​SİVİL KÜLTÜR İKTİDÂRI (KÜLTÜREL İKTİDAR-5)

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Kültürel iktidar konulu yazılarıma sivil kültür üzerinden devam edeyim.

Kültürel iktidar konulu yazılarıma sivil kültür üzerinden devam edeyim. 

Devletini çok seven bir milletiz. Devletimizi, vatanımız ve milletimizle bir tutuyoruz. Millet olarak bu toprakları vatan bilip üzerinde kurduğumuz devletimizi bu kadar çok sevmekte ve onu korumakta da sonuna kadar haklıyız. Dahası devletimizin bağımsızlığı konusunda tâviz vermiyoruz. Bağımsız olmayan bir devleti elbette devletten saymıyoruz.

Ancak sevgimiz ve bağlılığımız, bizi devletimizin bekāsı konusunda güçsüz ve suistimâl edilebilir duruma düşürebiliyor. Sevgimiz zaafımız oluyor. Sevgimiz bizi kör edebiliyor. Devleti korumak için sahiplenmek ile devleti ele geçirilecek bir kurum olarak görmek arasındaki farkı göremeyebiliyoruz. Devleti halka hizmet amacıyla kurulan bir aygıtlar bütünü olarak görmek yerine, onu fethedilen bir şehir gibi, ele geçirilecek ve hegemonik amaçlar doğrultusunda kullanılacak bir araç olarak görebiliyoruz. Bu yanlışlık, vesâyet odaklarını doğuruyor. Kimi dinî, kimi seküler kimlikli bu vesâyet odakları, her türlü iyi niyeti, fedâkârlığı ve hatta kahramanlık duygularını kullanmaktan kaçınmıyor. Devletin gerçek sâhipleri olan halkı, devleti ele geçirmek ve sonra da kendi amaçları doğrultusunda kullanmak; kullanamazsa da yıkmak için kendine memur ediyor.

İktidar ve Vesâyet

Kültürel iktidârın hegemonik bir mekanizma olmaması, vesâyet anlayışını da kendiliğinden dışlamasını sağlıyor. Devleti yöneten organın seçilmiş hükûmet değil de, vesâyet odakları olmasının acısını hâlâ yaşamakta olan bir devletin vatandaşları olarak bizlere düşen iktidârın askerî, hukûkî, ekonomik, akademik, medyatik dalları olan bürokratik yapılanmalarda değil, fakat kültürel iktidarda olması gerektiğini bilmektir. Bunun yolu da sivil kültürden geçmektedir.

Sivil Kültür İktidârı

Kültürel iktidârı kāim kılacak en güçlü yöntem, sosyal yapının işleyişini devlette değil, sivil toplumda görmektir. Devletin dolaylı ya da dolaysız desteğini almadan, kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplum, zâten sivildir. Başka bir değişle, toplum doğal olarak sivildir. “Sivil toplum” sâdece devletin müdahalesinin olmadığını vurgulamak için getirilen bir tanımlamadır. Esas olanın toplum olduğu kabul etmek ve devletin de bu toplumun huzur ve refâhı için gerekli ortamın oluşturulmasındaki araç olduğunu bilmek, devletin de işleyişini kolaylaştıran, devlet kurumlarını elini rahatlatan bir kültür iklimini oluşturur.

Kültürel iktidârın sivil topluma dayanması, siyâsî iktidârın değişmesiyle her şeyin sil baştan yapılandırılmak üzere yıkılması tehlikesini de bertaraf eder. Milletimizin ontolojik yapısında bu anlayış olduğu için, devlet kurma konusunda her zaman mâhir olmuştur. Ancak devletçi toplum anlayışı bu ontolojinin önünü kesmiş ve onu kısırlaştırmıştır. Şimdi yaşadığımız “kültürel iktidar” sorunun kaynağı da bu kısırlaşmadır.

Kültürel iktidar vurgusunu yapan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın sivil toplum kuruluşlarına önem vermesinin sebebi de budur. Kendisi sivil bir yapı içinden gelen bir siyâsetçi ve devlet adamı olarak bunun farkındadır.

Sivil Birey

Yine her şey dönüp dolaşıp bireye gelmektedir. Bir işin ucundan tutmak, bir sorunu çözmek için küçük de olsa gayret sarf etmek yerine, her şeyi devletten bekleyen bir bireyin sivil olması mümkün değildir. Bu bireylerden oluşan toplum da sivil olamaz. Sivil olmayan bir toplumun kültürel iktidârı da olamaz.

Bu hastalık, sivil sıfatı taşıyan kuruluşlarda da vardır. Üyesi oldukları sivil kuruluşları bir hizmet vesilesi olarak değil de, bir menfaat kapısı olarak gören bireyler için, sömürdükleri kaynağın sivil veya devlet olması fark etmez.

Gerçek kültürel iktidârın yolu, sivil toplum kültüründen geçmektedir. Sivil toplum kültürünün yolu da sivil olabilmiş; yâni hayâtiyeti için kendi kendine yeten ve yetemeyenler için de sorumluluk duyan bireylerden geçmektedir.