​UFKUN ÖTESİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İktisat biliminde girişimci karakteri önemli bir yere sahiptir.

YENİ DÖNEMDE SİYASET, LİDERLİK VE PARTİLERİN DURUMU 

İktisat biliminde girişimci karakteri önemli bir yere sahiptir. Kapitalist üretim sisteminde hayatiyeti sağlayan ana unsurlardan biri de girişimci karakteridir. Girişimcinin bir firma için iki önemli rolü vardır: Bütün üretim girdilerini örgütleyip üretim sürecini başından sonuna kadar yürütmek ve gerekli olduğunda inovasyon yapmak. İkinci rol, özellikle yeni bir teknolojik paradigmanın veya yeni bir pazarın ortaya çıktığı durumlarda önem kazanır. Kısaca özetlemek gerekirse, girişimci üretim sürecinin lideridir. Bu liderliğin getirisi kârdır ancak kârın olduğu yerde risk de bulunur.

Sadece firma değil, bütün toplumsal örgütlenmelerde, o örgütlenmede liderlik rolünü üstlenen kişi veya kurum, tıpkı girişimci gibi bütün faaliyetin koordinasyonundan ve yeri geldiğinde yeniliklerden de sorumludur. Lider, bütün bu faaliyetin sonucundaki getiriye de talip olur. Bununla beraber getiri ne kadar yüksekse katlanması gereken risk de o kadar yüksek olur. Eğer bir kişi bir toplumsal örgütlenmede liderlik pozisyonuna talipse, o kişinin liderliğin getireceği risklere de talip olması gerekir. Riski göze alamayan lider olamaz. 

Siyasi partilerde bahsettiğimiz sosyal örgütlenmelerden bir tanesidir. Yeni gelen idari sistemle birlikte, hem siyasi partiler için hem de bütün Türkiye için liderlik en önemli kriter haline gelecektir. Bugüne kadar %20-25 oyla Başbakanlık veya Başbakan Yardımcılığı kapabileceğini düşünen lidercikler, öncelikle, kendi partilerindeki mevzilerini tahkim etmeye yönelik önlemler almaktaydılar. Bu da parti içi iktidarın öne çıkmasına neden olmakta, liderciklerin ülke genelinde iktidara ulaşmak yerine parti içi muhalefeti baskı altına almalarına sebep olmaktaydı.

Yeni sistemde Cumhurbaşkanı seçilmek isteyecek olanların seçimi kaybettiğinde hiçbir şey elde edememe riski vardır. Bu kişi siyasi partinin genel başkanı ise, milletvekili dahi olamayacak ve bir “topal ördeğe” dönüşecektir. Bu yüzden uyum yasaları yapılırken, belki de, ABD’de olduğu gibi her partinin başkan adayını önseçimle seçmesi ve bu başkan adaylarının genel başkan olmaması kuralı getirilebilir. Bu kural getirilmese dahi, milletvekili bile olamayan bir genel başkanın meclis grubunda söz sahibi olması sıkıntılı olacaktır. 

İkinci bir önemli nokta da, bir adayın Cumhurbaşkanı seçilebilmesi için %50 + 1 oya ihtiyacı vardır. Bugün hiçbir parti bu oya sahip değildir. Böyle olunca, yeterli oyu alabilecek en geniş seçmen spektrumuna sahip adayların sahaya çıkması zorunluluk haline gelmiştir. Yani, adaylar kendi seçmen kitlesini konsolide edecek şekilde değil, tam tersine en geniş şekilde halka hitap eden bir programla ortaya çıkmak zorunda kalacaklardır. Bu da, marjinal fikir akımlarının siyasi güce kavuşmasını önleyebilecektir. 

Demek ki, önümüzdeki süreçte liderlerin dikkat etmesi gereken iki nokta vardır: Birincisi, kaybetme halinde liderliğin bitme riski ve ikincisi dar bir parti programı değil geniş kitleleri kucaklayıcı bir program önermeleri gerekliliği. İşte bu süreçte AK Parti ve CHP içerisinde tartışmalar yükselmektedir. Her ikisinde de, ana tartışma, partinin teşkilatının, kaşarlanmış politikacıların ve partilerin içindeki irili ufaklı menfaat odaklarının gücünün neredeyse sıfırlanması eksenindedir. 

AK Parti içinde, gözle görülebilecek şekilde güçlü iki genel başkanı tanıdık: Sayın Gül ve Sayın Erdoğan.  Sayın Gül’ün yukarıda çizilen liderlik vasfını yansıtmadığı çok açıktır ve daha çok takım oyunu içindeki koordinatör rolünü üstlenmiştir. Sayın Gül, siyasi hayatı boyunca, hiçbir zaman risk almamış ve hep “sahne arkasında kalmayı” tercih etmiştir. Memlekete tabiî ki hizmetleri olmuştur, ama burada bir siyasi karakterden bahsediyoruz. Sayın Gül, tabiri caizse, Demirel, İnönü, Yılmaz ve benzeri politikacılar misali “mevcudu korumakla iktifa etmiş”, “taarruzdan ziyade müdafaayı yeğlemiş”, “aksiyoner değil reaksiyoner” bir politikacıdır. Buna karşın, bazı görüş ve uygulamalarına katılmayıp eleştirsem de, Sayın Erdoğan, liderlik profilinin en güzel örneklerindendir. Erdoğan bütün siyasi hayatı boyunca “konjonktürü takip eden değil konjonktürü belirleyen” olmuş, gerekli gördüğü yerde “hem hükümetin hem de partinin çalışma tarzı ve örgütlenmesini değiştirebilmiş” ve en önemlisi “kendi siyasi hayatını riske ederek politikalarda köklü değişimlere” gidebilmiştir. Hatalarında da, gerektiğinde sorumluluğu üstüne almıştır.  Sonuç olarak, yeni dönemde AK Parti’nin hazır bir lideri ve Cumhurbaşkanı adayı bulunmaktadır. Tabii bu, yeni dönemin yeni şartlarına göre AK Parti’de de bir dizi değişimin olması gerekliliğini değiştirmemektedir.

Yeni dönemde AK Parti’de ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç vardır. Referandum sonuçları bunu göstermektedir. Sayın Erdoğan bu işi kotarabilecek bir liderdir, ancak biz yine de belli noktaları açığa kavuşturalım: Birinci olarak, teşkilat içinde partinin başarısını değil kendi ikbalini düşünen ve bu yolda çalışan kaşarlanmış kadroların ayıklanması gerekmektedir. İkinci olarak, partinin dilini yeni kuşaklara hitap edecek şekilde yenilemek gerekmektedir. Şu anki dil, ağırlıklı olarak 40 yaş ve üstüne hitap etmektedir. AK Parti kendi politikalarıyla dönüştürdüğü ve dünyaya entegre ettiği gençlerin dilini konuşmamaktadır. Üçüncü olarak, Türkiye’nin iyi yetişmiş elit kadroları ile parti teşkilatı arasında bir kopukluk vardır, partide küçük kasaba sosyolojisi hakim olduğu için bu kesimlerle irtibat sağlanamamaktadır. Dördüncü olarak, parti içinde menfaat çatışmaları devletin yönetimine yansıtılmakta ve bu devlette siyasi bir istikrarsızlık olduğu algısına yol açmaktadır. Beşinci olarak, kimi çevreler tarafından seslendirilen eyaletçilik veya FETÖ’yle ateşkes gibi konularda hiçbir taviz verilmemesi gerekmektedir. Tereciye tere satmayalım, Sayın Erdoğan bu problemlerin hepsini bilmektedir ve o yönde adım atacağı umulur.  

Bir zamanlar dağları taşları “Umudumuz Karaoğlan” yazıları ile donatan Ecevit CHP’sinden bugünkü CHP’ye geldiğimizde içinde bulunulan durum ise trajikomiktir. CHP’nin serencamı “Nasıl başarısız olunur?” sorusuna verilecek cevaba en güzel örnektir. Koskoca Kuvva-yı Milliye hareketinin mirasçısı CHP, ilkönce kendi parti ilkeleri ile çelişen bir “Ortanın Solu” hayali içine girmiş ve 12 Eylül’den sonra da kabuk değiştirerek SODEP – SHP gömleğini giymiştir. Bu gömleği giyerken Kürtçülere ve bir takım marjinal sol hareketlere kucak açmıştır. Daha sonra tekrar CHP gömleğini giymiş ve bugün de tefessüh etmiş ANAP – DYP çizgisi ile Washington – Brüksel ekseninde bir politikaya yelken açmış durumdadır. Zaten CHP’nin çok partili hayatta gördüğü tek gerçek lider olan merhum Ecevit’in CHP’yi terk etmesinin nedenlerini de bu ilkesiz savruluşta aramalıyız.  Atatürk’ün ve Kuvvacıların mirasından utanan bir zümre yönetimindeki Y-CHP, sözde Ermeni soykırımcılarını, Sorosçu’ları, bilumum liberal solcuları ve etnikçi İslamcı eskilerini şemsiyesi altında toplamıştır. Halef – selef CHP liderleri kadar zayıf karnı bulunan siyasetçi Türk tarihinde az görülmüştür. Özellikle şimdiki liderleri Sayın Kılıçdaroğlu, referandum sürecindeki performansıyla değme AK Partili’lere parmak ısırtmış ve “EVET”in nasıl savunulacağını tatbiki olarak göstermiştir. Alınan %49 civarındaki “HAYIR” oyu CHP ve bugünkü “yeni” yönetim anlayışına rağmen alınmıştır. Bütün bu karneye baktığımızda, yeni dönemde siyasette söz sahibi olmak için kitlelerin kalbine girebilecek, insanlara samimi gelen, Atatürk mirasından utanmayıp aksine cesaretle savunabilecek bir lider çıkarması gerekir. İstiklâl-i Tam yerine Brüksel’e ve Washington’a bağlanış, devletçi ve planlı ekonomi yerine Mr. Derwish ekolünden en kaba piyasa ekonomisine dönüş, Ecevit’e savaş açmış TÜSİAD’la kolkola giriş, milliyetçilik yerine küreselleşmeden yana tavır alış, halkçılık yerine “halkların kardeşliğine” umut bağlayış ve benzeri tutarsızlıkları olmayan bir lidere ihtiyaç vardır. Yoksa yine sükût-u hayâle uğrarlar. Maalesef, “CHP cephesinde değişen bir şey yoktur.” Gelen haberler, partinin yeni sisteme yeni stratejilerle hazırlanması gerekirken, bunu yapmayıp, geleneksel kurultay şenliklerine hazırlandıkları yönündedir. Ne diyelim? “Benim oğlum bina okur; döner döner yine okur.”