​SURİYE SAVAŞI NEDEN ÇIKTI? İKİNCİ SA'DABAT PAKTI'NA MI GİDİYORUZ?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Modern devletler olaylara bakarken bir kabile/aşiret reisi gibi bakmaz.

Modern devletler olaylara bakarken bir kabile/aşiret reisi gibi bakmaz. Kapitalizmin hakim olduğu bir dünyada, cihat, haçlı seferi ve benzeri dini kavramlar kullanılsa da, savaşın nedeni ekonomi politiktir. Bir tarım toplumunda devlet, toplumun veya hakim zümrenin güç ve servetini artırmak için toprak fethetmek zorundadır, çünkü tarım ekonomisinde ana üretim faktörü topraktır. Ya kapitalist bir ekonomi niçin savaş çıkarır? O da toplumun veya hakim sınıfların güç ve servetini artırmayı amaçlar. Kapitalist sistemde ana üretim faktörü sermayedir, yani teknik olarak üretimde kullanılan makine ve teçhizat ve de daha güncel tabirle fabrikalar. Bir kapitalist ekonomi kendinden önceki sistemlerden farklı olarak daima büyümek zorundadır. Bu ise, sürekli daha fazla yatırım ve doğal olarak üretim fazlaları sonucunu doğurur. Üretim fazlaları eğer satılmazsa üreticinin elinde patlar, kâr oranları, üretim ve istihdam düşer. Üretim fazlasının satılması için de talep lâzımdır, çoklukla bu dış taleptir. Bu yüzden kapitalist bir dünyada savaşın birinci sebebi ürettiği fazla malları satabileceği yeni pazarlar elde etmektir. Sürekli daha fazla üretmek zorunda bir sistem olan Kapitalizm, doğal olarak, sürekli daha fazla enerji tüketmek zorundadır. Buyurun size savaşın ikinci nedeni: Enerji hammaddesi rezervleri ve enerji dağıtım hatları.

“Suriye’de savaş niye çıktı?” sorusuna bizde verilen cevaplar komiktir: “Hain Esed, Halep ve Hama’da Müslümanlara zulmediyordu ve Sünni mezheptaşlarımızı katlediyordu” veya “Türkiye Suriye topraklarına hakim olmak istiyordu ve radikal teröristleri Suriye’ye soktu”… Birinci iddia benzerleri IHVAN sempatizanı kesimler tarafından dillendirilirken, ikinci iddia benzerleri Türkiye’deki iç muhalif kesimler, dışarıda AB basını, FETÖ casus şebekesinin paralı askerleri, PKK eşkıya çetesinin sempatizanları ve İran’ın iftiralarıdır. Bütün bunlar erken orta çağda frengiden aklı dumura uğramış meczup din adamları veya hayduttan bozma yağmacı aşiret liderlerinin telaffuz edebileceği sözlerdir. “Hocam, öyleyse Suriye Savaşı neden çıktı?” diye bana sorarsanız hemen cevabı veririm: Doğal gaz rezervleri ve dağıtım hatları.

Suriye’nin kendi gazı değersizdir… Ama Suriye Orta Doğu’nun Akdeniz’e açılan kapısıdır. Orta Doğu’da doğal gaz rezervleri en yüksek ülkeler Kuzey Irak, Katar ve İran’dır. Bu üç ülkeden gelecek doğal gaz Akdeniz’den hangi pazara aktarılacaktır? Avrupa… Peki, Avrupa’nın doğal gaz musluğu kimin elindedir? Rusya’nın… O halde, kasabanın şerifi ABD hem AB’nin enerji güvenliğini sağlamak, hem de Rusya’nın gücünü kırmak için ne yapmalıdır? Katar – Irak – Suriye üstünden Akdeniz’e açılacak bir koridor ile Katar ve Kuzey Irak doğal gazını Avrupa’ya aktarmak. Promosyon olarak da Doğu Akdeniz’de ki zengin gaz yatakları, (Düşünün, her yerde halkların kendi kaderini tayin hakkından bahseden bizdeki tatlı su solcuları neden Kıbrıs’ın AB’ye bağlanmasını isterler?)…  Böylece hem Rusya’nın Avrupa pazarındaki liderliği sarsılacak ve doğal olarak ihracat gelirleri azalacak, hem de Avrupa Rusya’ya bağımlılıktan kurtulacaktır. ABD için bu bölgede güçlü bir ortak mı, yoksa zayıf ve her koşulda kendisine muhtaç bir kukla devlet mi tercih edilir? Tabiî ki, kendi emrinden çıkmayacak bir kukla devlet tercih edilir. Bu yüzden ABD, bu hattın Türkiye üzerinden kurulmasına müsaade etmez. Çünkü Türkiye pazartesi günkü yazımda bahsettiğim şekilde Soğuk Savaş dönemindeki gibi kendini Batı’nın çıkarlarına vakfetmiş değildir, aksine Batı’ya karşı bağımsız bir politika izlemeye çalışmaktadır. O zaman ABD için strateji aşağıdaki gibi şekillenir: 29 Mart tarihli Aydınlık Gazetesi’nde Rafet Ballı’nın bahsettiğine göre 2009 yılında Beşşar Esad’a Katar ve K. Irak petrollerini Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştıran bir boru hattı projesi götürülmüştür, maliyetler büyük oranda Katar tarafından üstlenilecektir. Esad bu projeyi reddeder, çünkü bu Rusya’nın boynuna ilmeği geçirmek demektir. Bu durumda, ABD eski dosyalardan birini raftan alarak B planın devreye sokar: Başlangıçta Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’yi kapsayacak, daha sonra mümkünse, Güneydoğu ve Doğu Anadolu ile İran’ın batısını da içine alacak bir Kürt Devleti… Bu devlet zayıf olacaktır ve kendi başına ayakta durması zordur. Hem zaten doğal gazı Amerikalı ve İngiliz şirketler çıkarıp pazarlayacaktır, şeyhlere ve ağalara da paylarını vereceklerdir. Pekiyi, Kürt Devleti nasıl kurulur ve kiminle kurulur? Barzani Kuzey Irak’ı zor bela tutmaktadır, geleneksel bağlara dayalı bir ilişkiler ağı vardır ve fazlasıyla güvenilmezdir, (her tarafa dönebilme ve ortağını anında satabilme kabiliyeti yüksektir). Bu yüzden ihale eşkıya çetesi ve uyuşturucu kaçakçısı PKK’ya kalır. Fakat bir sorun vardır: “Liderleri Interpol’ün Kırmızı Listesi’nde başlarına ödül konmuş olan PKK ile devlet mi kurulur?” O zaman, PKK’nın cici çocuk gösterilmesi gerekir. Ebu Gureyb Hapishanesi’nden bir şekilde çıkan ve hangi rahlenin önünde kimden icazet aldığı belli olmayan Saddam’ın eski askerleri, bölgedeki kimi aşiret reisleri ve her zaman CIA’in elinin altında hazır tuttuğu cihatçı çeteler bir araya getirilir. Bu arada istihbarat faaliyetleri ile Suriye’de gerginlikler tırmandırılır ve iç savaş başlar. Bizde romantik solcu (solcunun romantiği olur mu? DMD) arkadaşların hevesle karşıladığı “Rojava Devrimi” başlar. Akabinde, CIA ve MI6 ortak yapımı IŞİD filmi gösterime girer. Uyuşturucu kaçakçısı PKK, bir anda, feminist, çevreci, solcu ve laik Kürt yurtseverler kimliğine bürünür, utanmadan Atatürk’ü bir “psikopat ve alkolik gibi” gösteren filmin yönetmeni FETÖ’nün paydaşı kimi romantik sunucular demokrasi kahramanlığına soyunur, AB’nin gazetelerinde “kadın savaşçılar” peydah olur… Peşrev’den sonra asıl fasla gelmiştir sıra ki, sahaya başka bir oyuncu girer… TSK ve Fırat Kalkanı Harekâtı… 

Bugün Türkiye’nin iç siyasetini anlayabilmek için jeo-politiğini iyi bilmek zorundayız. Türkiye’de savaş sanayinin gelişmesine, nükleer enerji santrallerinin kurulmasına, modern ulaştırma şebekesinin yapılandırılmasına karşı çıkan sözde “barışçı ve özgürlükçü” kesimlerin hangi oyunun figüranı olduğu aslında çok nettir. Kıbrıs’ta çözümü savunup, “Ne işimiz var Suriye’de?” diyen, “15 Temmuz bir tiyatroydu!” diye fısıldayan kesimler –hadi hüsn-ü zann edelim- jeo-politikten bihaberdirler. Bütün oyun Suriye ve Irak topraklarında bir eşkıya devlet tesis edip önce Türkiye’nin, sonra Rusya’nın ümüğüne çökmektir. Rusya’ya karşı temkinli olunmalı ancak bizim çıkarımız onların çıkarıyla örtüşmektedir… Rusya’nın bize daha fazla güvenebilmesi ve PKK devletine karşı bizim yanımızda yer alması için Suriye’yle ilişkileri normalleştirmemiz talebi bulunmaktadır. Bu durumda Türkiye’ye tek bir yol kalmaktadır: Suriye ve Irak’la ortak bir inisiyatif geliştirmek. İsmi bile hazır: İkinci Sa’dabat Paktı…