediyi tüketime ve üretken olmayan (konut ve AVM gibi) sektörlere aktardılar. 2014’e gelindiğinde artık hafiften hafiften anlaşılmaya başlamıştı ki, dünyada ucuz ve bol dolar dönemi bitmektedir. Çanlar, artık, Türkiye gibi kronik cari açıktan mustarip olan, yani üretmek ve tüketmek için dış borca muhtaç olan ülkeler için çalmaktaydı. Son iki senedir Türkiye’de yaşanan yavaş büyüme ve Türk Lirası’nın değer kaybı, işte bu konjonktürle doğrudan ilişkilidir.

Varlık Fonu kurulurken ülkenin atıl rezervlerinin değerlendirilmesi amaçlanır. Burada, Türkiye özelinde, iki soru sormak gerekir: 

-Soru 1: Üretmek, ihraç etmek ve tüketmek için ithal girdi ve ürünlere, dolayısıyla dış borca muhtaç bir ülke olan Türkiye’de atıl finansal kaynak, yani döviz fazlası olabilir mi? 

-Cevap1: Hayır. 

-Soru 2: O zaman, bu Varlık Fonu ne amaçla kurulmuş olabilir? 

-Cevap 2: Türkiye’nin Hazinesi’nin sahip olmadığı kredibilite ve güvenilirliğe sahip olan bir kurum olursa daha çok ve daha ucuza borçlanabileceği düşünüldüğü için.

Yani kısaca söylemek gerekirse, dış borçların pahalandığı ve hacminin azaldığı bir dönemde daha uzun vadeli, daha düşük faizle ve daha yüksek miktarda borçlanabilmek için bu fon kurulmuştur.

Fonun kuruluşunun ikinci amacı ise “sürdürülebilir büyüme” olmalıdır. Eğer sürdürülebilir büyümeyi sağlayacak nesnel koşullar oluşturulabilirse, o takdirde, hem fonun değeri artacak hem de Türkiye’nin büyüme ve kalkınma maliyeti azalacaktır. İsterseniz bunu da pazartesi inceleyelim.