SİYASETTE YENİ ÇELİŞKİ: MİLLİCİLER VE KÜRESELCİLER - I

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan dünyada en önemli süreç Küreselleşme Süreci idi. Küreselleşmeyi tetikleyen ana unsur ise teknolojik gelişme idi.

Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan dünyada en önemli süreç Küreselleşme Süreci idi. Küreselleşmeyi tetikleyen ana unsur ise teknolojik gelişme idi. 1980’lerden itibaren her geçen gün gün hızlanarak gelişen dijital teknoloji 40 yıl içinde hepimizin hayatını hayal edemeyeceğimiz şekilde değiştirdi. Benim de içinde bulunduğum 1960-80 arası doğan kuşak tam bu teknoloji devriminin içinde büyüdü. Dolayısıyla bizler iki arada bir derede insanlar olduk.

Teknolojik değişimin yol açtığı en önemli sonuç enformasyon, sermaye ve malların küresel hareketliliğidir. Dijital teknolojinin en önemli ürünü olan internet, mobil telefon hatları, akıllı telefonlar ve benzeri iletişim araçları birbirinden çok farklı ve çok uzak insanlar arasında iletişimin kurulmasını sağladı. Enformasyon akışı hem çok hızlandı hem de ucuzladı. Bunun gibi sermayenin küresel hareketi de dijital teknolojinin sunduğu imkânlarla olağanüstü arttı. Bugün milyarlarca doların saniyeler içinde bir kıtadan bir kıtaya aktarılabildiğini biliyoruz. Bu iki gelişmenin sonucunda üretilen mallar bütün küre çapında pazarlanırken ve tüketiciler kürenin her tarafında üretilen mal ve hizmetlere kolaylıkla ulaşabilirken, bu mal ve hizmetler için ödemeler de çok kolaylaştı. Yani her mal ve hizmet için küresel piyasalar oluştu, bu piyasalarda işleyen ulus-üstü firmaların oluşması için gereken zemin yaratıldı. Doğal olarak mal ve hizmetlerin küresel hareketi de eskiden hiç olmadığı kadar büyüdü ve hızlandı. İletişim bilimciler ve sosyologların tabiriyle artık dünya “küçük bir köye” dönüşmüştü.

Küreselleşme öncesi dönemde dünya sisteminin temel birimi ulus devletti. Toplumlar ulus devletlerin şekillendirdiği eğitim sistemi, ekonomik ve kültürel çevre ile siyasi normlar etrafında biçimlenirken dışarıdan gelecek enformasyon, sermaye ve mal hareketleri sınırlandırılmıştı. Hayatın her alanında toplumlar arasında milli farklar oluşmuştu. Küreselleşme sürecinin en fazla yıprattığı birim de, bu yüzden, ulus devlet yapıları oldu. Çünkü ulus devletlerin elindeki araçlar küresel enformasyon ve sermaye akımlarını kontrol edebilecek yeterlilikte değildi. Özellikle gelişmekte olan ülkeler enformasyon ve sermaye akışlarından daha fazla etkilendiler. Bu gelişmelerin sonucunda ulus devletlerin şekillendirdiği toplumsal yapılar çözülmeye başladı. Gelişen teknoloji sebebiyle beşeri sermaye ve yetişmiş nitelikli işgücünün üretimdeki rolü ve gelirden elde ettiği pay artarken, beşeri sermayenin küresel hareketliliği de arttı. Gelişmiş ülkelerde yüksek teknolojili üretim ve tasarıma dayalı hizmet sektörünün payı hızla artarken, gelişmekte olan ülkelerdeki beşerî sermaye ve nitelikli işgücü için de alternatif çalışma alanları doğdu. Örnek vermek gerekirse, 1990’dan itibaren gelişmekte olan ülkelerde yetişen bilgisayar ve genetik mühendisleri, dijital tasarımcılar için kendi ülkelerinde yeterince iş imkânı bulunmazken gelişmiş ülkelerde bu konuda iş fazlası bulunmaktaydı. Bugün “beyin göçü” olarak adlandırdığımız olgu bu şekilde ortaya çıktı. Artık insanlar – eğer iyi bir eğitim almışlarsa- kendi ülkelerinin dışında da hayat kurabilme şansına sahip oldular. Öte yandan tüketim kalıpları da değişmekteydi. Örneğin ülkeler arasındaki mutfak farkları azalmaya başladı, kılık kıyafet tarzları gitgide birbirine benzeşti, iletişim sektöründeki küreselleşme sebebiyle dünyanın her tarafında aynı diziler seyredilir oldu. Mali sermayede ise durum biraz daha farklıydı: Gelişmiş ülkelerdeki tasarruf fazlaları gelişmekte olan ülkelerdeki tasarruf açıklarını finanse etmek amacıyla doğrudan yatırım ve portföy hareketleri olarak bu ülkelere akmaktaydı. Ancak finansal piyasaların işleyiş kuralları, sermayenin temel para birimi, mali sermayenin dünyaya dağıtıldığı finans merkezleri küresel emperyalist gücün, yani ABD’nin, güdümündeydi. Amerikan doları dünya parasıydı, New York dünya finansının kalbiydi ve dünyada elektronik para aktarım mekanizması da Amerikan firmalarının güdümündeydi. Temel emtialar uluslararası piyasalarda dolarla alınıp satılmaktaydı. Yani kısaca sermayenin küresel akış hızı, yönü ve mekanizması ABD menşeli ulus üstü firmaların kontrolündeydi.

Küreselleşme Süreci bazı iktisatçılar tarafından dünyada gelir ve servet eşitliğine götüren bir yol olarak tanımlanmıştı. Aradan geçen 40 yıldan fazla zamanda bunun tersi gerçekleşti. Gerek ülkelerin içinde gerekse ülkeler arasında gelir ve servet eşitsizliği arttı. Zengin daha zengin, fakir daha fakir oldu. Yine aynı iktisatçılar küreselleşme sürecini rekabeti, demokrasiyi ve küresel barışı kuvvetlendirecek bir süreç olarak tanıtırken gelinen noktada rekabetin değil tekelleşmenin arttığına, kapsayıcı demokrasi yerine popülist siyasetin geliştiğine ve barışın yaygınlaşması yerine dünyanın iç savaşlar ve küresel terör yoluyla neredeyse bir Ortaçağ atmosferine sürüklendiğine şahit olduk. Yani beklentilerin tam tersinin gerçekleştiğini gördük. Bunun ötesinde kapitalist üretim süreci de, kendi doğasında bulunan ahlâki ilkelerden ve üretimden koparak değer üretmeyen bir finansallaşma sürecine evrildi. Beklentilerin ters çıkmasında birçok temel neden vardır ama bence bunların en önemlisi ABD’nin kendi küresel hegemonyasını tesis etmek için uyguladığı politikalardır.   

ABD’NİN TEK KUTUPLU DÜNYA HEDEFİNİN BİR ARACI OLARAK KÜRESELLEŞME

Tabiî ki ABD küreselleşmeyi kuran, yayan ve yönlendiren bir güç değildi. Ancak mali sermaye üzerindeki kontrolü, teknoloji üretiminde ve dijital teknolojide açık ara önde gitmesi ve Soğuk Savaştan galip çıkmış devasa askeri gücü ile küreselleşme sürecini kendi emperyalist hegemonyasını dünyaya yaymak için kullandı. Bu süreçte ABD düşünce kuruluşlarının, Pentagon ve CIA’in uzmanlarının en büyük tehdit olarak ulus devletleri görmesi kaçınılmazdı. Bu yüzden 1980’lerden itibaren kendi güdümündeki akademi ve medyayla finansallaşma, liberalleşme ve özelleştirme propagandasına başladı. Bununla da yetinmediler. Büyük oranda ABD çıkarlarına göre tesis edilmiş IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar gelişmekte olan ülkelerde finansallaşma, liberalleşme ve özelleştirme olarak bilinen bu üç “devrimi” gerçekleştirmek için ellerindeki finansal iktidarı kullandılar. Üçüncü olarak dolar merkezli finans sistemini kabul etmeyen veya ona tam olarak entegre olmayan ulus devletler düşman ilan edildi. Bazı ülkeler dış borç yoluyla, bazı ülkeler terörle ve bazı ülkeler de doğrudan savaşla dize getirilmeye çalışıldı. Irak’ta, Afganistan’da, Arap Baharı ve Turuncu Devrimler süreçlerinde ABD hiçbir zaman net bir zafer kazanamadı. Ancak savaş ve terörün parçaladığı bu coğrafyalarda halk perişan oldu, şehirler yıkıldı… Savaş, terör ve fakirlik… İşte kendileri için bir “rüya” ama dünyanın geri kalanı için bir “kâbus” olan küreselleşme süreci…

ÇARPIK KÜRESELLEŞME SÜRECİNİN ENKAZINDAN DOĞAN YENİ DÜNYA

ABD’nin ve onun müesses nizamının, yani ABD yönetimi ve Amerikan menşeli büyük ulus-ötesi şirketlerin bir planı vardı ama diğer devletlerin de eli armut toplamıyordu. Aynı zamanda küreselleşme sürecinin dezavantajları kadar avantajları da bulunmaktaydı. Enformasyon, sermaye ve malların küresel hareketliliğinin doğru politikalarla yönetildiği ülkeler – Çin, Güney Kore ve diğer bazı Asya ülkeleri- hızla gelişebilmekteydi. Yine Rusya benzeri doğal kaynak ihracatçısı ülkeler artan küresel ticaretten güçlenerek çıkıyorlardı. Bu ülkelerde adına “devlet kapitalizmi” denen ve ana oyuncuların büyük kamu firmalarının olduğu bir kapitalist sistem gelişti. ABD ise bütün bu süreçte çıkardığı savaş ve krizlerden beklediğini elde edememişti; dahası, tek başına dünyayı yönetemeyeceği de ortaya çıkmıştı. Hatta 2008 krizinin gösterdiği üzere kendi hegemonyası için desteklediği küreselleşme bir bumerang gibi dönüp Amerikan ekonomisini vurmuştu. Bu durumda bütün dünyada siyaset küreselleşmeye karşı alınan tavırlara göre yeniden şekillenmeye başladı: milliciler ve küreselciler.

Milliciler ve küreselciler hangi konularda çatışmaktadır? Demokrasiye, ekonomide devlet müdahalesine, kalkınma ve sosyal politikalara değin ne söylemektedirler? Pazartesi buradan devam edelim.