SEVGİ, ŞEFKAT, MERHAMET

Ümit G. CEYLAN 21 Nis 2022

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Eksikliğine dair güzellemeler yaptığımız ne çok kelimeler vardır.

Eksikliğine dair güzellemeler yaptığımız ne çok kelimeler vardır. Bu kelimelerden en çok üzerinde durduğumuz; sevgi, şefkat, merhamettir. Evet! Acımasız bir dünyanın koynundayız. Ama dünyayı bu hale getiren de biziz. Bitmeyen hırslarımız yüzünden dünyanın altını üstüne getirdik. Gerçekten bekliyorum Allah’ın sabrı ne zaman taşacak diye. Sevgiyi sonsuz kere bağışlayan, bizi her yaptığımız hatada affeden ve şefkatini, merhametini hiç esirgemeyen, yüce Rabbimize karşı şeytanı oynuyoruz. Ama boşuna. Debelendikçe battığımızın farkında mıyız? Değiliz! Nedir bu iç savaşımızla bitmeyen hesaplaşmamız?

Sevginin adı kaldı

Sevginin adı gitti adına aşk dedikleri bir kimya kaldı. Hormonların yaptığı bir şey diyorlar. Aşk mı sevgi mi ne dedikleri de belli değil. Her şeyi birbirine karıştırmışlar. Sevgiyi de işte tarif edemedikleri için raftan kaldırdılar yerine ikame ettikleri gelip geçici aşkla. Sevgi koruma altına alınmalıydı çok geçmeden. Her kimde varsa sevgiden kalan açılmayan kasalarda saklanmalıydı. Aşk deli bir şey. Korkarım ben aşık insandan; ne mantık vardır onda ne akıl. Kendini süper kahraman zannettiren bir iksir sanki. Aşk denilen şey insana neler yaptırmaz ki. Aşkın tek panzehiri sevgi. Sevgi ile kuşatılan bir dünyada aşırılıklar olmazdı. Sevgi ile bakan gözlerden, edilen sözlerden acımasızlık kan, irin akmazdı. Ama şu halimize bakmaya cesaretimiz var mı kendimize aynada. Dünyada ne varsa biz de sorumlusu değil miyiz? O yüzden mi şu suratları değiştirmek için uğraşıyoruz.

Birbirinden ayıramayız

Bu üç kelimeyi birbirinden ayıramayız. Sevgi, şefkat, merhamet dünyayı kurtaracak bunlar, bunlardı. Ne para, ne mal, mülk ne petrol ne de altın, elmas. Asıl kaybettiklerimiz öyle değerliydiler ki! Gittiler anlaşılmayan yerden. Peki! Geri gelecekler mi? Ya da böyle bir derdimiz var mı? Bu üçlüyü geri getirecek bir güç var mı? Bir minnacık tohumdan koskoca tarlayı donatan mucizevi ilim sevgi değil de nedir? Allah’ın kullarına şefkati ve merhameti değildir de nedir? O tohuma herkes, bir tane dahi kaldıysa sımsıkı sarılsın ve zamanı gelince eksin. Eksik etmesin. Hasetlik, kin nefret her türlü belalı kelimenin tek ilacı sevgi, şefkat, merhamet. Bir bütünün parçalarıdır bu kelimeler, duygular. Seven acımasız olabilir mi? Çok seviyordu, vurdu, öldürdü! Öyle mi gerçekten, sevdi mi? Şefkatsiz anne olabilir mi? Şefkat varsa sevgi de olmalı, merhamet de.

İnsanız insan

İnsan üç, beş damla kan ama gerisi ruh. Yani Allah’a ait tarafımız bizim gerçek varlığımız, ruhumuz. Ruhumuzu ancak sevgi besler, şefkat sarıp sarmalar, merhamet insanlığı kucaklar. İnsan olacaksak eğer insanca duygularımıza sahip çıkmalıyız. Yalnız bırakılan, sevgisiz, şefkatten yoksun kalan insanın merhameti de olmaz. Dünyayı kana bular. O yüzden sevgiyi de, şefkati de merhameti de kalpten kalbe uzatalım. Ramazan ayının şu güzel günlerinde henüz daha şeytan zincirliyken ne kadar çok insana sevgi, şefkat, merhamet ekersek o derece insanlığımıza kavuşuruz vesselam.

SIĞINTI DEĞİL MİYİZ?

Sığıntı gibi denilir ya ve sığıntı kelimesine olumsuz anlam yüklenir ya, işte şimdi düşünüyorum da insan ne zaman sığıntı gibi olur. İnsan bu âlemde sığıntı değil mi zaten? Dünya denilen yerde bir sürü sıkıntı, debdebe içinde nereye ait olduğumuzu düşündüğümüz bir yolculuğun içinde sığıntı değil miyiz? Sığınmacılardan ne farkımız var bizim. Dünya malına geçici süre sahip olmamız bizi bu dünyada ayrıcalıklı kılar mı? Savaş ve türlü felaketler yüzünden göç eden insanlığı hor görebilir miyiz? O da sığıntı ben de. Hepimiz bu dünyaya kısa süreliğine sığınmaya geldik. Ama sığamayacağımızı bile bile yerleşmeye, yayılmaya çalışma gafleti içinde insanı, insanlığı, insanlıktan çıka çıka sığınmacıları küçük görüyoruz. Ne büyük bir çelişki. Sığınabileceğimiz tek şey Allah’ın Rahmetinden başka bir yer değildir.  

ÜMİT ÇİÇEĞİ

Hayat bir döngüden ibaret. Zaman ve mekan içinde yaşayıp gidiyoruz işte!.. Acısıyla tatlısıyla bir ömür yaşanıyor ve bitiyor. Geçen zaman hatıraların, gelecek zaman ise umutların. İnsan inandığı kadar umutlanır, umutlandığı kadar hayal kurar, hayal kurduğu kadar da yaşar. Her insanın bir yaşam tarzı var. Bir amacı var. Hayattan alacakları ve hayata katacakları var. Bir çiçek, bir böcek, bir arı, bir kelebek, bir mevsim yaşayıp gidecek. Sonra bir varmış bir yokmuş denecek. Masal gibi geride bıraktıklarımız. Aşklar, kara sevdalar, bıçkın delikanlılar, hoyrat bakışlar. Medcezir gibi duygular, bir ummanda dev dalgalar, yalnız kalma hissi, çarşaf gibi deniz, çarşaf gibi sahil. Ummanda bir katre olsan, gökyüzünde bir yıldız, uçsuz bucaksız ürperten bu evrende bir noktasın sanki hiç yokmuş gibisin. Ama varsın ve bu evrende onurlu bir varlıksın, inancınla ve ümidinle insansın. İnanç ve ümit, çiçek ve böcek gibi; nasıl çeker birbirini! İnsan; her canlı gibi kurgular geleceğini. Binlerce yıldız içinden, bir yıldız beğensen, kayıp gitse elinden hüzünlenir; üzülür müsün? Parlayan yıldız söner mi hiç! İnançlı, bilgili, iyi insanın yüzündeki nur biter mi hiç? Hele papatya, sarısı aşk ve muhabbet, beyazı sadakat ve masumiyet, kokusu insanı sarıp sarmalayan ünsiyet! Hani çocukluğumuzda kırlarda ve papatya tarlalarında koşuşturduğumuz anlar var ya! Hayat dolu hatıralar. Bir kır evi, bir bağ evi, bir dağ evi nasıl doğal hayatını resmediyorsa, duygu, düşünce, davranışların da bir doğallığı var. İnsan bütünüyle doğallığı arar. Hüdayinabit bir kırçiçeği, papatya gibi. Her papatya bir Ümit Çiçeği!..

ULUSAL EGEMENLİĞİN YOLU KÜTÜPHANELERDEN GEÇER

DOÇ. DR. IŞIL İLKNUR SERT

Ulusal değerlerine bağlı, bilinçli bir toplumu oluşturmak için okuyan, düşünen, eleştiren ve yenilikçi fikirler bulup hayata geçiren bireylere ihtiyaç vardır. Yaşam boyu öğrenmeyi kendine ilke edinmiş bireyler ile geçmişini öğrenen, geleceğini planlayan bilinçli bir toplum oluşturmak mümkündür. Millî hafızasına sahip çıkan, savaşlardan ders alan ve dünya barışı için öncülük eden insanlar, ulusal egemenliğin ne anlam taşıdığını çok iyi bilirler.

Bu yıl kuruluşunun 102. Yıl dönümünü kutladığımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin duvarında Mustafa Kemal Atatürk’ün çok önemli bir sözü bulunmaktadır: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. Milletvekilleri, milletten aldıkları güçle Türkiye’nin geleceğini kurmak üzere karar verirken bu söz, tam karşılarında adeta onlara hatırlatılırcasına durur. Milletimiz ise bu kararları anlamak, eleştirmek, düzeltmek, alkışlamak, takdir etmek haklarını bu sözün gerektirdiği şekilde gerçekleştirmek, yapılanların ve yapılacakların Türkiye’nin bir anlamda kaderini etkilediğinin bilincinde olmak zorundadır.

Egemenliğin bilgi ile donatılmış fertlerinin oluşturduğu bir topluluğa aidiyeti, onun anlamını daha da etkili kılar. Bilgi sahibi insanlar, ulusal egemenliğin kolay kazanılmadığını bilirler.  Savaşların neden yapıldığını anlamaya çalışırlar, küresel iklim felaketinin hangi ülkeleri hangi arayışlara sürüklediğini, enerji krizlerinin nasıl başka ülkelerin topraklarına ve denizlerine göz dikilmesine sebep olduğunu, insanların özgürlüklerinin elinden alınmadan önce ulusal kültürlerinin nasıl yok edilmeye çalışıldığını okuyarak, araştırarak anlamaya çalışırlar.  Anlamak, çok çeşitli kaynakları incelemek ve karşılaştırmalı bir bakış açısıyla analiz yapmakla mümkündür. Bunları öğrenmenin yolu da ulusal egemenliğin yolu da o nedenle kütüphanelerden geçer demek hiç de yanlış olmayacaktır.

Bir ülke için eğitim sistemi çok önemlidir. Ancak halk, eğitimini yaygın bir şekilde daha farklı kurumlarda da sürdürmektedir. İşte bu noktada kütüphaneler, eğitime destek sunan önemli kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkeleri gözlemlediğimizde, onların gelişmiş kütüphanelere sahip olduğu gerçeği ile karşılaşırız. O nedenle bugün Türkiye’de kurulan her kütüphane, ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait oluşunu destekleyen birer anıt gibidir.

Bugün hangi siyasî düşüncede olursa olsun belediyelerimiz kütüphane kurma yarışı içine giriyorlarsa bu aslında bilinçli bir toplum oluşturmayı da hedeflemek demektir. Türkiye genelinde bu konuda çok güzel adımlar atılıyor. Ancak gerçekten de halkın bundan haberi var mı, asıl merak edilmesi gereken nokta budur. Ulusal egemenliğin korunması gereken bir değer olduğunu anlatan, tarihimizdeki ve dünya tarihindeki önemli olayları sunan kitaplara, bu kütüphanelerde ücretsiz olarak erişilebildiğini hatırlatmakta fayda var.

Kütüphanelerden bahsetmişken, kuruluşunun 102. Yıl dönümünü kutladığımız TBMM’nin de bir kütüphanesi olduğunu biliyor muydunuz? Kütüphanenin web sitesi üzerinden meclis tutanaklarına açık erişimle ulaşmak mümkün. Bu kütüphaneye ancak özel izinle girilmekte ama kanunlara imza atanların burayı serbestçe kullanmaları ve araştırma yapmaları sağlanabiliyor. İsterseniz web sitesi üzerinden bu kütüphaneyi incelemeniz olanaklı.

Halkı bilinçlendirmek için yeni kütüphanelerin kurulduğundan söz etmiştik. Zeytinburnu Belediyesi’nin Kazlıçeşme Sanat Kütüphanesi’ni, Arnavutköy Belediyesi’nin Mehmet Akif Ersoy Kütüphanesi’ni açtığının farkında mısınız? İBB’nin Esenyurt’ta Gülten Akın, Kasımpaşa’da Peyami Safa, Kadıköy’de Afife Batur Kütüphanelerini açtığını biliyor muydunuz? Millî Eğitim Bakanlığı sıfır atık temalı okul kütüphaneleri açtı ve Sakarya’da okul öncesi gönüllü vantrilok öğretmenlerden oluşan bir grup da bu mekanlarda çevre bilinci konusunda kuklalarla eğitim veriyor. Türkiye’deki çok önemli sanat koleksiyonlarından birine sahip olan, mimarisi ile dikkat çeken İstanbul Atatürk Kültür Merkezi Sanat Kütüphanesi yeni misafirlerini her gün güler yüzlü kütüphanecileri ile bekliyor.

Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi veri tabanları koleksiyonu online hizmetlere en güzel örneklerden birini sunuyor. Zengin koleksiyonu, güzel mimarisi ile kullanıcılarına yüz yüze hizmet vermenin yanı sıra E-Devlet Kapısı ile kütüphaneye bir yıllığına üye olmak ve sayısız kaynağa online erişmek de mümkün. Bunun için Ankara’da olmanız gerekmiyor. Sunulan online bilgi kaynakları ile bilinçli bireyler yetiştirmek için adımlar atılıyor. Video ile eğitim sunan bir veri tabanı sayesinde metaverse eğitimi mi almak istersiniz yoksa bilgisayar programları üzerine uzmanlaşmak mı? Çok merak ettiğiniz konularda güncel bilgiye dünyanın her yerinden farklı dillerde hazırlanmış veri tabanları ile ulaşmak isterseniz sadece kütüphanenin web adresine girmeniz yeterli olacaktır. Üyelik için yapılacak işlem ise sadece birkaç dakika alıyor. Böyle bir hizmetin ücretsiz olarak tüm halka sunulması, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olmasının en güzel örneği değil midir?

Geçmişini bilen, geleceğini kurma cesaretine sahip bilinçli bir milletin en büyük yardımcısı kütüphanelerdir. Ulusal egemenlik kavramını çocuklarla bir bayrama dönüştüren bu güzel anlayışı sürdürmek için size hem eğlenceli hem bilgi dolu saatler sunan kütüphaneleri ziyaret etmeye, yeni kütüphaneleri keşfetmeye ne dersiniz?

BİRSEL ALVER YAZICI / HATIRLA BENİ

ALBAYA MEKTUP YOK

Evde kimse yok. Herkes bir yere davetli, yalnız başıma evde iftar edeceğim ama bir kap yemeğim yok telaş içindeyim ve eve yetişmem gerek. Oruçluyum, iftara yarım saat var aklımdan sadece yarım saatte ne pişireceğim geliyor. Hani biri yolda tutsa, durdursa beni, adımı sorsa, maydanozlu şehriye çorbası diyeceğim o derece yani. Benim halimi özetlese özetlese; “ya evde yoksam” özetler. Ne kötü değil mi üstelik evde de yokum!

Ama benim kadar şanslı biriyseniz aksilik gelmeye görsün yeter ki, ne oluyor be dedirtene kadar gelir üst üste…

O gün tam olarak bu haldeydim. Marquez’in Albayı gibiydim, kucağında bir horoz postane kapısını arşınlayıp durmuştum, maalesef Albay’a mektup yoktu. Kucağımda dünya kadar mutfak malzemesiyle yürüyordum bana da yemek yoktu… Bu Albay ile ortak bir yanımız vardı, ikimizde garip bir çaresizlik içindeydik.

Tam karşıya geçeceğim, kucağımdaki alışveriş çantasından yukarıya doğru çıkan pide görüş alanımı etkiliyor. Aynı anda bir bağırtı duyuyorum, bir kapı açılıp kapanması, sanki kıyamet önümde kopuyor da kıyametle arama pide girmiş. Böyle cesaretli anlattığıma bakmayın o an nasıl korktuğumu anlatamam. Hemen pideyi bastırıp ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorum.

Adamın biri kadının birini yaka paça arabadan aşağı atıyor. Evet, evet gördüğüm bu, zavallı kadın öyle naif ve öyle alışılmış bir tebessümle bakıyor ki, şaşıyorum. Adam lastiklerini asfaltta erite erite gidince kadınla yan yana kalıyoruz. Utanıyor benden, ben de görmem gereken bir şeyi görmüş olan biri gibi utanıyorum kendimden. Ama yapacak bir şey yok gördük bir kere. Elimdekileri yere bırakıyorum, kadının kollarından tutuyorum şaşkın şaşkın bakıyor bana, “ iyi misiniz? “ diyorum kafa sallıyor. Birbirimizi tanımıyoruz ama başlıyor anlatmaya,

“Eşim emekli albaydır. Çok istemesem de oruç tutuyor. Orucun vurduğu insanlardan o da, maalesef sinirine hâkim olamayıp iftara yakın saatlerde böyle kuduruyor. Bu tarafa dönmeden önce çıkışı kaçırdı, sinirlendi arabanın içinde. İnanır mısınız tek söylediğim cümle “stres yapma, eve yetişiriz” demekti. Sinirledi küplere bindi, “o zaman yaya gel, yetişirsin” dedi, attı beni arabadan. Aslında böyle bir adam değildir. Oruç işte”

Şaşkınlıkla dinledim, çocukluğumdan beri böyle oruç tutan onlarca adam tanımıştım.

“Dert etmeyin bazen böyle olurlar, onun gibi olan çok adam tanıyorum” dedim. Eve gidebilmek için en yakın otobüs durağını sordu. Saate bakıp iftara on beş dakika kaldığını söyledim.

“Üzgünüm ama iftara yetişemezsiniz” dedim

“İsterseniz benim de evde yemeğim yok şurada hastanenin kafeteryası var anca oraya kadar yetişiriz, oraya gidelim, bir çay bir tost, hem tanımadığınız biriyle iftar edersiniz hem de sakinleşip eve öyle devam edersiniz. Albay da gitsin evine ne yapalım albaya yemek yok…”

Daha çok yumuşayan yüzüne bir aydınlık geldi, sanki çok duymak istediği sihirli bir kelimeyi söylemişim gibi hayran hayran baktı bana

“Albay’a yemek yok” dedi güldü.

İki kadın kantinden içeri öyle bir girdik ki herkes kafasını çevirip bize baktı. Gariptik biliyorum kucağımda pideye görüş alanımı iyice kapamıştım. Postanede değil hastanedeydik ve en kötüsü Albay’a yemek yoktu…

Sen beni kendisine gelecek mektubu dört gözle bekleyen Albay gibi hatırla sevgili okur… Bu sene de bir yeşil mektup yaz bana yolla, tüm şehre bahar gelsin…

 

..............................

HACİVAT VE KARAGÖZ

R E P L İ K L E R

..............................

İşte iz!

..............................

Hacivat ve Karagöz sohbeti koyulaştırmışlardır. Hepimiz insanlık ailesindeniz. Biz birbirimize benzeriz. Önemli olan asrı kainat efendimize benzemektir.

- Hacivat: Muhterem dostum “Üzüm üzüme baka baka kararır.”

- Karagöz: Hacivat’ım bütün üzümler kara üzüm müdür ki?

Beyazı var, sarısı var, pembesi var. Yeşili vardır. Üzümler çeşit çeşit renkte değil midir?

- Hacivat: Elbette öyledir ama benim söylemek istediğim insan, insanın fikriyatından ve fiiliyatından müteessir olur. Hangi insanla teşriki mesai yaparsan o insana benzersin muhterem.

- Karagöz: Hacivat’ım demek ki sen bana, ben de sana benziyorum; öyle mi mana çıkartayım şimdi?

- Hacivat: Her zaman değil tabi. Bazen benzer taraflarımız daha aleni. O da edep adaba tabi olduğumuz sürece. Farkında mısın birçok hatırlatmayı ve ikazı ben yapıyorum zatıalinize.

- Karagöz: Madem ki zatıalinizim; o halde genelde iyiyim. İyi insanım. Sana müteşekkirim.

- Hacivat: Önemli olan biz birbirimizden ziyade Efendimiz Muhammed Mustafa Aleyhissalatü vesselam’a benzeyelim. Muhammed’i ahlakla ahlaklanalım. Onun izinden gidelim. Ona uyalım ki kurtuluşa nail olalım.

- Karagöz: İyi ki varsın Hacivat’ım iyi ki varsın!.. Sen olmasan gaflete dalıp gideceğim.

- Hacivat: Müminler birbirini uyarır. Sen de beni uyaracaksın. Yeri geldiğinde ben de seni uyarırım.

- Karagöz: Demek ki biz birbirimizin hatalarını tashih edeceğiz. Birbirimizin eksikliklerini tamamlayacağız.

- Hacivat: Doğruya doğru denir. Yanlışa yanlış denir. Hak teala bizi sıratı müstakimden ayırmasın.

Hacivat amin dedikten sonra, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bir kıta şiiriyle bu sohbeti nihayete erdirerek mutlu mesut Karagöz’le birlikte hanelerine dönerler.

 “İşte iz... Geliniz...

Toprak post...

Allah dost!..”