Vakıf Katılım web

​SORA SORA ARTIK BAĞDAT BULUNMUYOR

İsmail ŞAHİNBAŞ
Tüm Yazıları
Son zamanlarda dillerde dolaşan müzikal bir eser var, Leyla'dan Mecnun'dan Aslı'dan bahseden.

Son zamanlarda dillerde dolaşan müzikal bir eser var, Leyla’dan Mecnun’dan Aslı’dan bahseden. Eserin sözleri Bağdat’ı iki gözüm kapalı bulabilirim diye bitiyor. Söz ve müziğini Ayla Çelik’in yaptığı bu eser herkesin dilinde. 

Yine seni sevmekten başka / Hiç bir şey yapmadım bugün / Enikonu çaldı telefonlarım / Boş ver bakmadım bugün. 

Ne gazete okudum ne de bir haber / Derdi yasakladım bugün / Kaç öpücük olmuş inanamazsın / Aşkı hesapladım bugün.

Dün geceyle tam üç ay bir gün…

Ben dünyanın en büyük aşığı olabilirim / Ben koynunda yüz sene bin sene durabilirim / Ben Leyla’yı Mecnun’u Ferhat’ı Aslı’yı Kerem’i bilmem ama / Bağdat’ı iki gözüm kapalı bulabilirim…

Anadolu’da söylene gelen bir söz vardır: ‘Sora sora Bağdat bulunur’ diye. Ama maalesef bu günlerde Bağdat iki gözü kapalı değil, sora sora bile bulunmuyor. Bir ucundan diğer ucuna 70 kilometre uzunluğa sahip Bağdat’ın, ABD ve İngiliz koalisyon güçleri tarafından kuşatılmasından sonra şehir büyük ve telafi edilemeyecek oranda tahribata uğradı. Türk kültüründe ve edebiyatında da Bağdat’ın çok önemi var. Bağdat; bu toprakların bir sınır taşı, Anadolu’nun güneyi, halk kültürümüzün ulaşılması zor memleketi. 

Pir Sultan Abdal der ki; 

İki turna gelir de Bağdat elinden / Gül alır gül verir kendi elinden / Aşığın derdini de koymaz elinden / Gelir gider de turnam dost diye diye…

İki turnam gelir de birisi yavru / Yavrunun kanadı sepirdek benli / Yönünü döndürmüş de ol Hak’ka doğru / İnip gider de turnam dost diye diye…

Pir Sultan Abdal’ım da eylemeyelim / Aşığın verdiğini söylemeyelim / Ko gitsin turnalar eylemeyelim / İnip gider de turnam dost diye diye…

1001 Gece Masalları

Günümüzdeki Irak’ın başkenti olan Bağdat; dünyada bilim, kültür ve zenginlik merkezi olarak şöhret yapmış. Bağdat’ın tarihi, aynı zamanda uğruna verilen kanlı mücadelelerin de tarihi olarak bilinir. Bağdat, Abbasi Halifesi Ebu Cafer Mansur’un 750’li yıllarda Bağdat isimli Sasani köyünde başkent kurmak istemesiyle tarih sahnesine çıktı. Çıkış o çıkış. Eski Farsçada Baga (Tanrı) ve Dad (verdi) kelimelerinin bir araya gelmesiyle oluşan ‘Tanrı verdi’ anlamında ‘Tanrı’nın hediyesi bir şehir. Bağdat, Halife Mansur’un emriyle 80 Bizans ve İranlı mühendis görev alıp yuvarlak plan üzerine imar edilen bir şehir. Caddeler ve sokaklar şehrin merkezinde yapılan Halife’nin sarayından kentin dışına doğru gelişerek büyümüş. Yani durgun suya düşen bir çakıl taşının suda gelişen halkaları gibi gelişmiş. Bağdat, Sasaniler’in eski başkenti Medain’in yıkıntılarından doğmuş. Yüzyıllar boyunca İslam dünyasının bilim, kültür ve ticaret merkezi olan şehir, Abbasilere de birkaç asır başkentlik etmiş. Bağdat, kuruluşundan beri sadece Osmanlı idaresinde kaldığı yaklaşık 400 yıl boyunca en huzurlu dönemini yaşamış. Bağdat, Bin bir Gece Masalları’nda anlatılan refahın doruğuna Halife Harun Reşit Dönemi’nde ulaştı. İlerleyen dönemlerde tarıma dayalı zenginliği artan Bağdat, aynı zamanda önemli bir ticaret ve kültür merkezi haline geldi. Ortaçağ’da dünyanın hiçbir kentinin nüfusu henüz 100 bini geçmezken, bütün İslam dünyasının merkezi konumunda, çok sayıda fikir ve bilim adamının yaşadığı, Yunan akademilerine benzeyen okulların açıldığı Bağdat, 1 milyona ulaşan nüfusuyla göz kamaştırmaya başlayan bir varış noktası olmuş.

“Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz”

Kuruluşundan kısa süre sonra bu parlak dönemi iç çekişmelerle solan, büyüklüğü ve zenginliği nedeniyle sürekli saldırılara uğrayan Bağdat, Moğol istilası ile talan edilmiş. İlhanlılar, Timur, ardından da Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safeviler’in de hâkimiyetine geçen Bağdat, 1534 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı Dönemi’nde de bilim ve fikir merkezi olarak gelişimini sürdüren ve “Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz” atasözü bugün bile belleklerde kalan Bağdat’a Türkler çok sayıda eser inşa ettiler.

Akad, Babil, Asur ve Sasaniler

Zenginliği ve yüzyıllarca bilim ve kültür merkezi olmasıyla Ortadoğu’nun gözbebeği konumundaki Bağdat ve çevresi Akad, Babil, Asur ve Sasaniler gibi önemli medeniyetlere beşiklik etti. Osmanlı İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü topraklarda yaşayan Araplar, Osmanlı’dan sonra bir daha asla aynı barışçı ve huzurlu düzeni kuramadılar.

Bitti M'ola, Şam İli’nin Hurması

Bitti m'ola, Şam ilinin hurması / Gitti m'ola ala gözün sürmesi / Hama'nın, Humus'un telli turnası / Turna, yârin selâm saldı, gel diye

Bitti m'ola Şam ilinin gülleri / Aştı m'ola siyecinden dalları / Şu sefil Yakub'un şirin dilleri / Turna, yârin selâm saldı, gel diye…

Bir ağaçta biter kırk yanal alma / Birinden gayriye elini sunma / Irak, yakın diye eğlenip kalma / Turna, yârin selâm saldı, gel diye…

Aşına da Karac'oğlan aşına / Yeni girmiş on üç, on dört yaşına / Irak değil, ak pınarın başına / Turna, yârin selâm saldı, gel diye…

Karacaoğlan’ın şiirinde olduğu gibi turnalar hiç Bağdat’a gitmedi. Anadolu’dan güneye giden tüm yollar Bağdat’a gider bilinirdi. Oysa turnalar, Filistin’e, Nil Nehri’ne gittiler. Ne yazık ki türkülerimize konu olan coğrafyalar arası yolculuk yapan turnaların da korunması gerekiyor, Bağdat gibi. Ülkemizde görülen turnaların çok büyük çoğunluğu Karadeniz’in kuzeyinden gelen göçmen kuşlardır. Ana göç yolu, Kırım’dan Karadeniz’in ortasından aşağıya iner, Orta Karadeniz kıyılarında ülkemize girer, oradan aşağıya İç Anadolu üzerinden Doğu Akdeniz kıyılarına inerler. Burada kuşların bir kısmı Kıbrıs ve devamında doğrudan Akdeniz üzerinden uçarak Mısır kıyılarına ulaşırken, diğerleri Adana ve Antakya ovaları üzerinden İsrail’e doğru iner, oradan Afrika’ya geçerler. Bu topluluğun küçük bir kısmı, 3 bin-5 bin kadar kuş, düzenli olarak Adana’daki Akyatan ve Yumurtalık lagünlerinde, az sayıda da Göksu Deltası, Sultansazlığı ve Ceylanpınar’da kışlamakta.

Bir Arap atasözü der ki; yaralı kartala sormuşlar “Niye bu denli hüzünlüsün?” “Beni vuran okun arkasında kardeşimin tüyleri var” demiş. Yanlış hesap bir gün Bağdat’tan geri dönecek…