TÜKENMİŞLİKTEN ÜRETİME

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Günümüz insanı giderek kendini beğenmiyor.

Günümüz insanı giderek kendini beğenmiyor. Cinsiyetinden, ailesinden, köyünden, kültüründen, temel insani değerlerden hızla uzaklaşıyor da modernitenin idealize ettiklerinin peşine düşüyor. Kendisiyle uğraşmaktan üretemiyor insan ve hızla tüketen bir canlıya dönüşüyor. Zaten kapitalist üst akılların hedefi de budur. Dolayısıyla bugün, dünya insanının en önemli sorunlardan birisi üretmemek ve sadece tüketmenin yol açtığı psikolojik sorunlardır. Evet, üretimden uzaklaştığımız oranda tüketiyoruz ve tefekküre zaman bulamıyoruz. Tüketmek, birey ve toplum düzeyinde tükenmişliği körüklerken, üretmenin sağladığı gelişme, yenilenme ve canlılıktan da hızla uzaklaştırıyor insanı. Kişisel bütünlüğü koruyan vicdanı hasta ediyor. Bir insani krizin yaşandığı günümüzde; insanın giderek artan mutsuzluğu, umutsuzluğu, tatminsizliği ve şiddetinin kökeninde üretmemenin, üretememenin önemli etkisi olduğu açıktır. 

Üretmeyen Zarardadır

Gerçekten de üretmeyen kişi zarardadır. Nitekim çevremize üretebileceğimiz en kolay davranış olarak yüzlerdeki tebessüm bile yok oluyor giderek.

Üretmek, kapitalist sistemin yüklediği anlamın ötesinde insan olmanın ve kendini ifade etmenin en önemli yoludur. Bir fikir, bir düşünce, bir model, bir iş, bir ürün üretmek, kısacası çalışarak ortaya bir “şey” koymaktan söz ediyoruz. Nitekim üreten insan, tüketmeyi hak ettiğinden ruh dünyası bakımından rahattır. 

Üretmek; kâinattaki her şey gibi hareket halinde olmak, etkin olmaktır. Üretmek, başkasına zarar verir diye yoldaki taşları kenara almaktır mesela. Bir şey beklemeden insanlık için üretmek. “Ol”manın yolu üretmekten geçer. Bunun için yanmak ve pişmek gerekir. Bir fabrikanın tozlu tezgâhında işlenen metal, inşaatın duvarına koyulan tuğla, öğrencilere anlatılan ders, gecenin karanlığında çekilen virt, bazen varlıklar âlemini düşünmek, yeni çıkarımlar yapmaktır üretim. Ve sonunda şükür etmektir tüm hücrelerimizle. Üretmek; seslerden oluşan evrendeki ahengi, melodiyi ve musikiyi oluştururken üretmemek, sesler arasındaki ahenksizlik misali kuru bir gürültüye neden olur. Bedenin ve zihnin sürekli ve sistemli üretimleri, kişiyi hantallıktan, rutinden, endişe, korku ve panikten kurtarır.

Üretmeyen insan mutsuzdur, tatminsizdir. Kendisini ifade edememenin gerginliği ile kendisini başka yollarla ifade etmeye çalışır. Üretmeyenin zamanı çok olduğundan ya kişisel zaaflarının kölesi bir tüketici yahut yönlendirildiği konu ve ürünlerin bağnaz bir tüketicisi olur.

Biz Ne Üretiyoruz Acaba?

Esasen insanın yeryüzünde bulunma nedeni, çevresine bir katma değer üretmektir. İnsan; beden, zihin ve duygusal potansiyelleri ile dış âlemiyle alışveriş içinde oldukça gelişir, güzelleşir olgunlaşır. Ancak, yaşam koşulları bireyden çevreye yönelen bu katma değeri sınırlandırdığından, insanlar kendilerini gerçekleştiremiyor ve yeterince gelişemiyor. İnsan olarak gelişemiyoruz ki bugün yeryüzünde; yerleşik kültürü, ahlakı, geleneği, hukuk kurallarını zorlayan davranışlar, cana kasıtlar, boşanmalar, hırsızlıklar, hoşgörüsüzlük, demokrasinin zedelenmesi, tahammülsüzlük ve toplumsal gerginlikler hızla yayılıyor. Bunların bir sonucu olarak küçük bir kâinat olan insanın, numunesi olduğu büyük kâinatla uyumunda zedelenmeler var.

Dünyanın gelişmemiş toplumlarını birer atölyeye, kendilerini ise renkli camların arkasından bu atölyeleri yönetmeye adayan, üretmeden kazanmaya alışan kimi gelişmiş batılı toplumlar da son krizler ile yeniden üretime yöneldiler. Üretime dayalı ekonomik modeller için yeniden yoğun çabalar var.

Şu halde işi, konumu, eğitimi ne olursa olsun bireylerin kendi üretimlerini bir anlamda dünyada bulunma nedenlerini acilen gözden geçirmeleri önemlidir. Bireyin kendisi ama özellikle çevresine ürettiği katma değere kafa yorması önemlidir. Üretici olmanın ruh tatminini anlamanın yanında üretici olmayı yaşamanın peşinde olmalıyız. Aynı durum aile, işletme ve toplum için de geçerlidir. Düşünün ki, üretim gücünü kayıp etmiş bir işletme hızla yok olmaya mahkûmdur. Ürettikleri ile tükettikleri arasındaki dengeyi sağlayamayan toplumların egemen olmaları zorlaşır. Üyelerini bir araya getirmekten aciz, konuşmaktan uzaklaşmış, birbirlerine destek olmayı unutmuş, anne ile babanın birbirlerinin gözlerinin içinde kayıp olmayı unuttuğu bir ailenin, sağlıklı bir yuva olduğunu söyleyemeyiz.

Başkaları için bir taşın üzerine bir taş koyma aşkı ve heyecanı, bireylerin potansiyel üretim kapasitelerini harekete geçirir. Böylece birey, kendisini daha güzel ifade eder, daha mutlu olur. Potansiyelini performansa dönüştürmenin, tükenmişlikten üretime geçmenin keyfini yaşar.