Vakıf Katılım web

TAHLİL

Recep GARİP 16 Eyl 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Dünya değirmeni dönüyor. Herkes kendi ömrünü tamamlıyor aslında.

Dünya değirmeni dönüyor. Herkes kendi ömrünü tamamlıyor aslında. Gün içindeki hareketlilikler ömrü nasıl geçirdiğimizin belgeleri. Yani gün boyu tutanaklar, kayıtlar devam ediyor. Neler yaptık, hangi işlerle meşgul olduk, kimlerle oturup kalktık, bütün hal ve ahvallerimizle kaydedildi. Kulluğu lekeleyecek haller, davranışlar, sözler(dedikodu, malayani, sövüp sayma gibi) kullanmış isek; gün bitmeden tövbe etme, pişmanlık duyma, özür dileme, affedilmek için yakarma vakti elimizdedir. İbadetleri şu ya da bu nedenle ihmal etmiş isek hemen kaza etme, vaktinde namazlarımızı kılmak gerektiğini asla göz ardı edemeyiz. Susadığımızda, acıktığımızda, uyku bastırdığında nasıl tehir edemiyorsak, ibadetlerimizi de vaktinde yapmaya mecburuz. Tehir ve terk edemeyiz. Bakınız özellikle Cuma suresi 9.ayette şöyle uyarılıyoruz; “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.” Kul olmak bunu gerektiriyor. Bütün vakitlerde bu çağrı bizleri “haydin namaza, haydin kurtuluşa, esenliğe” gelin diyerek davete devam ediyor. Bizim burada kast ettiğimiz kayıtlar ve tutanaklar günü geldiğinde önümüze konulacak olan ebet yurduna yolculuk kayıtlarıdır. Kuranın ifadesiyle “sağdan ve soldan verilecek olan defterlerin” kayıtları gün gün, anbean, eksiksiz ve fazlasız olarak tutuluyor, doluyor, tıpkı ömür gibi. Hakka (19-20-25-26.ayetler) ve İnşikak (7-14.ayetleri) okuyup bu ayetlerin tefsirlerine bakmakta büyük yarar vardır.

Dünya kirlenen ellerimizi yıkadığımız gibidir. Yıkayınca kirlerden kurtulursunuz. Dünyayı öyle görmek icap ediyor. Kalbin, gönlün içine yerleştirmeden kirinden, pasından uzak durmak günahlardan kaçınmakla mümkündür. Zikri, tefekkürü, ibadeti, duayı artırarak, Kuranı doğru anlayarak dünyanın vesveselerinden kurtulmak insana bırakılmıştır. “Dünyadan kaçarsanız o sizi kovalar, siz onu kovalarsanız o kaçar.” Aksi takdirde farkında olmadan dünyaya kul olunur da ömür dediğimiz şey çarçur edilmiş olur. Oysa insan dünyaya ibadet etsin diye gönderildi. Dünyaya kendisini kaptırsın, dünyanın kulu kölesi olsun diye değil. İnsanoğlunun başına ne geliyorsa işte bu nedenden dolayı geliyor. Zariyat suresi 56.ayet bizleri şöyle uyarıyor; “Cinleri ve insanları, ancak beni tanıyıp iman etsin ve ibadette bulunsunlar diye yarattım.”

Yol devam ediyor lakin kimin yolu nereye kadardır hiç birimiz, hiç kimse bunu bilmiyor bilemiyor. İlmin, bilimin, teknolojinin kayıtları dünyaya ait olanlardır. İnsan dosdoğru yaşarsa, Kuran ve sünnete tabi olursa hiç kimsenin kaydından korkusu olmaz. Bilir ki asıl hayat bu yaşadığımız dünya hayatı değildir. Bu geçişi bir dünyadır ve asıl dünya (ahiret-ebedi yurt) hazırlığını burada biriktiriyoruz. Herkes ne biriktirdiğine bir baksın? Her birimiz gün içinde bu sorguyu yinelemeliyiz. “Bu gün Allah için ne yaptın” sorgusu her birimizin sorması gereken bir sorudur. Dikkat etmediğimiz, göz ardı ettiğimiz, türlü mazeretlerle her gün, her ezan okunduğunda ötelediğimiz namaz emrini yeniden ve yeniden düşünmek gereklidir. Kıldığın namaz son namazındır. Gördüğün insan son gördüğündür. Yediğin ekmek, içtiğin su, aldığın hava-nefes son nefestir. Ellerini kaldırıp ettiğin dua son duandır. Evden ayrılışın bir son veda, eve kavuşman bir tefekkürdür, bir teşekkürdür. Bunu bilerek böyle yaşamak akıl sahiplerinin işidir.

Gün gelecek sefer başlayacak kim nerden bilebilir ki? İnsan bildiğini zannettiğinde belki de hiçbir şey bilmediğini idrak edebiliyor. Hayatın getirdikleri ve götürdükleriyle, iniş ve çıkışlarıyla, zorluk ve kolaylıklarıyla tecrübeler kazanılıyor. Bir vakit Adana’dan kalkıp İstanbul’a, oradan Başkent’e ve sonra yine İstanbul’a dönüp hayata devam edeceğimizi ancak yaşayarak öğrenebiliyoruz. Düş gibi bir şey bunlar. Bir hayal kursanız ve günü geldiğinde o hayallerin tek tek gerçek olduğunu görseniz bu bir ömre değerdir elbette. Yine de insan hayatın geçici olduğunu, yalan olduğunu bir oyalanma süresince kalınacağını, misafirliğin süresinin kısa olduğunu aklından çıkarmaması icap ediyor. Her şeyin emanet olduğunun şuuruyla yaşanılırsa eğer, hiçbir olay insanı kulluktan alıkoymaz. Bilir ki hayat da, eşya da, aile de, çoluk ve çocuk da, makam ve mevkiler de, mal mülk de birer emanetten ibarettir. Gün gelir çoğalır, gün gelir tek tek azalarak terk edip gider. Kabristanları ziyaret insana ayar verir. Ölüm bize yabancı değildir. Yabancı olduğumuz dünya hayatından kurutuluşun anahtarıdır ölüm. Musallaya getirilmiş er kişi-hatun kişi niyetiyle durduğumuz yerde ne Karunlar-zenginler, ne paşalar, ne hükümdarlar, padişahlar, ne meczuplar, yoksullar, parasızlar fakirler geldiler ve asıl yurda yaptıklarıyla gittiler. Düşünmek icap ediyor ki an gelir musalladaki yatan ben olurum. Son namaz, son dua, son helallik, son bakış, son duruş ve son salavat. “Nasıl yaşarsanız, öyle inanır ve öyle uyanırsınız”.

Çocukluk yıllarını insanlar nedense hiç unutmaz. Nasıl unutsun her şey tazecik. Her şey çekici, doğal ve yalın. Her şey yapmacıktan, sahtelikten uzak. Her şey güpegündüz gibi aşikâr. Yağmur gibi, gündüz gibi, güneş gibi, kar gibi bembeyaz parıldamaktadır. Tazecik fışkıran ağaç dalları gibi, fideler gibi, filizler gibi çocukluk yılları insanın. En küçük ayrıntının bile neler taşıdığını yıllar sonrası fark etmek bir irfan olsa gerektir. Yalın, samimi, yalansız ve riyasızdır.

İnsan yazarken, okurken, ibadet halindeyken sürekli tefekkür içindedir. Tefekkür; var oluşun, yaratılışın, ölüm gelinceye değin süren uğraşların içinde sırrın kapılarını aralamaktır. Buradaki sır kulluk bilincinin sürekliliğidir. Okuduğumuz her şey bizde de bir değişime yol açıyor. Kalemin inşa ettiği kale, insanın iç evren kalesidir. Bunu bilerek yazmalıdır yazar. Yazarın bir ödevi de bu değil midir? Okuyucuyu değiştirmek. Çocukluk yıllarımızın ayrıntıları asla lekelenmiyor, silinmiyor. Sonraki yılar giderek kararmaya, sönmeye, pörsümeye, silinmeye başlıyor. Tozlanıyor, küfleniyor açıkçası. Bundan korkmak lazım gelir. Küflenmemeli, tozlanmamalı insan. Küf ve toz gibi hususiyetler yaratılış sırrına muhaliftir. Bu günkü ifadeyle, virüs girerse kan bozulur, süt bozulur ve kokar. Yani insan, fıtratın bozulmasına müsaade etmemelidir. İnsan fıtratının; erdemli, ahlaklı, adaletli, emanete sahip çıkan, helal kazancın vaz geçilmez mutluluk olduğunu, haramdan kaçınmanın da bir emir olduğunu unutmadan kul hakkından korkan, hayatta olmanın yalnızca ve yalnızca Allah’a kulluk ve Habibine ümmet olabilmek olduğunu bilmektir.

Yazar bütün bunları içinde büyüterek dünyaya bakar. Her an ömrünün geçip giden zamanlarına gider ve geri döner. Geçmişte yaşadıklarından bolca faydalanır. Ömründekilerden ne de çok malzemeler bulur hayata, düşünceye, insana, inanca, vatana, topluma ve toprağa dair. Yaşanılmış hayat öyküleri, romanları, şiirleri barındırır ve bu yaşanmışlıklar giderek kültür havzamızda pişerek hayata müdahale eder. Toplum psikologlarının, sosyologların ve felsefenin de temel taşı insansa eğer ve insanın yaşadıklarından da besleniyorsa ne çok kıymet üretiyor demektir.

Yazdığımız her yazıda geçmişin izlerini bulamayabilirsiniz lakin geçmiş bu günü yazdırmaktadır. Öyleyse insanın doğduğu mekânın, toprağın, toplumun, düşüncenin, yaşayışın, inancın etkisi oldukça büyüktür. Tarsus’un Sanlıca köyü Orta Toroslarda bulunan Yörüklerden müteşekkil bir köydür. Doğal iklimi dağlarından, rüzgârlarından, fırtınalarından, karlarından, baharlarından beslenir. Yangın yerine dönse de Çukurova Toros dağları püfür püfür eser. Her türlü meyvenin, sebzenin, yetiştiği doğal hayatın sunduğu imkânlar insanları da, hayvanatı da, mevcudatı da doyurmaya yeter. Menekşe kokularının süslediği ormanlar, kekik kokularıyla, andız ağaçlarının, çam ve ardıçların bereketi; meşelerin, kesmelerin, tesbih ağaçlarının yapraklarıyla beslenen körpelerin, kuzuların, keçilerin sütlerinden elde edilen ürünlerle hamt etmenin, şükrederek secde etmenin yaratılış sırrı olduğunu bilmektir hayat. Ne yaparsan yap, ne yazarsan yaz, ne yersen ye, hepsi Allah’ın biz kullarına ikramıdır. Hamdetmek, şükretmek, zikretmek, ikram etmek kul olarak boynumuzun borcudur.