ÜÇ KÜÇÜK CAMİİ

Halil İbrahim İZGİ
Tüm Yazıları
Camilerin sadece inşa edilmesi bile kimliğin simgesi ve ibadetin bir türüdür. Nereden gelip nereye gittiğimizi gösteren kimlik kartlarımızdır.

Ramazan ayı ve içinde barındırdığı Cuma günleri bizlere düşünmek için imkan veriyor. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nereye gittiğimizi serinkanlı şekilde düşünme imkanı veriyor. Anadolu Ajansı’nın dünyanın farklı yerlerinden geçtiği Ramazan hikayeleri yalnız olmadığımızı gösteriyor. Kastettiğim kapılarını ibadete yeni açan Çamlıca Camii veya inşası süren Taksim Camii değil. Restorasyonı tamamlanmış diğer selatin camiler de değil. Bunların hepsi güzel haberler ama gönlüme ferahlık veren camii haberleri Bosna-Hersek’ten geliyor. Bosna’nın Sırbistan sınırındaki Kuşlat Camii’nin haberini gördüm. Mutlaka görmeniz gereken kartal yuvası olarak tanımlayabileceğiniz bir camii. Kocaman bir kayalığın tepesinde yapılan bu caminin büyüklüğü üzerinde yer aldığı kocaman kayanın haşmetiyle bütünleşiyor. Mahallesi olmayan bir camii burası. Eskiden olduğu yerde kale varmış. Muhtemelen gözlem amaçlı yapılmış kaleyi Osmanlı askerleri ibadethaneye çevirmişler. Cuma günleri dik yokuşlardan tırmanan cemaat buraya gelerek kim olduklarını ve bu kayanın üzerinde ne aradıklarını tefekkür ediyorlar. Tüm dünyayı ayaklarının altına bırakacak kadar yükseğe çıktıktan sonra alemlerin Rabbi olan Allah’ın huzuruna çıkmak sadece bir ibadet değil aynı zamanda kimlik inşa etme biçimi. Hiçbir derste öğrenemeyeceğiniz bir ders veriyor.

Rahmetli Akif Emre’nin benzer bir camii olan İgman Camii’ne, dağdaki tekke camiye yönlendirmesi aklıma geliyor. Eşimle bir sabah o camiye ulaşmaya çalışırken bulutların altında kalmıştı, tabii sis de olabilir. O zaman ne kadar irtifa kazandığımızı anlamıştık. İgman dağındaki bu camii de Kuşlat Camii gibi askerler tarafından inşa edilmişti. Kuşlat’tan yüzyıllar sonra, Allah adını yüce tutmak için savaş esnasında inşa edilmiş ve yılda bir gazi dervişlerin, eski silah arkadaşlarının bir araya geldiği tekkeye dönüşüyor. Kuşlat da benzer şekilde Cuma günleri Müslümanları bir araya getiriyor. Gözden uzak ama gönüllere yakın bir yerde tarihin içindeki sesini aktarmaya devam ediyor.

Bosna-Hersek’in hersek kısmındaki diğer bir camii de Poçitely şehrindeki kubbeli taş camii. İstanbul’un küçük camilerinden ayırt edemeyeceğini bu camii sınırdaki son Osmanlı köyü. Sonrası? Sonrası camisiz topraklar ve Hırvatistan. Savaş sırasında Hırvatlar tarafından topa tutulmuş ve sonrasında yeniden TİKA’nın gayretleriyle inşa edilmişti.

Camii sadece bize değil, Müslüman olmayanlara da kim olduğumuzu göstermenin açık bir ifadesi. Bu nedenle Avrupa’da ve Avrupa’nın uzak köşesi Yeni Zelanda’da bir camii terörist saldırıya maruz kalabiliyor. Oralara camii yapıp tahrik mi ediliyor? Hayır. Almanya’da camiler yokken Türkler evlerinde diri diri yakıldı. 

Anlatmaya çalıştığım, camilerin sadece inşa edilmesi bile kimliğin simgesi ve ibadetin bir türüdür. Nereden gelip nereye gittiğimizi gösteren kimlik kartlarımızdır. Bosna-Hersek’teki bu kendisi küçük ama anlamı büyük camiler, nerede bir araya geleceğimizi gösteriyor. Sınırlarımızın nerede başladığını ve neleri unutmamamız gerektiğini de.

Tüm camiler aynı hikayeyi anlatıyor ve götürüyor bizi asırların ötesine.