Bir insanı beğenip, sevip onun karşısındaki herkesi reddetmek de böyle bir şey…
Eleştirmek kolaydır.
En kolay eleştiri ise itirazlarını temellendirmeden “olmamış, yanlış, kötü, çirkin vs.” gibi hükümlerle reddedip bırakmaktır.
Bir insanı beğenip, sevip onun karşısındaki herkesi reddetmek de böyle bir şey…
Bu durum belki birçok yanılmayı beraberinde getirir ama imrenilesi bir zihin konforu da sağlar, bu konforu inkâr edemeyiz.
Benim de beğendiğim insanlar var.
Ve dönüp baktığım zaman beğeniyorken beğenmekten vazgeçtiğim veya sevmiyorken sevmeye başladığım çok az kişi görüyorum.
Dolayısıyla ya kolaylığı ve konforu tercih ediyorum. Ya da kriterlerim sağlam, sevmekte veya uzakta durmakta yanılmıyorum gibi bir sonuç ortaya çıkıyor.
Bu sonuca ne kadar güvenebilirim?
Güvenmiyorum. Onun için sevgimi veya uzaklığımı sorgulamak belki yoruyor ama konforumu bozmuyor. Çünkü gerçeğe ulaşmak veya gerçekle birlikte olmak endişesi konforumu koruyan bir endişe…
Mesela…
Sultan Abdülhamid Hanı seviyorum. Onu sevmeyenlere de uzak duruyorum.
Ama Yılmaz Özdil Abdülhamid Han ile ilgili neredeyse yüzyılın en temelsiz ve çirkin yazısını yazdığında, okuyor ve iddialarını tek tek gözden geçiriyorum. Bunu yaparken onun baktığı yerden bakmaya çalışıp, onun kaynaklarını önceliyorum… Çapraz okuma ve yargılama yetmezse objektifliğine ve sağduyusuna güvendiğim konunun uzmanlarına sormayı da ihmal etmiyorum.
Hüccet-ül İslam İmam-ı Gazali Hazretlerini seviyorum. Kitaplarına güveniyorum.
Ebubekir Sifil Hoca bir eleştiri getiriyor dikkate alıyorum, Mustafa İslamoğlu eleştirmiyor hakaret ediyor, acaba diyorum? Fakat benim bu gözden geçirmelerim ve acabalarım, temellendirerek sevdiğim ve güvendiğim insanlara karşı sürekli bir endişe içinde olduğumu göstermiyor.
Aksine gerçeğe ulaşmak sevgimi arttırıyor veya yanlış içindeysem bana bu yanlışı görme fırsatı veriyor.
İslamoğlu’nun hakaretine bile “acaba” demem tahkim edilecek noktaları görmek içindir. Yoksa milli olmayan şaibeli bir adamın benim dünyama sızabilecek sözü neredeyse yok gibi…
Yani siyaha beyaz diyen bir adam elbette siyah hakkında şüpheye sebep olmaz ama klinik olarak bunun sebebini anlamaya çalışmak zenginliktir.
Kemal Kılıçdaroğlu’na uzak duruyorum. Geliş biçimi, geçmişteki SSK icraatları, projesiz ve hedefsiz olması, siyaseti itirazdan ibaret sayması vs. gibi sebepler uzak durmamın gerekçeleri… Gaflarına gülüp geçiyorum. Gaflar bir insanı kötü yapmaz. Sadece siyaset ve yöneticilik kumaşına sahip olmadığını gösterir. Kılıçdaroğlu kazara anlamlı bir cümle kursa, dikkate alıp değerlendirmeye çalışıyorum.
Merak etmeyin, yorgunluktan bahsettim ama gözünüzü korkutmasın. Nihayetinde esaslı eleştiri ve itirazlar o kadar az ki… Dolayısıyla temelsiz ve kolay eleştiri türünden olanlar daha elinize aldığınızda dağılıp gidiyor.
Hadım Paşa’nın torunu olduğunu söyleyen ne kadar yorabilir ki insanı…
Ama böyle madrabazlar elbette var.
Bir insanı sevmek onun kusursuz olduğunu iddia etmek değildir. Bir insana uzak durmak o insanın her söylediğinin ve yaptığının yanlış olduğu anlamına gelmediği gibi…
Demek ki, sevgi ve muhabbetin temelinde değerler ve inançlar var.
Abdülhamid Han ve Recep Tayyip Erdoğan’a olan muhabbetim değerlerim ve inançlarımla tutarlı olduğu için bana zihinsel bir konfor sağlıyor.
Çünkü temelinde Yüce Allah’ın Musa Aleyhisselam’a gösterdiği yol var.
Nedir o?
Rabbim sormuş ya; “Benim için ne yaptın ya Musa?” diye…
Ve cevabını da öğretmiş:
“Benim için olan şudur. Dostlarımı sevdin mi? Düşmanlarıma düşman oldun mu?”
Şair’in Allah’a isyanı belki sanatını yok etmez ama…
Muhabbetime engel olur.
Yani, eğer seçeneğim varsa ve haklarında bilgi sahibi isem, iki bakkaldan Allah’a dost olanı tercih ederim…
(Su-i misal emsal olmaz prensibini de unutmayalım. Elbette maneviyat pazarlayanlarla, dürüst imansızları ayıracak aklım var. Bu noktada inat etmek, zaman kaybıdır.)
Ve inancım o ki, “Allah için” olmayan her fikir ve niyet insanlığa zarar verir.
“Allah için” olanı esas aldığımızda insanlığa da hizmet etmiş oluruz.