​ŞEHİRLERİ KAYBETMEK NESİLLERİ KAYBETMEK DEMEKTİR

Mahmut BIYIKLI 23 Şub 2017

Mahmut BIYIKLI
Tüm Yazıları
Cumhurbaşkanımızın katılımlarıyla gerçekleşen Şehircilik Şurası şehirlerimizin geleceği adına büyük bir umuda vesile oldu.

Cumhurbaşkanımızın katılımlarıyla gerçekleşen Şehircilik Şurası şehirlerimizin geleceği adına büyük bir umuda vesile oldu. Neyi kaybettiğimizin farkına varmamız bile büyük bir kazanım. 

Şehirler ruhumuzun aynası. Nasıl geçmişte inşa edilen şehirler o devrin insanının ruh hâlini, hayata bakışını, estetik anlayışını yansıtıyorsa bugünkü mimari yapılanmanın da dili var ve bize yine bir şeyler söylüyor. Ruh yorgunluğumuzu, kafa karışıklığımızı, gafletimizi ve imanımızın eskisi gibi göğsümüzden taşmadığını anlatıyor. 

Latif esmasının sırrına vâkıf olan müminlerin yaptıkları her işte letafet ve güzelliğin yansımaları bulunur. Mümin çevresiyle barışıktır. Yaşadığı coğrafyaya dosttur. Ürettiği her eserde inancının aydınlık izleri vardır. Bu sebeple hayatın hakikatini kavrayan ecdadımızın kurduğu şehirlerde meydana getirdiği bütün eserlerde bir mükemmellik kendini gösterir. Bu mükemmelliğin formülü de “kâmil” bir bakış açısı ve yaşayış tarzıdır. Örnek bir incelikli hayat modeli sunan medeniyet kurucusu atalarımızın her eyleminde ve eserinde tam manasıyla huzur ve sükûn hâli mevcuttur. 

İslam mimarisi diye büyük bir gerçeklik ortaya koyan insanlar bunu İslam insanı olmanın güzelliklerini yaşayarak kendi hâllerinde tatbik ederek başarmışlardır. 

Biz bugün kadim şehirlerin çarşılarına, mabetlerine, sokaklarına bakarak bu şehirleri kuranların içinde hayat sürenlerin nasıl bir zevke sahip olduklarını, dünya ve ahiret dengesini nasıl kurduklarını, hangi medeniyetin izini sürdüklerini açıkça görebiliyoruz. Taşa işlenen, ahşaba gizlenen, mabede nakşedilen zarafeti müşahede edip hayranlığımızı hatta hayretimizi gizleyemiyoruz. “Ceddimiz inşa etmedi, ibadet etti.” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar. Maddeye nüfuz etmesini istedikleri bir ruh ve imanları vardı eskilerin. Ayak bastıkları zemini çok kısa bir sürede Türk ve Müslüman yapmasını bilmişlerdi. Duvarları, kubbeleri, çinileri düşünen ve dua eden şehirler imar etti ecdadımız.

Bugünün mimarlarının hangi ruhu yansıttığını biraz düşünelim. Şehirlerin hayatın merkezi olması gerekirken rantın merkezi konumuna getirilmesinin istikbale vurulmuş büyük bir darbe olduğunu hatırımızdan çıkarmayalım. Yaratılış gayesinin uzağında, benmerkezci, nefsinin kölesi konumunda, sadece maddeye ve kazanmaya odaklı bir anlayışla inşa edilen şehirlerde ne huzur, ne huşu, ne tabiat ne de insan kalır. 

Şehirler daima sakinlerinin aynası olmuştur. Sakinlerinin sükûn bulduğu eski şehirlerimizde cennet huzuru yaşayan ecdadın ahfadının, modern şehirlerde nasıl bir cinnet geçirdiğini üzülerek izlemekteyiz. 

İslam mimarisi insani olan bir anlayışı benimsemiştir. İnsanın ruhuna uygundur. Gayri insani bir unsura rastlanmaz. Hep ümitvar, daim taze bir hayat sunan, huzurlu ve aydınlık bir mimaridir. Batı’nın iç karartıcı, güç sarhoşluğu içindeki insanı ümitsizliğe sevk eden mimarisinden uzaktır.

Peki, bu muhteşem mimari mirastan faydalanarak ve çağa uygun yeni üsluplar da katarak bu örnekliği bugüne taşımak konusunda neden bir başarı sağlayamadık? 

Modern insan günümüzde en çok ihtiyacını duyduğu huzur ortamını maalesef modern şehirlerde bulamıyor. Bu açlığın giderilmemesi de sosyal hayatın her alanında bir bunalıma sebep oluyor. İrfan öncülerinin alınan her nefeste huzuru muhafaza etme formülü, yani “Huş der- dem” bir türlü mümkün olmuyor.

Kültürümüze sevdalı kalemlerden yazar Samiha Ayverdi'nin şu sözleri ne kadar da manidar:

Yeryüzünde dehânın ve zevkin infilâkı denecek şahsi bir mîmârimiz vardı; bugün ise şehirlerimizin çehresi soysuz ve utanılacak taş ve tuğla yığınları ile gülünç bir maske takmış bulunuyor.

Estetik zevklerimizi değerlerimizi hayallerimizi medeniyet birikimimizi yansıtamadığımız şehirlerde Sinan gibi düşünen, Yunus gibi yaşayan, aklı selim, kalbi selim, zevki selim sahibi nesiller yetiştirebilme gayreti her zaman eksik kalacaktır.

Ancak düştüğümüz yerden ayağa kalkacağımıza yeni bir ruh aşısıyla bunu başaracağımıza olan inancımızı da her şeye rağmen korumak gerekiyor. Mimar Sinan'dan Turgut Cansever'e uzanan ufuk çizgisini yeniden yakalayarak ve yaşayarak kaybettiğimiz ya da yeniden kuracağımız şehirler üzerine kafa yormamızın şart olduğu zamanlara erdik. Kaybımız büyük ama bir o kadarda birikimimiz var. Yeter ki neyi kaybettiğimizin farkına varalım. Düştüğümüz yeri görelim ki yeniden ayağa kalkmak için nereden kalkacağımızı bilelim.. Bu sebeple toplanan şehircilik şurasının bizlere umut olduğu kadar şehirleri emanet ettiklerimize de ufuk olması en büyük dileğimiz. Mesele büyük. Şehirleri kaybetmek nesilleri kaybetmek demektir. Şehrin imarı da neslin ihyası da Türkiye’nin en önemli sorunlarındandır. Bilge Mimar Cansever’in ne güzel söylemiş: "Şehri imar ederken nesli ihyâ etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder." Allah nesillerimizi de şehirlerimizi de kötülerden  korusun.