​TATMİN Mİ, SONUÇ MU?

Murat BAŞARAN 26 Eyl 2017

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Avrupa'da ırkçılık söylemlerinin uzun zamandır yükselişte olması ve Almanya'da keza ırkçıların meclise girmesi ile Kuzey Irak'taki referandumu sebep sonuç ilişkileri açısından nasıl değerlendirebiliriz?

Avrupa’da ırkçılık söylemlerinin uzun zamandır yükselişte olması ve Almanya’da keza ırkçıların meclise girmesi ile Kuzey Irak’taki referandumu sebep sonuç ilişkileri açısından nasıl değerlendirebiliriz?

Geçenlerde Kuzey Irak’ta iş yapan ve aslen Kürt olan bir iş adamımızla sohbet imkânı bulduk.

Çok uzun süredir İstanbul’da yaşayan, Kuzey Irak da dahil ticari faaliyetleri olan bu iş adamımız, ricamız üzerine bölgeyi değerlendirirken son derece dikkatli konuşmaya gayret ediyordu ve bu gözden kaçmıyordu. Ama dikkatine rağmen şu cümlelerin altını çizdim:

Önce Türkiye’deki Kürt nüfusun 30 milyon civarında olduğunu söyledi. “O kadar var mı?” sorusu üzerine “Önemli değil, hadi 15-20 milyon olsun” dedi. 

“Kerkük’te Kürtler çoğunlukta” dedi. “Kerkük valisi zaten Kürt asıllı” dedi.

“Barzani doğru veya yanlış yapıyor ama Türkiye Kürtleri kazanmadan ilerleyemez” dedi.

“Kürtçe hali hazırda devlet okullarında yasak” dedi.

“Kürtleri anlamak lazım” dedi. 

Ve sonuçta söylediği ile de şaşırttı:

“Ben Türk vatandaşıyım, Orta Doğu’da Türk’üm dediğimde daha çok itibar görüyorum. Kürt’üm desem Kuzey Irak’taki Kürtler bile ikinci sınıf muamelesi yapıyorlar!” 

Buyur buradan yak. 

Zamanın birinde çok saygı duyduğum muhterem bir insan “Bak kardeşim, demişti, hiçbir Kürt yoktur ki, gönlünde Kürdistan hayali olmasın!”

Bu söz hatırıma geldi ve “cız” etti. 

Şimdi…

Türkiye’nin tarihi gerçeklerine ve kırılma noktalarına baktığımız zaman şunu görürüz; çekilen çileler ve baskılar anlamında bu ülkenin topraklarında yaşayan bütün kesimler eşit muameleye maruz kalmıştır.

Kürtlerin bu anlamda bir “acı çekmişlik” ayrıcalığı yoktur. 

Buna rağmen rahmetli Turgut Özal dahil olmak üzere “Kürt meselesi”ni çözüme kavuşturmak isteyenlerin başına gelmedik iş kalmamış.

Demek ki, hepimizi aşan bir problemi tespit edip, birlikte çözmemiz gerekiyor. 

Ama…

Kürt vatandaşlarımızı maalesef içlerinden çıkan faziletli ve asil kanaat önderleri yerine, Ermeni bulaşığı, terör yanlısı, yabancı devletlerin oyuncağı ve sosyalist/ dinsiz bir terör örgütü ve uzantısı bir siyasi yapı temsil etmiş.

Diğer taraftan sınırlarımızın dışındaki Kürt varlığına, belki de Kerkük’ün asıl sahibi ve bir zamanlar çoğunluğu olan Türkmenlerden daha fazla ilgi gösterip yardım etmişiz.

Barzani’nin yersiz, zamansız ve aslında gereksiz referandumu Türkiye’nin içinden bakılınca, milli reflekslerimizi millet tabanında da gerilimli bir hale getiriyor. 

Kürt kardeşlerimiz ise sınırlarımızın dışında da olsa muhtemel bir Kürt Devleti’nin rüyasını görmeye başladılar. 

Yazımın başında örneklediğim iş adamının söylemlerinden de bunu anlamak mümkün. 

Peki şimdi ne yapmalıyız?

Sadece İsrail’in desteklediği ve propagandalarında Türkiye’nin 20 iline de tecavüz etmiş bir Kürt Devleti haritasının kullanıldığı bir referandumu/ kalkışmayı hoş görmek, kayıtsız kalmak mümkün değil. 

“İş bu noktaya gelmemeliydi!”

Ama geldi.

Gerilimin ve çatışmanın planları sadece Siyonizm’in işine yarayacak şekilde geliştirildi. 

Düne kadar Türkiye’den yardım alan Barzani “Hayatımın rüyası” dediği iş için Türkiye’nin milli davası olan Musul- Kerkük’ün üzerine oturup ahir ömründe tatmin peşinde.

Sonuç ne olacak düşünen yok!

Her etnik yapının “devlet” hayali kurmasını doğal karşılamak, herhalde dünyadaki ülke sayısını ikiye üçe katlayarak “huzur ve adalet” sağlanacağını zannetmekle eş değer bir ahmaklık.

Orta Doğu’da kimler hangi şartlarda ve hangi tavizlerle ve kimlerin kucağına oturmak rezilliğiyle sözde devlet olmuşlar, öncelikle Kürtlerin anlamış olması gerekiyor. 

Cumhuriyet kurulurken verilen tavizlerden kurtulmaya çalışırken, bu tecrübemizi içimizde olmalarına rağmen görmezden gelmek, Kürt hareketinin içinin entelektüel seviyede boş olduğunu gösterir. 

Ne istediğini ortaya koyamayan bir yapı…

Tatmine ulaşmadan acı sonuçları hem kendi yaşar hem bölgeye yaşatır.

Bundan Türkiye’yi sorumlu tutmak ise hem Türkiye Kürtleri açısından, hem dışarıdaki Kürtler açısından son derece adaletsiz, faydasız ve kendi adlarına zararlı bir düşünce olur. 

Devlet hayali kurarken, “biz”i hesaba katmamak basiretsizliktir.