Vakıf Katılım web

TÜKETİMDE RAMAZAN VE BAYRAM ETKİLERİ VAR MI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Gelişmiş ve sanayileşmiş Batı ülkelerinde Noel ve Paskalya gibi takvimde düzenli olarak yer alan tatil dönemlerinde tüketimin ciddi arttığı gözlemlenmektedir.

Öncelikle bütün okuyucularımın Ramazan Bayramı’nı tebrik ederim. Allah hepimize sağlık, huzur ve mutluluk versin. Milletimizi bir ve devletimizi de diri tutsun.

***

Gelişmiş ve sanayileşmiş Batı ülkelerinde Noel ve Paskalya gibi takvimde düzenli olarak yer alan tatil dönemlerinde tüketimin ciddi arttığı gözlemlenmektedir. Öyle ki ABD’de bazı bankalar Noel yaklaştıkça belli bir tasarruf pozisyonuna girerler. Çünkü Noel Bayramında yüksek miktarda mevduat çıkışı olacağını bildiklerinden bu çıkışı telafi edecek bir önlem alarak serbest rezervlerini arttırırlar. Bu sürecin çıkışı ise şöyledir: ABD’de birçok insan yılın diğer aylarında özel bir hesapta para biriktirmekte ve Noel Bayramında bu hesabı çekip harcamaktadır. 

Sayılar bu konuda ne diyor? Bir bakalım:

Her dönem farklılaşsa da ABD’de Noel dönemlerinde genel tüketim harcamaları diğer zamanlara göre yüzde 30 ilâ yüzde 50 arasında artmakta, özellikle hediyelik kitap ve mücevherat satışları yüzde 100’ün üzerinde artış göstermektedir. Genelde Batı Hristiyanlığında Noel ve Paskalya Bayramları hediyeleşmenin olduğu ve ailelerin bir araya geldiği dönemlerdir. Batı’da böyle de bizde nasıl acaba?

Bundan önce farklı zamanlarda (2007, 2011, 2018 ve benzeri) farklı kurumlar tarafından yapılmış araştırmalarda net olarak ortaya çıkan şey Ramazan Ayı’nda tüketimin, özellikle gıda maddeleri satışının artmasıdır. Kabaca ben de TÜİK verilerine baktım. Tabii ki, milli gelir serileri ve doğal olarak tüketim serileri üç aylık yayınlandığı için Ramazan Ayı ve Bayramın içinde bulunduğu çeyreği tespit ettikten sonra, tüketimdeki artışa baktım. Kabaca benzer bir sonuç elde ettim. Sonuç ne çıktı? Market ve bakkaldan gıda harcamalarında, dönem dönem değişmekle birlikte, yüzde 30 ilâ yüzde 50 arasında artış gözlemlenmektedir. Yani ABD’de Noel Bayramı’nda rastlanan etkiye benzeyen bir durum var. Ama verileri ayrıntılı ele almak lazım. Bu ayrıntıyı nasipse başka bir yazıda anlatırım.

Bizde, özellikle 1990’lardan itibaren şehirlileşmenin artması ve hizmetler sektörünün yükselmesi ile birlikte Ramazan ve Bayram’ın pratikte hayatlarımıza değme şekli değişmiş durumda. Benim çocukluğumda (o kadar yaşlı değilim ama Türkiye’nin yaşadığı en hızlı toplumsal değişim dönemine denk geldim, ne yapalım, DMD…) Adapazarı’nda hemen hemen bütün restoranlar ve İstanbul’da da restoranların önemli bir kısmı kapanırdı. Hatta restoranların camlarına “Ramazan nedeniyle tadilattayız.”, yazısı asılırdı. Genelde iftarlar öncelikle aile yakınları ve komşular olmak üzere evlerde verilirdi. Kimi tanıdığımız zenginlerin fakir insanlara gıda malzemesi yardımı yaptığı konuşulurdu. Restoranlarda kalabalık ve pahalı iftarlar, belediyelerin iftar çadırları, siyasi partilerin gençlik kollarının sazlı sözlü sahur programlarının bırakın gerçekleşmesini, hayali bile mümkün değildi.

1990’larla birlikte önce İstanbul ve büyük şehirlerde sonra onları takiben diğer Anadolu şehirlerimizde restoranların Ramazan boyunca kapalı olması adeti pey der pey ortadan kalktı. Tam tersine, artık iftarlar evde verilmiyordu, her restoran özel iftar tarifeleri hazırlıyordu. İftarlar sadece aileler arasında değildi artık; iş yemekleri, politik toplantılar, arkadaşların fasıl dinletisi ile bir araya gelmesi, hepsi restoranların iftar tarifesine girmişti. Öyle zamanlar geldi ki, örneğin casus başı Fetoş’un verdiği iftarlarda oruçludan çok oruçsuz, Müslümandan çok gayr-ı müslim olduğu da görüldü. Siyasi partilerimiz de furyaya dahil oldular. Pandemi öncesi, örneğin Sayın Cumhurbaşkanı, her iftar akşamı ayrı bir siyasi toplantıda iftarını yüzlerce kişi ile açmakta ve her akşam iftar sonrasında konuşma yapmakta idi. Sadece AK Parti mi? Hayır, ne münasebet… Bütün partilerimizin en tepeden an aşağıya kadar teşkilat iftarları vermesi, bunun için otellere ve restoranlara ciddi ödemeler yapılması mevzu bahistir. Adeta iftarlar, oruç tutan tutmayan fark etmeden, herkesin çevre edinmek ve iş bağlamak için avdet ettiği “etkinlikler” halini aldı. Pekiyi, dini ve kültürel açıdan böyle midir? Hayır.

Dini açıdan Ramazan ayı, insanın kendi nefsine hâkim olmaya çalışması gerektiği, nefsini terbiye etmeye gayret gösterdiği bir aydır. Burada sadece yemek yemeden feragat yoktur, kötü söz söylememek, insanlarla öfkeli bir tavırla konuşup tartışmamak, mümkün olduğunca yalandan kaçınmak, Kur’an okumak ve anlamı üzerinde düşünmek, aile ve komşuluk bağlarını güçlendirmek ve fakirlerle dayanışma içine girmek Ramazan Ayı’nın ve orucun olmazsa olmazlarıdır. Tabii ki, bu durum, küresel ekonomiye açılmış bir kapitalist ülke olan Türkiye’nin en büyük iş ve finans merkezi olan İstanbul’da bambaşka bir hale dönüştü yukarıda arz ettiğim gibi. Bireysel olarak insanın dünyadan uzaklaşıp ve kendisiyle baş başa kalıp hesaplaşması gereken bir ayda, insanların kendilerinden uzaklaşıp dünyaya daldıkları, bu dünya işlerine de ibadeti (oruç ve iftarı) meze yaptıkları görülmektedir.  Ben, açıkçası, oldum olası dışarıda yapılan iftarlardan zevk almamışımdır. En güzel iftar insanın evinde yaptığı iftardır.

“Bayramlar da harcama etkisi nasıl sizce? Orada da değişen bir şey var mı?” Tabii ki, tüketim harcamalarında Ramazan ayındaki artış bile net olarak tespit edilemezken, Bayram’daki artışı ayırabilmek mümkün değildir. Ancak çevremde son 30 yılda gözlemlerimden bahsedeyim.

Bu yılın Ramazan Bayramı’nda geçen yıllara göre (pandemi sürecinin eve kapanma etkisi de bunda etkilidir belki, DMD) rekor bir rezervasyon artışı gerçekleştiği yazılı ve görsel basında yazılmaktadır. Antalya’da bazı oteller yüzde 100 doluluk oranına ulaşmışken, bütün oteller bazında minimum yüzde 80 doluluk oranına ulaşıldığı yazılmaktadır. Bodrum, Çeşme ve Marmaris’ten gelen haberler de benzer şekilde: Yüzde 80-90 arası bir doluluk oranı tahmin edilmekte. Yani insanımız için, özellikle beyaz yakalı çalışanlarımız için, Bayram kaçırılmayacak bir tatil fırsatı olarak görülmektedir.

Batı’da da, Noel ve Paskalya tatilleri otel turizminin arttığı dönem olmakla birlikte, genel olarak bu Bayramlar ailelerin bir araya geldiği dönemlerdir. Ancak bizde son 30 yıldır insanımızın kafasındaki Bayram kavramı değişmiştir. Aile birliğinin (dolayısıyla milli birliğin) temin edildiği ve akrabalar ile bir araya gelindiği özel bir günden güneydeki “ultra plus mega plus herşey dâhil plus” otellere çekirge sürüsü gibi üşüşüldüğü bir tatil dönemine terfi edilmiştir. Bu gelişmeyle (!) ne kadar iftihar etsek azdır! Milletçe berhudar olalım.

Evet, Türkiye’nin Tanzimat’tan bu yana değişmeyen bir ekonomi politiği var: “Dışardan borç al, çatır çatır ye, ödeme vakti gelince de krize gir!” 30 sene içinde küresel kapitalizme eklemlenen ülkemiz kaynaklarını sanayi ve tarım üretiminden daha fazla hizmetler sektörüne ayırmıştır. İnşaat ve turizm de bu furyada yükselmiştir. Dışarıdan alınan borçla gelen döviz fazlası, 2003 – 2013 yılları arasında aşırı değerli Türk Lirasına ve insanlarımız için sahte ve geçici bir cennete yol açtı. Her fırsatta daha fazla borçlanıp daha fazla tüketmek hepimiz için hayatın genel kuralı haline geldi. O yüzden en mütedeyyin ve dindar kardeşlerimiz için bile, Ramazan Ayı ve Bayram, nefsani arzuların doyurulduğu, siyasi ortamlarda yer edinilen ve daha fazla para kazanma imkânlarının araştırıldığı bir dönem oldu. Ne diyelim? Allah sonumuz hayretsin!

Bayramınız mübarek olsun! Sağlık, huzur ve mutluluk sizinle olsun…