​"TARİHE KAYIT DÜŞMEK"

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Bilenleriniz vardır, dört yılı aşkın bir süre Sayın Avni Özgürel Bey ile birlikte çalıştık.

Bilenleriniz vardır, dört yılı aşkın bir süre Sayın Avni Özgürel Bey ile birlikte çalıştık. O süre zarfında mesleğimle ilgili kimi konularda kendisinin hiçbir şekilde ne yazdığıma, çizdiğime karışıp, müdahil olduğuna şahit olmadım. İşi öğretmek, donanımıma katkısı olması açısından tabii ki kimi hususları usturuplu biçimde söyledi. Örneğin bir röportaj yaparken kimi zaman tavsiye niteliğinde “Şu isimlerle de yapsak iyi olur” dediği olmuştur. Ama asla ısrarcı olmamıştır. Veya bu köşe yazısında “sen bu meseleden neden bahsettin, Veya bir köşe yazımı önce alıp okuyup, şu yazdığın metinden şu kısmı çıkart” dediğine. Ne de beraber çalıştığımız haber gazetenin/haber sitemizin çalışan diğer genel yayın yönetmeni, diğer mesai arkadaşlarımla bu tür sorunları şahsen ben yaşamadım. Ufak tefek meseleler oldu ama asla bu bir baskı ya da gelenek haline dönüşmedi çalıştığım o süre zarfında, özgürce yazdım mümkün mertebe. Yazdıklarımın hazzına vararak...

Şimdilerde bakıyorum da böyle bir haz duyarak yazı yazan pek az kimseler kalmış. Satır aralarından yazarlarını da okuyabiliyorsunuz… Pek kimsenin yazı yazma konusunda iştahı kalmamış gibi… Bazılarının gerçekten haklı sebepleri var. Yazılara fazlaca müdahillik, gereksiz müdahaleler vb. Bazıları da “Özgürlük” lafını diline pelesenk ederek bazı değerleri  ölçüleri gözetmeyerek yazdı yazdı yazdı… Onlarda milletin gözünde kendini tüketip bitirdi... Haddini aştı, kendini bu dünyada yitirdi… Öbür dünya kaygıları hiç olmadığı için o kısmı pas geçiyorum güruh için… Bir de donanımsız sığ bir alana sıkışıp kaldıkları için, artık yazacak  bir şeyleri kalmayanlar. Düşünce gözelerinin suyu iyice kuruyanlar… Medya da sınıf atlayanlar… Sınıfta kalanlar… Havanın pusluluğundan sıkılıp, iştahı kaçıp aman “Banane” diyerek  bir köşeye pısanlar… Haa bu arada insanlarda fazlaca okuma hazzı da kalmamış gibi gibi…

Ben de ortalığa, bahsettiğim havaya bakınarak açıkçası “Yazsam mı, yazmasam mı” diye, düşündüm bir süre. Fazlaca iştahım da olmadığı için. Sonra, bir şeyler geldi aklıma; “Yazmalısın Sezai yazmalısın, söz uçar yazı kalır “ dedim, kendi kendime. En önemlisi de Rahmetli Erdem BAYAZIT’ın bir konu vesilesiyle bana söylediği bir söz geldi aklıma. Hiç aklımdan çıkmayan bir söz! Rahmetli Kahramanmaraş’a ait “Dört Mevsim Maraş” diye bir dergiyi çıkardı bir süre. Daha doğrusu “Kahramanmaraş Derneği” olarak çıkartıldı. O dönemler şimdi İstanbul Üniversitesi’nde halen öğretim görevlisi olarak çalışan Ahmet Eryüksel, Rahmetli Kenan Seyithanoğlu ve ben bu derginin en fazla yükünü çekenlerdendik… Şimdi dahi o kalite de, o güzellikte bir dergi birkaç tane. Belki çıkıyor…  

Yıl 2005-2006… Bahsi geçen derneğin fazlaca parası yok o aralar. Haber röportaj için; doğru düzgün bir fotoğraf makinası yok, bir kayırt cihazımız yok. Bende o dönemde Erdem Bayazıt Hocamın ricası üzerine, o dergi için 2-3 röportaj ayrıca bazı özel haberlerde yapmıştım. Hatta bu röportajlardan bir diğeri de Kültür Bakanlığı’nda bir dönem bürokrat olarak görev de yapan Osman Nalbant ile idi. Velhasılı Erdem Hocam kemoterapi görmeye başlayana kadar o derginin çıkmasına mümkün mertebe hep bir katkı sağlamaya çalıştık saydığım bu isimlerle ve Erdem Hocamla... Hakikaten çok güzel bir dergi idi o yıllarda. Sonra o tedavi için biraz geri çekilince ben de kendi işlerimle uğraşmaya başladım… Ama yine evinde görüşmelerimize devam ettik. Fazla ziyaretçi kabul edemez olduğu, kemoterapinin son dönemlerine kadar hep gittim geldim…Allah gani gani rahmet eylesin, bu vesileyle Erdem Bayazıt Hocamızı da bir kez daha anmış olduk.

İşte o dergiyle ilgilendiğimiz günlerden bir gün, Erdem Hoca çağırdı ve; “Sezai kusura bakma oğlum, para pul veremiyoruz sana, biliyorum yoruluyorsun da ama napalım bunlar, bu yaptıklarımız  -tarihe kayıt düşmek- boynumuzun borcu, nesiller öğrensin, okusunlar bazı önemli şeyleri“ dedi. Ben de “Önemli değil buyurun hocam, söyleyin istediğinizi” dedim. Akabinde; “Sezai sana zahmet şu Necmettin Karaduman ile ben bir görüşeyim, randevu alayım onunla bir güzel söyleşi yap. Kahramanmaraş da emeği onun çok, orada epeyce valilik yaptı, anıları önemli” dedi. Ben de boynumu büktüm  “tamam hocam” dedim ve sonra  gittim, yaptım o röportajı. Rahmetli Erdem Hocanın evi de o civarlara yakın olduğu için oradan da  evine gittim, yemek yedirdi bırakmadı, ardından biraz sohbet edip bilgi verip, ben de karşıya  evime döndüm.  

Bir de ilk gittiğimde bitiremedim o röportajı, ikinci defa gittim çünkü uzun bir söyleşi oldu. Necmettin Karaduman da o vakitler “Türkiye Parlamenterler Birliği” Başkanı, bu kurumun yeri de İstanbul/Maltepe  civarlarında.. Şimdi ki gibi tüneller yok, hızlı gidiş imkanları yok, oralara gidip gelmek eziyet. Hele de kış ise! Katmerli eziyet. Kolay değil hal bu iken, bu işleri yapmak. Sonra önce çalışıp, sorular hazırlayıp, ardından sayfalarca kağıda cevapları, cümleleri düzenle yaz, sonra gel onları bir güzel bilgisayarda yaz, cümleleri düzelt. Bitti mi hayır. İş bittiğinde bir eksik gedik var ise tekrar röportajı verene dön, vesaire… İşim gücüm de var bu arada. Toplamda 3-4 günümün içinde, her günümün en az 2-3 saatini alıyor ortalama bu iş…

Erdem Hocanın o “Tarihe kayıt düşmek” diye, işaret ettiği husus her daim aklımda yer etti. Benim, gazetecilikle, yazarlıkla ilgili bazı işleri mi yaparken aldığım zevk ve heyecanın temelinde eminim Erdem Hocanın bu o sözünün okkalı bir payı vardır. Bu yüzden belki de Türkiye de ilk kez yayınlanan ve Türkiye içinden, Türkiye dışından, başka  milletlerden en az 6-7 hatırı sayılır isimle o kadar zahmete katlanarak röportajlar yapmışımdır. 

Toparlayacak olursak… İlk başlarda bahsettiğim hususlar, yani; yazacağım yer, sahibi, yöneticileri, tavırları vesaire, sonrada Erdem Hoca ile yaşadığımız bu tatlı diyalog… İşte bu düşünceler sonrası kararımı verdim. Kaldığımız yerden, verdiğimiz kısa  bir ara sonrası eskisi gibi aynı minvalde, “Bismillah” diyerek başlayalım bakalım, ‘YENİBİRLİK”te. Gerisi Tevekkül Teala...

Köşemizde belki daha çok, sosyal-kültürel içerikli konular karşınıza çıkacak. Tabii ki, bu konularla biraz fazlaca alakadar olacağım hususunun altını çizmiş olmam, memleketin diğer meselelerine ya da başkaca kimi konulara kayıtsız kalacağım, burada işlemeyeceğim, değinmeyeceğim anlamını da taşımayacak… Bir de yazının sonunda hani bir yerde pano olur da bazı notlar oraya iliştirilir ya; kısa kısa… İnsanların bilgisine sunulmak üzere o panoya iliştirilir. İşte yazı sonunda öyle bir bölümümüz olacak, orada da az öz birkaç konuyu duyuracağız. Malum köşe yazılarımızda ancak başlı başına bir iki konuyu işleyebiliriz. Daha fazla uzatmak hem kabak tadı verir hem de sıkar okuyucuyu. Onun için önemli bulduğum konular, duyurular, etkinlikler, hususlar vb. olursa bunları da köşe yazımın sonundaki o “Pano” başlığı altında bir iki cümle ile dillendireceğim.  Huzurlu bir Kurban Bayramı temenni ediyorum. Sağlıcakla kalın...