TASARRUF SEFERBERLİĞİ

Ümit G. CEYLAN 25 Kas 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Ayet-i Kerime "Allah israf edenleri sevmez" demektedir.

Ayet-i Kerime “Allah israf edenleri sevmez” demektedir. Bunu hangimiz ne kadar idrak edip de uygulamaya geçirebiliyoruz? Kendimizi sorguya çekmeliyiz. Ayeti okumak, ezberlemek bunlar çok kolay şeyler. Ancak uygulayamadıktan sonra neye yarar? Tüketim toplumunun çarkına dişli olan birer piyon muyuz? Şımarık birer çocuk gibi sürekli elimizdekileri görmeyip daha fazlasını mı istiyoruz. Evet öyle. Haddimizi aşıyoruz. Yetinmiyoruz. Daha fazlasını istiyoruz ve bunu hak olarak görüyoruz. Bir cep telefonunun yeni versiyonunu çıkar çıkmaz almanın nelere mal olduğunu da aslında biliyoruz. Ama gözlerimizi kapıyoruz. Güya Afrika’daki açlık, sefalet ve çocuk işçilere üzülüyoruz. Afrika’da çalışan sivil toplum örgütlerine fon sağlamak veya su kuyusu açtırmanın ötesinde öncelikle kendimizi düzeltmekle başlamalıyız. Bir cep telefonu için kaç Afrikalı veya Asyalı çocuk henüz yetişkinliğe gelmeden ciddi hastalıklara yakalandığını biliyor muyuz? Bilgisayar ve benzeri aletler için gerekli olan kobalt maddesinin çıkarılması için bu çocuklar çok kötü şartlarda saatlerce çalıştırılıyorlar. Sadece biz daha fazla tüketelim diye.

Öğretmenler gününde hediye

Şu günlerde yaşadıklarımız hepimizce malumumuz. Herkeste bir endişe bir sıkıntı, korku hâkim. Markete her gidişte ne zamlanmış diye bakmak hiç birimizin istemediği bir şey. Ancak buna rağmen hala eski hayatımızın ezberlerini devam ettirme gafletini ve düşüncesizliğini taşıdığımızı da itiraf edelim. Bir öğretmenler günü hediyesi arkasından öğretmenin doğum günü hediyesi; kapitalist sistemin içinde yine kurban oluyor ama kendimizce haklı bahaneler üretiyoruz. Oysa bugün içinden geçtiğimiz bu olağanüstü dönemde tabiri caizse “lay lay lom” havadan çıkmalı eski ezberlerimizi sorgulamalıyız. Biri ezberleri bozacak şeyler söylediğinde de dinlemek yerine ama diye başlayan cümleler kurmayı da bırakmalıyız. Hediyeleşmek elbette çok güzel bir haslettir. Kaynaşmadır. Ama bunu bir zorunluluk haline getirmek nedir? Öğretmenler de bu günlerde kesinlikle hediye almayacaklarını söylemeliler, beklenti içine girmemeliler. Her öğretmenler günü mutlaka hediye alınacakmış gibi yıllık plana dâhil etmek de neyin nesi? Her şekilde bir seferberlik içine girmeliyiz.

Topyekûn

Sadece vatandaş değil, hükumet, yerel yönetimler ve birçok kurum harcama kalemlerini tekrar değerlendirmeli ve gerekirse tedbirler kapsamında iptal etmelidir. Başta belediyelerin düzenlediği konserler anormal paralar tutmaktadır. Zaten devletin koroları ve orkestraları var onların haricinde bazı şarkıcılara harcanan paralara şu an gerek var mı? Soruyorum. Adını bile duymadığım bir şarkıcı en az 30 bin lira alıyor. Bunlar büyük meblağlar. Ya bu fiyatlar makul hale çekilmeli ya da seferberlik kapsamında şimdilik askıya alınmalıdır. Bakanlar koruma ve danışman sayılarını tekrar gözden geçirmeliler. Gereksiz resepsiyon ve yemekler hemen iptal edilmelidir. Sadece gerekli olan ihtiyaç duyulan şeylere yönelmelidir. Çocuklarımıza alıştığı hayattan ödün verdirmek istemeyen velileri de biliyorum. Ama inanın, bu birlikte aynı ruh ve inançla başarılacak bir seferdir. Çocuklarımız ve bizler de dâhil son yirmi beş senedir öyle bir rahata alıştık ki sonuçlarını yaşıyoruz.

25 milyon ekmek çöpte

Her gün İstanbul’da 25 milyon adet ekmeğin çöpe atıldığını biliyor muydunuz? Sadece bu bile bizim helak olmamız için yeterlidir. Sadece ekmek değildir harcadığımız; su, elektrik, iş gücü çevreye verdiğimiz zararı da sayalım. O zaman hangimizin ekonomiden şikâyet etmeye hakkı var. Ekmekleri çöpe atmak yerine sütçüye verebiliyorsanız ne ala. Ama doğrudan çöpe gidiyorsa gerçekten büyük bir sorun ile karşı karşıyayız. Ekmekle yapılacak yemekler, tatlılar var. Değerlendirmeyi de bilmek lazım. Sökükleri dikmek lazım. Hemen bir şey eskiyince atmak yerine yenisini almak yerine şu zamanda idareye yönelmek lazım. Bir ayakkabıyla kışı da geçirmeyi öğrenmek lazım. Yoksa ekonomi çok başarılı yönetilse bile, Allah’ın ayeti gereğince israf edenler yüzünden hepimizin canı sıkılmaya devam edecektir vesselam.

KADINA YÖNELİK ŞİDDETE KARŞI ULUSLARARASI MÜCADELE GÜNÜ

Uzun başlık yazmayı sevmem ama 25 Kasım 1999 yılında BM tarafından ilan edilen bu günün adı böyleymiş. Nedense bu günlerin mucitleri de hep mimli kuruluşlar ve ülkeler. Kadına şiddet deyince hemen kafanızı İslam’a ve doğuya çevirmeyin. Cadı avını icat eden bizler değiliz. Kadınlar insan mıdır hayvan mıdır sorusunu soran da biz değiliz. Kızları diri diri gömen de biz Türkler değiliz. Herkes kim olduğunuzu bilmeli. Bu günlere de itibar etmekten çok yeniden düşünmek ve ne yapılmak istendiğini anlamak için dikkat çekmek üzere anlamlı bulabilirim o kadar.

….

Öğretmeniz

Hepimiz öğretmeniz. Hal ve davranışlarımızla. Tepkilerimiz, hissettiklerimiz ve hissettirdiklerimizle öğretmeniz. Dün öğretmenler günüydü. Onların kıymetini bilebilmek niyazıyla…

İÇ AĞRISI

İçimde kırık camlar, acıtmıyor artık. Sözlerindeki boşlukta düşüyorsun gözlerimden. Öyle gürültü koparıyor ki dönüp bakmıyorum bile. Kırık sözler tuz buz olmuş, ciğerlerimi kaplamış, hissediyorum. Ama acı!? Acı yok! Ne garip. Sadece bir iç ağrısı. Böyle anlatabiliyorum ancak, tek başına kalmışlığımın devasızlığını. Şimdi yaşıyorum ben; karşında durdukça, içimin ağrısı arttıkça. Anlaşılması zor. Kafa yoruyorum, insanım ben. Bazen unutuyorum iç ağrımı. O vakit telaşla ağrımı arıyorum. Başımda, gözümde, kulağımda bedenimin herhangi bir yerinde. İnsanım ben diye tekrar hatırlıyor, rahatlıyorum. İlacı olsa da içmem ki. Şifası; yiten ve geri gelemeyecek, bir türlü bağlayamadığımız kelimelerdeydi. Onlar da gitti, bitti işte. Oysa! Oysa ne kadar kolaydı, bir güzel sözü yüreğime üflemek. Yeşertmek umutları ve ağrıları dindirerek yeniden biz olmak. Belki uzaklar bize bir şey söyler. İkimize dair, anlamak için yeniden sarsılmak ve bağlanmak için. İçimdeki ağrıyı bize dönüştürmek için belki de uzaklar yakınlaştıracak yeniden bizi, biz olmak için.

Gökçe KURT ELİTEZ

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK

 “İçimizdeki çocuk sağlıklı olmadan biz yetişkinlerin sağlıklı, doyumlu bir yaşam gerçekleştirmesi olanaksızdır.” (Doğan Cüceloğlu –İçimizdeki Çocuk)

İnsanın hayatında ustalıkla bir pusula görevi görür hikâyeler, masallar, sözler, kitaplar ve insanlar. Bir kitabın dostluğu, bir hikâyenin desteği ve masalın muhabbeti içine dokunur insanın. En çok da hikâye olmuş insanların yol gösterişi paha biçilemez. Düşün ki hayatının en zor dönemini yaşıyorsun, bir yol ayrımındasın, karar aşamasında, yani karanlık bir mağarada yalnızsın, incecik taş köprüden geçmek zorundasın yahut dar, derin bir kuyunun en dibindesin, kara kış çökmüş üstüne yani karanlık bir ormanda bir başınasın… İşte öyle bir anda bir beklenti yükselir derinden, yardım isteği, bunu farklı gösterir her insan. Çığlık atmaya gücü yoksa içine içine atar. Çığlık atabilirsen de yine de olmaz bazen, çünkü her zaman beklediğin gibi gelmez yardım hayattan. Hayatın kendi içinde yardım anlayışı mizah içerir. Onun izini sürecek olan yine senden başkası olmaz. Deneyimlerim bana yaşamın içinde gizlenmiş elçiler olduğuna inanmamı sağladı. Ellerinde bir fener. En karanlık yerlerin hayatın, derin kuyunun başında nöbetteler. Deneyimlediklerini, geçtikleri yolları çok iyi bildiklerinden, haritasını çıkardıkları o karanlığın başında geçecek olanlara yol göstermek için beklerler.  Bazen bir kitap oluyor o yol göstericisi, bazen bir masal, bir hikâye ya da bir insan oluyor fener. Işık oluyor; biriktirdiklerimiz, tanış olup, şahit olduklarımız...

 Kendini gerçekleştirme yolunda yaşayan bir hikâyenin kahramanıyız yaşamda hepimiz. İnsana; yaşadıkları, deneyimleri, sözleri, kökleri, düşleri, eğitimleri ve okudukları, işittikleri hep yol gösterici olmaktadır... Hayatın içinde her an yol göstericileri var. Biriktirdikleri insana çoğalarak geri dönüyor, yağmur olup üstüne yağıyor. Neyi biriktiriyoruz ve neden biriktiriyoruz? İşte bu yüzden çok önemli. O yüzden belki de en çok içimizdeki çocuğu işitmemiz gerek... O düşlerini fener edip, hayallerini yaşamak için bekliyor.

Bizler her eylem ve sözümüzle öğretiyoruz. Bunların sorumluluğunu almadan önce,  sizleri öncelikle kendi içimizdeki çocuğun sorumluluğunu almaya onunla ilişki kurmaya davet ediyorum.

İÇİNE DÖNÜŞ CESARETİ

İçimizdeki çocuğu yok sayarak yetişkin dünyasının içinde hayat gayesinde harmanlanıyoruz. Aile kuruyor, çocuk yetiştiriyoruz. Kendi biricik hayatımızda durmadan daha çok çalışıyoruz. Durmadan ve sormadan nasılsın diye içimizdeki çocuğa, görmeden ve duymadan yanı başımızdaki çocuğu yönlendiriyoruz bildiğimiz tek doğruda… Soru sormayı, belki de en çok cevabı korkuttuğu için yapmıyoruz. Ama öyle ya da böyle ötelemiş çocukluğumuzu içimizde bastırıp, içimizdeki çocuğu susturup biz de onlar olan yetişkin dünyasında yerimizi alıyoruz. Ve tüm bunları yaparken çocuklarımızı önemsiyor, seviyoruz. Onlar için çalışıyor, onlar için her şeyi yapıyoruz. Onların geleceği için, en iyisini onlara vermek için tüm gücümüzle emek veriyoruz. Peki, nerede ip düğümleniyor, nerelerde tıkanıyoruz, nerelerce gücümüz yetmiyor ya da neden istediğimiz, planladığımız gibi olmuyor?

 “Çocuk gibisin vallahi. Hiç büyümedi bu hep çocuk. Artık büyü. Kocaman abi oldun sen. Çocuk bile anlar. Çocuk musun sen? Şımarma bakayım…”

Bu sözler ve daha fazlasıyla büyüdük, büyütüyoruz çocuklarımızı. Çünkü bunlara inandık. Çünkü söz büyü. Sözler gerçekliğimizi oluşturuyor. İnandığımız her sözle bir anlaşma yapıyor bilinçaltımız ve onu doğru kabul ediyor ona göre davranışlar oluşturuyoruz. Çocukluğumuzda ise bu sözleri, hatta daha başka sözler işittik. Böyle öğrendik. Ve daha iyi olmak için çabalıyor hatta oluyoruz da ama neden bir yerlerde boşluk hissi yakalar insanı. Bazılarımız bu hissi çok fark eder ve o boşluğu doldurmak için yöntemler arar. Hatta çocuk sahibi olduysa kendi çocuğuyla doldurmaya çalışır. Yapamadıklarını yapmasını istemesi, çocuğu için hep daha fazlasını isteme halinin kökü bile buralara dayanır. Boşluk hissi. Ve o hissi doldurma çabası. Ama bunların hiç biri kendi içimizdeki çocuğun yaralarını sarmadan geçmeyecek, o çocuğu anlamadan bitmeyecektir. Her birey kendi sürecini yaşar ve bizler sadece kendi içimizdeki çocuğa iyi gelebiliriz. Kendi çocuklarımıza yoldaşlık yapabiliriz. İlk başta bunu kabul etmeliyiz. Her aile kendi çocuğu için en iyisini ister ama her aile bunu bildiği, öğrendiği gibi yapar. Günümüzde anne babalar kendi öğrendikleri, deneyimleri, bilinçli yapıları ile bunun daha iyisi için çabalamalarına rağmen yine de düğümler oralarda var. Görmemek, olmadıkları gerçekliğini değiştirmiyor. Sağlıklı bireyler için sağlıklı çocukluk önemlidir. Ve kendi içindeki çocukla bağ kurmak açılmayı bekleyen bir kapıdır.

İçimizdeki çocukla daha çok bağ kurabilmek için masalların gücüne inanıyorum.

KAFA KAFAYA VERMEK

Eşlerden biri alacağı kararlarda mutlaka eşiyle istişare etmelidir. Karar vereceği konuda eşini kıvama getireceği bir durum yaratmadan açık ve net şekilde konuşmalıdır. Dolambaçlı ve arkadan dolaşan bir tutum sergilenmemelidir. Eşler ne zaman kafa kafaya verip olayları tüm boyutları ile değerlendirirlerse aşılamayacak çok şeyin altından mutlaka kalkacaklardır. Bunun için eşler karşılıklı birbirlerine güven sağlamalıdırlar. Ben yaptım mı olur o da bana uyacaktır gibi tek taraflı bir tavır iyi olmayacaktır. Eşinin de ferasetine güvenecek ve onu dinleyecek bir anlayış geliştirilmelidir. 

ARTI EKSİ

Artı

Okul Kitaplığı

Geçtiğimiz hafta okullarımızda okuma kültürünü yerleştirmek için canla başla çalışan öğretmenlerimizden bir tanesini tanıdım. Öğretmenimiz öğrencileri için tüm imkânlarını kullanarak küçük bir kitaplık oluşturma gayretinde. Tabii ki devlet memuru olmanın verdiği bazı engelleri de var. Vatandaşa duyuru yapabilseydi eğer daha kolay oluşturabilirdi bu kitaplığı. Görev yaptığı okuldaki öğrencilerin iletişim sorunlarının olması öğretmenimizi bu amaca yöneltmiş. Öğretmenimizin, öğrencilerin kendilerini daha iyi ifade edebilmeleri maksadıyla nitelikli kitaba ulaşmaları için gösterdiği bu çaba takdir edilmelidir. Gelecekte kendini ifade edebilen insanlar olmazsa ülkemizin hali nice olur? Bu öğretmenimiz sayesinde, yarınlarımız kendini ifade edebilen, okuyup yazabilen gençlere emanettir.

Eksi

İngilizce kelimelerle Türkçe                              

Touch’landırmak ile taçlandırmak. Dervish ile derviş. Daha onlarcasını sayabileceğimiz bir garabet bu. Türkçemizin değerini okullarda öğretmiyorlar mı? Ne yapıyoruz anlamıyorum. Bu İngilizce merakından ve saçmalığından öleceğiz. Bari anlayıp konuşabilsek gam yemeyeceğim. Bana gelen bir basın bülteninde bir ürün ile ilgili tanıtım yazısında “Touch’landırmak için” diye bir ifade geçiyor. Hatta yanlış hatırlamıyorsam başlıkta böyle geçiyordu. Üstelik gerçekten de haber bülteninde oluyor bunlar. Bu daha da acı. Türkçe’yi öldürmek için elimizden geleni yapıyoruz. Yazık!

SİTELEŞME SINIF SİSTEMİDİR

Mahalle kültürünün olduğu yerde zenginlik, fakirlik, eğitimli veya eğitimsiz gibi unsurlar kişiler arasındaki iletişimlerde rahatsız edici bir faktör olmaz. En azından bizim kültürel yapımızda böyle şekillenmiştir. Çünkü zengin olan vermesini, fakir ise zengine karşı husumet beslemez ve umutsuzluğa düşmez. Bir yığın inşaat şirketi sürekli site yapıyor. Güya güvenlik sebeplerinden dolayı insanlar kocaman duvarlar arasında kalarak güvende olacaklar. Kapıda bir görevlinin olması çocuklarını tehlikelerden koruyacak. Öyle mi? Oysa site havuzları çocuklar için en tehlikeli yerlerdir. Mahallede ise herkes aynı bakkala gider. Bakkal herkesi tanır. Herkes az çok aşinadır birbirine. O yüzden ben zincir marketlerden de alışveriş yaparım ama en çok da esnafı tercih ederim. Siteleştikçe birbirimizde ayrışırız. Biz site devletleri kurmuş bir millet değiliz. Sınıfsal hiçbir yapımız yoktur. Keloğlanın Padişahın kızıyla evlendiği bir kültürde sınıf olmaz, olmamalı. O yüzden siteler modern hayatın acımasız ayrıştırmalarıdır. O yüzden mahallede kalarak herkese selam vermek gibi bir keyfiyetimiz olur.