Neyi yazıp, neyi konuşacağız?
Neyi yazıp, neyi konuşacağız?
Trump, Katar Emirini aramış ve “Aşırılık yanlısı ideolojileri özendirmeyi durdurmak ve terör örgütlerinin finanse edilmesini engellemek için bölgedeki tüm ülkelerin birlikte çalışmasının önemini” vurgulamış.
Ha illa ki konulara ne kadar hâkim olduğumuzu ve fikir pazarlamayı öne çıkaracaksak, birkaç gün içinde olup bitenlerle ilgili saatlerce konuşacak malzeme var.
Ama yapmayalım.
Çünkü hep biz tartışırken gelip iş görüyor o tecavüzcü kadı!
Sonra şikâyet edecek merci bulamıyoruz.
Terörün küresel yönetim merkezi neresi?
Terör örgütlerini kim peydahlıyor ve liderlerini parlatıyor?
Terörü kim finanse ediyor?
Sonra terörü bahane edip terör uygulayan ülkeler hangi ülkeler?
Hangi ülkelerin liderleri “at hırsızı” tarifine denk geliyor?
Kendimizden örnek vereceksek, bizimle uğraşan en büyük teröristler hangi ülkelerde “ağır misafir” muamelesi görüyor?
Tabii ki, Trump’ın Katar Emiri’ni aramasını haber olarak vermek mümkün. Ama bu habercilik değil. Hemen altında her gün utanmadan tekrarladığımız “İşte Aykut Kocaman’ın kafasındaki Fenerbahçe” ve “Emekliye süper zam” aldatmacaları ne kadar habercilikse, bizim bu konuyu tartışmamız da o kadar mantıklı olur!
Bir de magazin patlatırız araya, ramazan ya; “Filanca hocaya akıl almaz soru! Bakın ne cevap verdi!”
Kendi hayatımızı kendimiz çirkinleştiriyoruz.
Savaş tehlikesi değil yaşadığımız hayatın kalitesini yerlerde süründüren…
Veya ekonomik sıkıntılar…
Ahmaklığı kabullenmek ve bu ahmaklığı savunmak her türlü zilletten daha aşağı.
İran bölge için ne ifade ediyor? Rusya’nın duruşu, İngiltere’nin bakışı denklemi ne hale getirir?
Ben zahmet edip Abdülhamid Han’la ilgili iki kitap okumayacağım. Yılmaz Özdil zekâ ve seviyesine denk bir çilingir sofrasını idrakimin kültürel ihtiyacı için yeterli sayacağım…
Sonra da telaşlanacağım, Katar’da şu oldu, İran’da bu oldu diye…
Sıradan bir Osmanlı Beyefendisinin ahlakına sahip olanların toplumdan dışlandığı modern zamanların kaotik ve kazuistik sancılarını nereye koyacağız. (Gülün. Ben gülüyorum.)
Kaotik: Kaos kuramı, kaos teorisi veya kargaşa kuramı… (Tarifi için de sözlük lazım.)
Kazuistik: Görevler arasında uyuşmazlıkların bulunduğu belirli durumlarda, genel din ve ahlak kurallarını uygulayarak vicdana ait sorunları açıklığa kavuşturan ahlak dalı… Önceden görülebilecek sorunları belirleyip bunlara ilişkin ayrıntılı çözüm üretme, her hadiseyi hususiyeti zaviyesinden kavramaya çalışan hukuki hadisecilik. (Yerseniz diyeceğim. Benim mideme oturdu.)
Niye araya parça attım.
Karşı çıkın diye.
Anlamadığınız anda kendinizi dışlanmışlık sahralarına sürmeyin… Muhtemelen muhatabınız uçuşa geçmiştir. İndirin aşağı…
Arızalı bölüme dönüyorum:
Dedelerimizin sahip olduğu ahlaki standartlar, bugün insanları çok faziletli ve muhterem sıfatlarıyla taltif etmemize sebep oluyorsa…
Yani bir insanı “hiç yalan söylemez” diye övüyorsak…
“Namusunu gözünü kırpmadan emanet edebilirsin!” diye savunuyorsak…
Bitmişiz demektir.
Kim yaptı, nasıl oldu bir tarafa…
Bitmişiz demektir.
Öğretmenlik ve imamlık itibarlı işler değilse… Ne çocuklarımız umurumuzda demektir, ne de imanımız…
Otoyollarımızın uzunluğunu, telekomünikasyondaki ilerlemeyi, hazinenin dolu oluşunu bir kenara koyup “sözü dinlenir/ itibar edilir” adam arayışı telaşına düşmemiz gerek.
Ama isterseniz gündeme dönelim.
Katar’dan, İran’dan, Arda Turan’dan, Nihat Hatipoğlu’ndan, emekli zammından ve mümbit FETÖ dedikodularından konuşalım.
Mesele çok basit.
Kanuni Sultan Süleyman dünyaya hükmeden bir liderdi…
Ebussuud’u, Sinan’ı, Baki’si, Barbaros’u vardı.
Şimdi o koltukta kıçının kenarıyla da olsa Trump oturuyor.
Gerisini siz hesap edin.
Bu yazıyı sevmediyseniz üzülmem ama…
Hakkını verin. Adam gibi şerh edilecek olsa, ansiklopedi hacmi yetmez!
Ahir zaman.
Ne yaparsınız!