"Sanayi 5.0" veya "Toplum 5.0" kavramları, geç kalmış gibi olsam da (bu iyi bir şey) bugünlerde inceleyip anlamaya çalıştığım kavramlar.
“Sanayi 5.0” veya “Toplum 5.0” kavramları, geç kalmış gibi olsam da (bu iyi bir şey) bugünlerde inceleyip anlamaya çalıştığım kavramlar.
Bunların 4.0’ı da varmış. Hayatımızı münasebetsiz yerlerimizde çıkan sivilcelere kadar “big data”da biriktiren dijital akıl, 4.0’ı şöyle tarif ediyor:
“Birçok çağdaş otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kolektif bir terim. Nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemlerden oluşan bir değerler bütünü.”
“Değer” ifadesine dikkat.
***
Ramazan Kurtoğlu’nun bir televizyon programında paylaştığı bilgiyi hatırlamak için yine “big data” hazretlerinin uşağı Google’a sordum, meğer hadise 2013 yılında olmuş. Kurtoğlu Hoca’nın dikkat çektiği konu şu:
“Harvard Üniversitesi, geçen yaz, 1 gram DNA’da 770 terabayt veri depolamayı başardı. Ocak ayında ise Cambridge Avrupa Biyoinformatik Enstitüsü bir ilke imza attı… Ve Shakespeare’in soneleri ile Amerika’nın 1968’te suikasta kurban giden ünlü insan hakları savunucusu Martin Luther King’in “Bir hayalim var” adlı konuşmasını insan DNA’sına kaydetti! DNA’nın veri depolama açısından iki büyük avantajı var: Birincisi, mikroskobik yapısıyla ofiste hiç yer kaplamıyor. İkincisi ise büyük miktarda veriyi çok küçük ölçeklerde saklayabiliyor.”
***
Memleketime baktım…
İçim sızladı.
Çocukluğumun Adapazarı’ndaki Mecidiye Camisinin şadırvanına dönmek istedim bir an…
Elimde şeytan uçurtması, gazete kağıdından mamul ve uyduruk.
6-7 yaşımdayım. Cami 24 saat açık. Biliyorum. İmamı ve müezzini tanıyorum.
Yorulup su içmek için girdiğimizde, hemen ortaya çıkıp yanımıza gelen, başımızı okşayıp ayak üstü bir iki satır dini bilgiyi o çocukça sohbete sıkıştıran muhterem insanlar…
Onlar artık “yok”lar…
Dışımızda gelişen ve fakat bizi de dönüştüren endüstri bilmem kaç sıfırla, arkasından gelen sanayi ne bileyim ne sıfırın ürettiği değerler, robotlara yapay zekâ, DNA’ya bilgi monte ederken, insanın yani bizim “hislerimizi” ve “vicdanımızı” söküp atmış.
Resetlemiş/ sıfırlamış demiyorum.
***
Rahmetli anacığımla İstanbul’a taşınmamızdan sonra Kadıköy Osman Ağa Camiine giderdik. Rahmetli dedemin arkadaşı Gönenli Mehmed Efendiyi dinlemek için.
Endüstri 4.0’ın ürünü Mustafa İslamoğlu ile onun üst versiyonu Sanayi 5.0’ın ürünü Caner Taslaman’a sorsanız, Gönenli Mehmed Efendi sıradan bir cami imam ve hatibinden başka bir şey değil.
***
Araya, “Türk- İslam Ülküsü” tarifi ile milliyetçiliği ırkçılık belasından kurtarmaya çalışan Seyyid yani Arap soylu Seyyid Ahmed Arvasi’nin Marmara İlahiyat Fakültesi’ndeki iftar yemeğinde büyük bir ilahiyatçı kalabalığa söylediği “İslamiyet’i kurtarmayı bırakın! İslamiyet ile kurtulmaya bakın!” muhteşem ihtarını sıkıştırıp yazının başlığına dönelim…
Sizin mahallenizin adı ne?
Ve sizin bir mahalleniz var mı?
Evinizi tarif ederken mahallenin camisini mihenk taşı olarak kullanıyor musunuz?
***
Pardon…
Biz The İstanbul’da oturuyoruz. Kuzenimiz Strada City’de, amcamız Luxera Park’ta…
Mahalle “varoş” bir kavram ayol…
Ne mahallesi…
Rezidansımızın bodrum katındaki mescitte buluşup, namaz sonrası ihale/rant pardon vatana hizmet seansları yapıyoruz.
Bu, Müslüman’ın hangi versiyonu?
Çukurambar 3.0 veya Florya 5.1…
***
Ve biz vicdanları körelmiş, şeytani dijital bilgeliğin kibriyle bilgi kirliliğinin vahşi çöp depolama alanından sızan metan gazıyla beslenen cahil ve ebleh yaratıklara dönmüşüz.
Benim ahlakım…
Benim inancım…
Benim hayatım ne hale gelmiş/ görmez/ göremez ve dahi umursamaz iken…
Dünyaya sanki cebinde kurtuluş reçetesi saklı bir adamın özgüveniyle bakıyorum.
Xxx
Birbirimizle kavga ediyoruz. Hani biz birdik ya? Sen bendin ya… Ve ben sen…
Kendi kendimle kavga etmekten yoruldum.
Acaba tekrar insanlaşabilir miyiz?
Mahallemizi bulabilir miyiz?
Camimizi, şadırvanı, komşumuzu…
Vicdanımızı…