Vakıf Katılım web

SAĞ KESİMİN FİKİRSİZ ZİKİR SORUNU

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Ne eski ne de yeni diyemeyeceğim geçmiş günlerden birinde, birbirimizi anlamamıza zemin olabilecek benzer tecrübeler yaşadığımız benden yaşça büyük bir tanıdığımla sağ kesimin siyâsî tavrı ve eylem anlayışı üzerinden başladığımız sohbetimiz tasavvuf ve zikir konusuna gelmişti.

Ne eski ne de yeni diyemeyeceğim geçmiş günlerden birinde, birbirimizi anlamamıza zemin olabilecek benzer tecrübeler yaşadığımız benden yaşça büyük bir tanıdığımla sağ kesimin siyâsî tavrı ve eylem anlayışı üzerinden başladığımız sohbetimiz tasavvuf ve zikir konusuna gelmişti. Ortak tanıdığımız bâzı kişilerin yaptıkları zikrin işlevi üzerinde tartışıyorduk. Konuşmanın sonunda şu cümleye vardık: Fikir olmadan zikir olmaz.

Seneler sonra bu günlerde Sezai Karakoç külliyatına tekrar göz atarken bir yazısı bana o cümleyi hatırlattı. Sezai Karakoç’un 1976 yılında yazdığı yazılarından biri olan ve Varolma Savaşı-1 adlı eserinde bulunan “Eylemler Karşısında Gerçek Diriliş Aksiyonu” başlıklı yazısının “Fikir olmadan zikir olmaz” önermesinin örneklenmiş hâli olduğunu düşünüyorum. Sezai Karakoç, bu yazıyı “Sağ-sol” çatışmasının yaşandığı günlerde yazmış. Çatışma başka kanallarda hâlâ devam ediyor. Bugünkü gözle okunabilecek bir yazı. Yazı (bâzı yerleri çıkartılmış hâliyle) şöyle:

“Diriliş görüşü, bugün için, aksiyon anlayışında, piyasada geçerli bütün sansasyon amaçlı hareketlerden kesinlikle ayrılır.

Marksistler, varlıklarını, kamuoyunda duyurmak ve etkilerini canlı tutmak için bilhassa gençlik ve üniversite çevrelerinde çok defa “kanlı” olaylara sebep olan “eylem”lerini sürdürmekte, bazı politik çevreler de, isteyerek istemeyerek bu tip aksiyonu desteklemekte veya destekler görünmektedir. Terör ve anarşinin fiil halindeki kaynağı budur.

Marksistlerin karşısında sağ politika ortamı ise, bu sol aksiyonun karşısında iki tip reaksiyonla, aksiyon planında görünmektedirler. Birinci tip: solcularla fiilî çarpışma ve çatışma. İkinci tip: tarihle ve toplumun muhafazakâr katıyla ilgili anı günlerini ve olayları, duygusal gösterilerle donatma.

(…)

İkinci tip karşı koyuş, insanın kendini aldatmasından, zaman kaybından, enerjinin, yeni bir ruh gelişimi için çok gerekli olan enerjinin akıtılışından başka bir şey sağlamamakta pek.

Gerçek aksiyon, meydanlarda yapılan şamatalar, bağırışlar, yürüyüşler, duvarlara ve yerlere yazılar yazmalar ve daha kötüsü tabanca patlatmalar, kavga döğüşler değildir. Gerçek aksiyon, inanç, ahlâk, düşünce, bilim ve sanat planında ortaya konan, uzun çalışmaların ve sürekli sabırların yemişi eserler, durumlar ve oluşumlardır. Yeni bir insan tipini doğurmaktır. Asıl aksiyon, çok bilinçli, bilgiyle yüklü, kültürle güçlenmiş, disiplinli ve uzak görüşlü davranışlardan doğar.

Unutulmamalıdır ki, her türüyle komünistler, Marksistler, Leninistler, Maoistler vb. bütün umutlarını sokak hareketlerine ve gerilla girişimlerine bağlamamışlardır. Bu hareketler, asıl aksiyonlarına dikkat çekmek için baş vurdukları bir taktikten başka bir şey değildir. (…)

Marksistlerin bu strateji ve taktiklerini boşa çıkarmak için kapitalizmin paralelindeki kesime söylenecek bir söz yoktur. Çünkü onlar, ne dense dinlemeyecekler, Marksistleri, sözde susturma adı altında, besleyecekler, güçlendireceklerdir. Ahlâk ve erdeme, inanç ve tarihsel kültüre yabancı bu çevrede bir umut yoktur.

Ancak, hükûmete, gençliğe, halka ve henüz şartlanmamış aydınlara söylenecek sözler vardır.

Hükûmet, eylemlere karşı kesin ve kararlı davranmalı, ama, bunda da, eylemleri fiilen oluşturan asıl merkezleri hedef almalıdır. Düşünce özgürlüğünü mutlaka korumalı, fakat, bunun fiilen tek taraflı işlenmesi için, kültürümüzün temeli olan İslâm kültür ve medeniyetini tanıtma amacını taşıyan büyük bir kültür seferberliği açmalı, gençliğin çok iyi yetişmesini her şeyden öne almalıdır. (…) Gençlik bu şahsiyeti kazanmadıkça, Rusya ve diğer komünist üniversite ve kültür çevreleri laboratuvarlarında oluşturulan diyalektiğe kapılmamakta büyük bir güçlükle karşılaşacaktır.

Gençliğe düşen görev de, şovenizmden, kavga ve gürültüden, yürüyüş ve gövde gösterilerinden, duygu boşalımlarından pek bir fayda gelmeyeceğinin bilinciyle, kütüphanelere koşmak, inanç ve erdem, ahlâk ve kültür çilesine en derin bir heyecan ve aşkla sarılmak, saldırı ve sataşmalara, âdeta “öteki yanağını çevirircesine” bir sükûnet ve olgunlukta, erdemle cevap vermek, sabırlı ve güvenli ve uzun vâdeli bir diriliş oluşumunun, güç, fakat şerefli disiplinine girmektir.

(…)

Diriliş’in aksiyondan anladığı, budur; inanç, düşünce, ahlâk ve kültür aksiyonudur. İnanç ve medeniyet ideasına bağlı sanat ve edebiyat aksiyonudur.”

Fetih kutlamaları

Sezai Karakoç, böyle bir durum tespiti yaptıktan sonra sağ kesimin eylem problemini İstanbul’un fetih kutlamaları üzerinden örneklendirir:

“Bir örnek verelim: İstanbul’un alındığı gün olan 29 Mayıs’ta birtakım gösterilerle deşarj olmaya, “bir ulusun dirilişinin başlangıcı” deme imkânı yoktur. Neyi kutluyoruz? İstanbul’u yeni almadık ki, kutlayalım. İstanbul o kadar bizimdir ve bizim olmuştur ki, onu bu biçimde kutlamak, bu sahipliğe bir gölge düşürebilir. Böyle bir tarihî mutlu olayı kutlamanın en güzel yolu, teker teker her entelektüelin, Fatih’e ve Fatih Devrinin aydınlanma çığırına, sükûnetle nüfuz etmek için eğilme fırsatı aramaso olabilir. Hamasî tabloları değil, tarihî-sosyolojik perspektifleri yeniden araştırmak, öğrenmek ve büyük Osmanlı medeniyet olayına gönül ve kafayla derinden derine yaklaşmak için, herkesin kendi gücünde bir gayret sarfetmesi olabilir, asıl kutlayış. Bunun dışında, formel kutlayışı, resmî plana bırakmak en iyisi.

Düşünce, bilim ve sanat planında, ruh ve gönül planında, dirilişi gerçekleştirici bir oluşumun, bir akımın neslini hamur teknesinde yoğurmadıkça, girişilecek “eylem”lerden, “gövde gösterileri”nden bir fayda beklemek mümkün değildir.

Bilinmelidir ki, sol, sadece “eylem”lerden ibaret değildir. Eylem, doktrin çalışmalarının bir uzantısıdır. Doktrine doktrinle karşı çıkmak, asıl çaredir. Gerçek aksiyon, bir doktrinin aşkından ve mayalanmasından doğar.”

Fikirsiz zikir olmaz

Uzun lafın kısası Sezai Karakoç, “fikirsiz zikir” yapmanın hiçbir işe yaramayacağını söylemektedir. Ancak sorun bununla da kalmamaktadır. Fikirsiz zikir yapmak ya da fikirsiz eylemde bulunmak, zikrin ve eylemin işlevine de halel getirmektedir. Böylece fikirden sonra yapılması gereken zikir ve eylem de itibarsızlaştırılmaktadır. Yâni sağ kesim, kendi ayağına sıkmaktadır. Sol, eylem konusunda sağ ile ortak noktada birleşirken, sağ, fikir konusunda soldan ders almamaktadır.