Vakıf Katılım web

TÜRKİYE'NİN LİDERLİĞİNDE AKDENİZ PAKTINA DOĞRU

Dr. Furkan KAYA 22 Ara 2020

Dr. Furkan KAYA
Tüm Yazıları
Türkiye'nin merkezi çevre coğrafyasında yer alan hatlardaki gerilimlerinin biri hafiflese diğerinin arttığı görülüyor.

Türkiye’nin merkezi çevre coğrafyasında yer alan hatlardaki gerilimlerinin biri hafiflese diğerinin arttığı görülüyor. Bilhassa Libya-Doğu Akdeniz-Suriye ve Kafkas ötesinde yaşanan çatışmalar, bölgesel ülkeler olduğu kadar küresel aktörleri de yakından ilgilendiriyor. ABD Başkanı Trump’ın bugüne kadar süren politikasında “Amerika’sız bir Ortadoğu” anlayışı görülürken, ABD’nin kısmen çekildiği alanlarda oluşan güç boşluğunun hangi güç odağı tarafından doldurulacağı hususu, bu gerilim ortamının zemini sıcak çatışmaya doğru evrimini hızlandırıyor. Bu bize ünlü düşünür Aristoteles’in “horror vacui” yani “boş alan korkusu” ilkesini hatırlatıyor. Eğer bir güç çökerse veya bazı alanlarda denetimini yitirirse, rakipleri bu boşluğu doldurmaya gelir. Doğu Akdeniz havzası, bu hakimiyet savaşının tam da merkezindedir.

Dünya haritasında yüzde 1’lik yer kaplayan Akdeniz, dünya ticaretinin yüzde 33’üne ev sahipliği yapıyor

Kadim dünya tarihi boyunca büyük imparatorlukların, kendi güvenlik ve ekonomilerini güçlendirmek için Akdeniz coğrafyasını kontrol etmeye çalışmıştır. Roma İmparatorluğundan Osmanlı Devletine ve hatta günümüz uluslararası sisteminde amaç, Akdeniz’i kontrol altına almaktır. Çünkü geçmişten günümüze kadar Akdeniz, dünya ticareti ve siyasetinin kalbi olmaya devam ediyor. Bugün Akdeniz jeopolitiği dünya sularının yüzde 1’ine tekabül etmesine karşın, dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 33’üne ev sahipliği yapmaktadır. Bölgenin güney kısmında yaşanmakta olan çalkantı, bölgesel ve küresel amaçlar taşıyan terörizm dalgasına ve İkinci Dünya Savaşından bu yana hiç görülmemiş ölçekte Avrupa içine ve Avrupa üzerinden mülteci akınlarına neden olmuştur.

Doğu Akdeniz’de var olmak, Basra Körfezi ve Orta Asya’da söz sahibi olmaktır

Akdeniz havzası; Avrupa, Afrika ve Orta Doğu olmak üzere üç önemli bölgeye ulaşırken aynı zamanda siyasi, diplomatik ve ekonomik dönüşüm girdabında yer alıyor. Tarihten bugüne büyük güçler arasında gerçekleşen hegemonya mücadelesinde, Doğu Akdeniz’i kontrol eden Ortadoğu, Basra Körfezi ve Orta Asya üzerinde de söz sahibi olması muhtemeldir. Ayrıca özellikle Rusya için Doğu Akdeniz’de var olmak, güney savunma cephesinin ileri hattı olan Afganistan sınırının savunmasında tasarruf sağlayacaktır. Bu bakımdan sıcak denizlere en kısa çıkış noktası ve geçiş koridorlarını kontrol etmesinin yanında Doğu Akdeniz, savaş durumunda güneyden saldırı içinde uygun bir çıkış coğrafyasıdır. İkinci Dünya Savaşı süresince İtalya’nın faşist lideri Mussolini ve Nazilerin diktatörü Hitler’in politikalarının da tıpkı bu Akdeniz stratejileri bağlamında şekillendiği görülmektedir.    

Sultan Osman ve Reşadiye savaş gemilerinden, F-35 savaş uçağına 100 yıldır değişmeyen zihniyet

Birinci Dünya Savaşı’nın üçüncü perdesinin merkezinde yine Türkiye toprakları ve onun çevre denizleri var. Günümüzde yine aynı hakimiyet mücadelesinin devam ettiği görülüyor. 1914 yılında İngiltere, Osmanlı Devleti’ne teslim etmesi gereken dönemin en kudretli savaş gemileri olan Sultan Osman ve Reşadiye gemileri, Osmanlı’nın o dönemde Almanya ile yakınlaşması bahane edilerek, gemilere Türk bayrağının çekilmesine çok az bir süre İngiltere gemilere el koyduğunu açıklamıştı. Bu devlet gaspının o dönemki mimarı ünlü İngiliz politikacı Winston Churchill’di. Bu kararın ardından verilen davette Churchill başka Kraliyet olmak üzere üst düzey kişiler tarafından Osmanlı’nın gemilerine el konulmasından ötürü tebrik edilmişti. Çünkü eğer bu gemileri Osmanlı alabilseydi Birinci Dünya Savaşı farklı bir hal alabilir, hatta Çanakkale savaşında Osmanlı bu denli zayiat ve şehit vermeden zafer kazanabilirdi. Şimdi ise aynı düşüncenin tezahürünü Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alan Türkiye’nin parka tedarikçisi ve parasını ödediği 6 adet F-35 savaş uçağının devlet eliyle gasp edilip verilmemesi ile görmekteyiz. Bahaneler aynı, neticeler aynı.

Türkiye’nin “süper NATO” ile iç politikası, “NATO” ile de dış politikası dizayn edilmesi amaçlandı

İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon cihan savaşı başlamasına yakın; “Türkleri ait oldukları yere, Orta Asya’ya süpüreceğiz!” sözünü de göz önünde bulundurursak, Anadolu ve ötesine hakim, denizcileşmiş bir Türk devletinin varlığı elbette onlar için katlanılmaz bir durumdu. Halbuki son arkeolojik kazılarda göstermiştir ki, Türkler 10 bin yıl önce bu topraklarda yaşamışlar ve idare kurmuşlardır. Öyleyse mesele, Türklerin kadim coğrafyası olan topraklarda, 17. Türk devletinin kurulmasına izin vermemek, bu engellenemiyorsa tamamen dışa bağımlı ve zincire vurulmuş bir ülke olmasını sağmaktı. Bunu da birçok askeri darbeler, ekonomik ve siyasi krizler ile istihbarat faaliyetleriyle denediler. Fakat yine de Türkiye’nin özellikle son 5 yıldır zincirlerini kırıp, milli irade ile sınırlarında ve sınırları ötesinde hatta deniz aşırı komşuları ile bile stratejik, askeri ve ekonomik iş birliğine engel olamadılar.

Türkiye; Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Kafkas ötesi coğrafya ile beraber yaklaşık 3500 km’lik bir alanda mücadele ediyor

Bir ülkenin güvenlik stratejilerinde rol oynayan en önemli unsurlardan biri o ülkenin jeopolitiğidir. Türkiye’nin benzersiz jeopolitiği, güvenlik stratejilerinde üç büyük kıta üzerinde şekillendirmesini mecbur kılmaktadır. Dolayısıyla verilen hiçbir mücadeleyi tek başına değerlendiremeyiz. Devletimiz bugün Libya, Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Kafkas ötesi coğrafya ile beraber yaklaşık 3500 km’lik bir alanda mücadele ediyor. Bununla beraber Türkiye’nin çevre denizlerinden diğer kıtalara ulaşıncaya kadar deniz koridorlarının denetlenmesi, denizlerden gelebilecek muhtemel saldırıları önlemek adına deniz jeopolitiği üzerine teoriler geliştirilmektedir. Bu artık küresel güçlerin en büyük tedirginliği olan Türkiye’nin hiç olmadığı kadar denizci bir devlet olacağının açık bir göstergesidir.

Yunanistan bir Doğu Akdeniz ülkesi değildir

Türkiye’nin tüm kazanımları ve gelişimi ışığında artık Doğu Akdeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü (DAEİÖ) kuracak kapasitededir. Bunun farkına varan özellikle AB ve ABD, Yunanistan’ı kullanarak, Doğu Akdeniz ülkeleri ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmalarının önünü açmıştır. Ayrıca Adalar Denizinde (Ege denizi demeyi Yunan mitolojisine atıfta bulunduğu için doğru bulmuyorum) Türkiye’nin hukuksal hakları yok sayılarak, ana karaya hapsetme planları işletilmiştir. Unutulmamalıdır ki, Yunan adalarının Doğu Akdeniz’e bakan yüzleri 167 km iken, Türkiye’nin 1870 km’dir. Türkiye’ye yapılan gayri hukuki pişkinlikten başka bir şey değildir. Ayrıca Yunanistan, takımadalar devleti olmadığı için adalarının kendine ait kıta sahanlığını kullanarak, MEB anlaşması yapması deniz hukukuna aykırıdır. Yapmış veya yapacağı MEB anlaşmaları da bu nedenle geçersizdir.

DAEİÖ, Doğu Akdeniz Paktı’nın anahtarıdır

8. Cumhurbaşkanımız merhum Turgut Özal, Karadeniz çevresindeki ülkeleri bölgesel entegrasyon için birleştirmek adına Karadeniz Ekonomik İşbirliği’nin (KEİÖ) kurulmasına önderlik etmişti. Şimdi sıra öncelikle Doğu Akdeniz’e geldi. Akdeniz’de ticaret, 2030 yılına kadar hızla artmaya devam edecek ve bu coğrafya nüfusunun 500 milyona ulaşması beklenmektedir. Dolayısıyla Akdeniz, küresel ekonomi açısından ağırlığını arttırarak koruyacaktır. Küresel düzlemde Akdeniz “süper bir anayoldur” ve küresel çapta Yeni İpek Yolu Projesi ile birlikte yüksek miktarda mal, insan ve politika akışına ev sahipliği yapacaktır.

Hülasa

Hukuken bir Doğu Akdeniz ülkesi olmadığı ispatlanacak olan Yunanistan’ın yaptığı MEB anlaşmaları dünyaya geçersiz ilan edilmesinin ardından Türkiye ivedilikle Libya ile imzaladığı MEB anlaşmasının devamını Mısır ve İsrail ile de yapmalıdır. Gelen son bilgiler ile bu iki ülkenin de Türkiye’nin politik çizgisine yakınlaştığı yönünde. Türkiye’nin Mavi Vatan Doktrininin en önemli ve son hamlesi ise Kıbrıs adasında iki devletli çözüm modelinin hukuken tanınmasıdır. Bu sayede coğrafyadaki ekonomik çıkarlardan bölge halkının eşit oranda faydalanmasını sağlanacaktır. Dolayısıyla Türkiye, DAEİÖ’nün kurulmasına öncülük ederek, bölge ülkelerinin “karşılıklı ekonomik bağımlılık” ilkesi sayesinde çatışma ihtimalini en aza indirecek. Elbette en önemlisi, Türkiye’nin güney sınır hattında kurulması ve Doğu Akdeniz sularına çıkışı planlanan kukla terör devletine de engel teşkil edecektir.