​TASAVVUF VE CEMAATLER

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bir Allah dostu, bir tanıdığıma "Müslüman ince insandır; derviş ise ince Müslümandır.", demiş.

Bir Allah dostu, bir tanıdığıma “Müslüman ince insandır; derviş ise ince Müslümandır.”, demiş. Bu sözde aslında bugün karşımıza çıkan cemaat olgusundan çok farklı deruni bir mânâ ile karşılaşıyoruz. Kökeni birçok menkıbeye göre Peygamberimiz’in en yakın sahabelerinden olan ve zühd hayatı yaşayan Ehl-i Suffa’ya dayandırılan Tasavvuf özel ve şahsi bir tekamül (olgunlaşma) yoludur. Bir çok büyük sofî, şecerelerini Hz. İmâm-ı Ali’ye dayandırırken, bir kısmı da Hz. Ebûbekr – i Sıddîk’a dayandırır. Ana amaç, insanın nefsini hesaba çekerek kendisindeki çiğlikleri, kötülükleri, şehvet, para hırsı ve güç isteklerini teşhis edip kendini onlardan arındırmaktır. Bu yolun sonu, sofîlere göre, Allah’a ulaşmaktır. Tabiî ki, her kimsenin bu son makama ulaşması söz konusu değildir. 

Tasavvuf yolunda, ana mücadele insanın kendi benliğiyle olduğu ve her birey kendine özgü olduğu için, tasavvuf ilkeleriyle belirlenen olgunlaşma yolu (seyr-i sülûk) her kişi için farklı mecralardan geçecektir. Bu yolda mürşîd veya şeyh denilen rehberler her dervişe farklı bir yol gösterirler. Dolayısıyla, genelde tasavvuf özelde seyr-i sülûk, her şeyden önce, mürid veya dervişe özel bir mahiyet içerir. Bu da özetle, tasavvufun kişiye özel bir olgunlaşma yolu olduğu ve geneli içeren kamusal ve toplumsal alanlara dahil olmadığı anlamına gelir. 

İslam tarihinde toplumsal ve kamusal alana dahil olan Şeriat’tır. Şeriat ise temel olarak Kur’an-ı Kerîm ve Sünnet – i Resûl’e dayanır. Bu manada Şeriat, bütün Müslümanların uyması gereken genel kurallar bütününü oluşturur. Elbette ki, Dîn-i İslâm bir ideoloji, bir iktisâdi sistem veya siyasi teori olarak adlandırılamaz. Bu yüzden, Şeriat’ın güncel kullanımı yanlış bir şekilde dinci totaliter idari sistemleri belirtirken, aslında gerçek anlamı Mü’min (Allah’a güvenerek inanan ve kendisine güvenilen insan) ve Müslümanların (Allah’a teslim olmuş ve barışçıl insan) hepsinin uyması gereken genel ahlâk ve yaşam kurallarını ifade eder. 

Tasavvufta her tarîk (yol – çoğulu tarikât) belli bir meşrebi (kişisel karakter özelliğini) taşıyan insanlara o meşrebe uygun rehberlik yapılması için kurulmuştur. Hiçbir şekilde, bir tarikin dünyevî ikbal, para kazanma ve iktidardaki gücünü arttırma gibi bir gayesi olamaz. Bu Ehl-i Tasavvuf’un dayandığı temel olan nefsî mâsivadan arındırmaya (yani, kişinin benliğini dünyevi hırs ve arzularından arındırmaya) taban tabana zıttır. 

Eğer bir tarik, 

-vakıflar vesaire kanalıyla şirketleşerek servet ve sermaye birikimine, 

-her bir müridini farklı kişilik özellikleriyle geliştirmek yerine hepsi birbirine benzeyen tek tip müritlerden oluşan bir cemaate dönüştürmeye

-devlet işlerinden ve siyasetten uzak durması gerekirken devletin içinde yer kapıp siyasi, idari, adlî ve askerî güç biriktirmeye

tevessül ediyorsa, o zaman, bu cemaat mensupları ehl-i tasavvuf veya ehl-i tarikat değil olsa olsa ancak ehl-i dünya olurlar. 

Hülasa bu gün, eğer şirketleşmiş, tek tip taraftarlardan oluşan ve siyasi ayak oyunları içine giren bir tarik varsa o muharref (bozulmuş) ve bâtıldır. Bu tip yapılar, Ehl-i Suffa’ya ve Peygamberimiz’in iki yol arkadaşından ziyade masonik örgütlenmelere, Titan tipi saadet zincirlerine ve Haşhaşiler gibi gizli ajandası olan katillere benzemektedirler.  

Bir sözde yazılı, görsel ve sosyal medyada bilip bilmeden tasavvuf ve tarikatlara atıp tutanlara: Piyasada görünen sahtekâr ve soytarılara bakıp Türk Kültürü’nün temel taşlarından olan Tasavvufu çöpe atmayın. Doğrusunu öğrenin ve ona göre yönünüzü tayin edin.