TEHDİTLER ve BİLİNÇ

Abdullah AĞAR 08 Ara 2016

Abdullah AĞAR
Tüm Yazıları
Aslında her şey bir şekilde 2011'de başladı.

Aslında her şey bir şekilde 2011’de başladı. Küresel dizaynın bizimle doğrudan ilgili saldırı ve operasyonlarından bahsediyorum. O yıl düğmeye basıldığı için ‘konu ile ilgili olan’ 2011 öncesi yaşadıklarımızı ise hiç saymıyorum.

2011 Mart’ında baş gösteren kitlesel hareketler “Suriye İç Savaşını” tetiklerken, ABD’nin Irak’ta gerçekleştirdiği 8 yıllık “Doğrusal İşgal” senenin sonlarında bitiyor, ‘ülke terör ve vekaletler savaşı’ evresine giriyor, Türkiye’de ise “Çözüm Sürecinin” taşları döşeniyordu.

Artık bundan sonrası Doğrusal Olmayan Savaş (Non-Lineer War) ve Kavramsal İşgalin uygulama yıllarıdır. Kısaca, birbirinden ayrı gibi gözüken bu üç kırılma, aslında yepyeni bir dönemi çoktan başlatmıştır. Ortadoğu’nun kendi içindeki kırılganlıklarıyla düşmanlıklarıyla, din toprak ve menfaat baronlarıyla çanak tuttuğu egemenlere ait, bizimle doğrudan ilgili bu dizaynın nasıl olduğunu/olacağını gelecek yıllar, yaşayarak bize gösterecektir. Tabii görmek ve anlamak isteyenlere...

2011’in sonlarına gelindiğinde PKK’nın dağlarda ürettiği terör Türkiye’de etkisizleşip silikleşmişti, ama Uludere olayıyla birdenbire yepyeni bir sürece girildi. Savaş uçaklarının gerçekleştirdiği bir akınla yaşanan ‘kaçakçı olduğu ifade ve iddia edilen’ 34 ölümlü bu olay, Türkiye’nin başına büyük çorapların örülmesine neden olacak dönemin temel gerekçesini oluşturdu. Artık Türkiye için “Kavramsal Bir Hataya” neden olacak süreç başlıyordu. Bozgunculara karşı, gerekirse, kıyamete kadar yapılmak zorunda olunan bir savaş ‘sözde’ sona eriyor, ‘Uludere ve Şemdinli olaylarına rağmen’ evlatlarına ve vatanına kurşun sıkan teröristlerle el sıkışılarak olmayacak bir barışa doludizgin gidiliyordu.

Gelen yıllarda Irak, büyük bir hızla IŞİD karanlığına gömülürken, Suriye’deki iç savaş gelişti ve evrildi. Türkiye’de büyük umutlarla (!) başlayan çözüm süreci ise Cumhuriyet tarihinin en büyük isyanına dönüştü. Sürecin kendisine sağladığı nimetleri büyük bir fırsata dönüştüren PKK, 3,5 yıl içinde Türkiye’yi tam bir silah mühimmat ve patlayıcı alanına çevirdi. Güneydoğumuz başat, etki üretebildiği pek çok il ilçe belde köy ve mezrada Asayiş, YDG-H (sonradan YPS), TAK ve ‘sözde’ Ölümsüzler Taburu gibi silahlı yapılar oluşturdu. Üstüne siyasallaşmış terör üzerinden, başta bölgedeki insanımız olmak üzere terörü, kitlesel kalkışmayı ve toplumsal kırılmayı tabana ve büyük kitlelere yaymaya çalıştı.

PKK’nın çete başlarından Başyılan Karayılan, 11 Temmuz 2015’te bir açıklama yaptı ve Cumhuriyet tarihinin en büyük isyan girişimi o gün fiilen başladı. Burası kırsal ve kırsala dayalı meskun mahal terörü üzerinden iç savaşın denendiği kitlesel ayaklanma çabalarına denk gelir. Türkiye ise burada başına geleni hala tam anlayabilmiş değil.

PKK, ‘İnsanlık tarihinde benzeri görülmemiş’ meskun mahal çatışmalarında, sadece hendek-tünel-barikat-branda-EYP-GEYP-bubi-tuzak-mayın ve hafif silahlarla yetinmedi. Meskun mahallerde, keskin nişancıları, ağır silahları, havan, roket ve tonajlı patlayıcıları da devreye koydu. Diyarbakır Sur ve Şırnak başta olmak üzere pek çok ilçemizde büyük bir yıkım ve kitlesel göçler oluştu.

Aylarca sarsıldı bütün Türkiye.

Cumhuriyet tarihinin bu en büyük isyan girişimini asker-polis-jandarma-korucu HEPSİ BİR MEHMETÇİK, çok ağır bir bedelle boşa çıkarttılar: 726 şehit verdiler, 3 binden fazlası yaralandı ve bu gazilerden 900’den fazlası ne yazık ki geri dönemeyecek, çünkü onlar uzuvlarını kaybettiler.

Terörün yığınağı elbette sadece bu kadar da değildi. Başta güdümlü uçaksavar ve tanksavar füzeleri dahil olmak üzere, hilti ve patlayıcılarla güneydoğunun dağlarında yüzlerce mağara oydu, var olanları geliştirdi, binlerce barınak, sığınak ve depo oluşturdu.

Çok ağır bir bedel ve hasar üreten bu isyan girişiminden neredeyse tam bir yıl sonra, bu sefer apansız bir fırtınaya tutulduk. Bir BASKIN verdik resmen. 15 Temmuz gecesi “Devletimizi yıkmayı-vatanımızı parçalamayı-ordumuzu dağıtmayı amaçlayan” bir darbe girişimi yaşadık ülkemizde. “FETÖ’nün üniformalı teröristleri” bizden çaldıkları tanklarla, taarruz helikopterleriyle, savaş uçaklarıyla BİZİ ve egemenliğimizin, bağımsızlığımızın, toprak bütünlüğümüzün sembol alanlarını vurdular. Kurtuluş savaşında bile vurulamamıştı Gazi Meclisimiz... Cumhurbaşkanlığımız, Genelkurmayımız, Jandarma-Emniyet-MİT-Özel Kuvvet ve Özel Harekat karargahlarımız hiç bombalanmamış, ağır ateş altında hiç kalmamıştı. Velhasıl kendi içimizden böylesine acı bir şekilde hiç vurulmamıştık. Geleceğine sahip çıkmak üzere sokaklara dökülen insanlarımız da katledildi o gece. 246 masum şehit oldu, 2194’u yaralandı.

Nerede durdurulursa durdurulsun ağır bir hasar üretmesi amaçlanan bu darbe girişimini, sonunda Milletçe-Devletçe-Mehmetçikçe durdurmayı başardık. Ağır yaralı da olsak, Ilımlı İslam ve üniformalı teröristlerine karşı büyük bir zafer kazandık. Batı Dünyasının 170 ülke için tasarladığı Ilımlı İslam silahını bir gecede ellerinden alıp, kırıp attık biz.

Yine durmadı. Durmasını beklemekte safdillik olurdu zaten. Artık bileşik ve birleşik terör günleri başladı. Bu sefer de biz, devletin ve güvenlik kuvvetlerinin dengesini ve insicamını bozmayı, hasarı derinleştirmeyi, güvensizlik ortamı yaratmayı, etnik-mezhebi ve meşrebi iç savaşlar çıkarmayı, aklı selimin devreden çıkıp duygusal travmaların devreye girdiği ve sokaktaki insanın buradan yönetilmek ve yönlendirilmek istendiği bir terör kuşağına girdik. Iraklının ve Suriyelinin düştüğü tuzağa bizi de düşürmeye çalıştılar ve hala bunun peşindeler.

IŞİD’in yaptığı eylemlerin PKK’ya, PKK’nın yaptıklarının FETÖ’ye, FETÖ’nün yaptıklarının IŞİD ve PKK’ya yaradığını gördük. Toplumun kırılganlaştığı, fobilerin, düşmanlıklarının, sosyal medya terörünün devreye girdiği hibrit (melez-karma) terör günlerinin içinden geçmeye başladık.

FETÖ için ‘Parelel Yapılanma’ dedik, doğru yaptık, ama sanırım Türkiye’de ‘Çoklu-çok eksenli ve eş güdümlü bir yapılanma’ olduğunu ıskaladık biz. Ve bunların sadece bilinçli olanlardan oluştuğunu değil, bilinçsizleri içine çektiğini de.

Öte yandan FETÖ bağlantısı nedeniyle devletle ve güvenlik kuvvetleriyle ilişiği kesilen, hapse giren ve yakınları ve diğer şakirtlerle ilgili ıslah projemiz nedir? FETÖ’nün din ve dindar istismarına ve gücü ele geçirmeye dayalı mensuplarının, kendi sapık din anlayışını topluma dayatan kitleleri devletten ayıklamak zor olmasına zordur. Hem de kriptoların, grileşmenin, sulandırmanın ve magazinleşmenin girdabında... Ama bütün bu zorluklar şu diyeceğimin yanında, kumda oynamak gibi kalır. FETÖ’nün bağlısı; ötekileşen, bir kısmıyla marjinalleşecek, bir kısmıyla radikalleşecek, bir kısmıyla terörize olacak şekilde toplumda varlığını devam ettiren şakirtler ne olacaktır? Etki üreten bir ıslah projesi olmazsa ‘var olan tehditlerinin yanında’ ve ‘girdikleri ekonomik, sosyolojik ve psikolojik açmazlarda’ bambaşka risk ve tehdit üretecek FETÖ bağlıları, düşmanlıklarını topluma ve alana serpmeye devam ederken, aynı tohumları geleceğe de serpeceklerdir. Hem de kendilerine has, sinsi ve saman altı nice metotlarla...

FETÖ ile mücadelede şunu anlarım. Kimi zaman hedef daraltmak ve asıl hedefi orada imha şarttır. Ama bununla birlikte TIKAMA da şarttır. Cudi dağının üstünde 40 tane zirve vardır. Orta Cudi’deki Zehirli dağa yoğunlaşıp oraya operasyon yapan asker, diğer 39 zirveye tıkama yapmazsa, oralardan-arkasından vurulacağını iyi bilir.

Bugün artık bütün bunları doğru tanımlamaya çok ihtiyacımız var. Bu YENİ NESİL bir SAVAŞTIR. Adı üstünde savaştır yani. Yabancıların Non-Lineer War dedikleri Doğrusal Olmayan Savaş konseptinin uygulamalarıdır.

Bunun bir diğer adı da bizim evlatlarımızın bizden çalınıp, bize karşı silah olarak kullanılmalarıdır.

Ve bu, bizim en büyük zafiyetimizdir.

Nerede hata yaptığımızın bütün şiddetiyle yüzümüzde patlamasıdır.

“Bu bir savaştır” dedik.

Ve bu savaşı başlatanlar ve hala kazanamayanlar, yaptıkları bu savaşı mutlaka kazanmak isteyeceklerdir. Onun için Milli Güç Unsurlarımızın birini ya da bir kaçını birden hedef alan saldırılarına, bundan sonra da devam edeceklerdir. Bu ekonomik de olur, demografikte de, siyasal da, coğrafi de, bilimsel ve teknolojik de, askeri de, dini de, etnikte...

Sembol alanlara da olur, zamanlara da, kişilere de, değerlere de...

İçten de olur, dıştan da...

Tahrikle de olur, terörle de, doğrusal da, asimetrik de, provokatif de...

Ve yaşamak zorunda kaldığımız bu ölümden kaçmanın tek bir yolu vardır.

Ölümün üstüne gitmek.

Ölümden kaçılamaz çünkü.

Ölümden ancak ölümün üstüne gidilerek kaçılır.

Türkiye Milli Güç Unsurlarının birini ya da bir kaçını hedef alacak yeni nesil saldırı biçimlerini önceden hesaplamak ve tedbirlerini almak zorundadır. İş başa geldiğinde tedbir almak da zordur, bedelin ağırlığı da.

O yüzden mücadele ruhu yapılandırılmalıdır.

Milletçe-Devletçe-Mehmetçikçe.

Ve bu yapılanma önce kavramlardan başlamalıdır. Kavramlarıyla çöküntü veren bir milletin, fiziki gücüyle ayakta durmaya çalışması gerçeği zorlamaktan öteye geçmez çünkü. Bugün Türkiye’nin kavramsal sorunlarının başında “İnancın esas kaynağı nedir?’’ sorusuna doğru bir yanıt bulmak vardır. Bu yaşananlarda, Kutsal kitabını okumayan, anlamayan ve üzerinde fikir, düşünce, birlik ve sorumluluk bilinci üretemeyen İslam toplumlarının din adına düştükleri bunalım, çatışma ve savaşlar ortadadır. Herkesin kendi inandığını din zannedip diğerini boğazlaması medeniyetimize dair koskoca bir bozgundur.

Doğru tektir, sayısaldır ve bir aritmetiği vardır.

Bu Kuran’dadır.

İnsanlar yaşar yaşamaz, bilemem, karışamam, ama inandığını iddia eden insanların, bilinçli bir yaklaşımla Kuran’ı inançlarının merkezine almaları hayati derecede önemlidir. ‘Kuran-i ifadeyle’, konuşan putlar üzerinden yaşanmaya çalışılan bir dinin bozgununu görüyoruz işte... Tekillik üretemiyor, birbirimizi yok etmekle geçen bir zamanı yaşatıyor bizlere.

Ve bu ateş, artık bizi daha çok yakıyor.

Allah’a güvenmeyip konuşan putlara güvenen ve onların dediklerini din sanan, böylece Allah’ın onlara güvenmediği ve yardım etmediği, güvende olmanın ise yitik mala dönüştüğü (ordusuz ve devletsiz) günümüz coğrafyasının geleceği çok karanlıktır.

Unutmayınız lütfen:

“Tekfircilik hastalığı” sadece IŞİD’e mahsus değil.

Gerçek değer ve kavramlarla yapılanmasını tamamlamış, güçlü devleti ve güçlü ordusuyla geleceğe emin bakan bir Türkiye!

Ümit ve duasıyla...