Vakıf Katılım web

ÖZAL'LI YILLARDAN 2020 YILINA…

Ekin GÜN 19 Nis 2020

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
Cuma günü 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölümünün 27. yılıydı.

Karantina döneminde biyografi kitaplarına sardım.

Özellikle rock müziğin yıldızı Bruce Springsteen’in “Born To Run” adlı kendi hayatını anlattığı otobiyografi kitabını şiddetle öneriyorum.

Andres Danza ve Ernesto Tulbovitz tarafından yazılan ve Türkçe çevirisini Ali Tuncer’in yaptığı “İktidarda Bir Kara Koyun: Saraysız Başkan Jose Mujica” adlı kitabı da mutlaka okumanızı isterim.

2010-2015 yılları arasında Uruguay’ı yöneten ve tarihe dünyanın en fakir devlet başkanı olarak geçen Mujica’nın yaşamı konu alınıyor.

***

Cuma günü 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünün 27. yılıydı.

Kütüphanemi karıştırırken Turkuvaz Kitap’tan çıkar çıkmaz bir solukta okuduğum “Dün Dündür: Mehmet Barlas Kitabı” elime geldi.

Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın aktif siyasi kariyerinde kendisine çok yakın olan gazetecilerin başında geliyordu.

Göksan Göktaş’ın Barlas’la yaptığı söyleşiden oluşan kitapta “Turgut Özal’lı Yıllar” bölümünü bir kez daha okudum ve bu yazıyı yazmaya o anda karar verdim.

Türkiye’nin dünyaya açılma süreci şüphesiz Turgut Özal’la başladı.

Erdoğan’la birlikte ise Türkiye dünyada söz sahibi olan bir ülke konumuna geldi.

Özal’ın başlattığı devrim Erdoğan’la zirve yaptı.

Mehmet Barlas, Turgut Özal’ın vizyonunu şu şekilde açıklıyor:

“Kafalarda şu vardı hep: II. Abdülhamit kötü, II. Abdülhamit diktatör… Özal, Abdülhamit’in ufkunun aslında çok geniş olduğunu, Abdülhamit devrilmeseydi belki Osmanlı’nın bile çökmeyeceğini açık açık tartışan bir insandı. İkincisi, 1930’dan beri donmuş şekilde gelen ekonomik sistemin yanlış olduğunu son derece net bir dille ifade etti, üstelik sistemi de değiştirdi. Türk Parasını Koruma Kanunu’nun çok aptalca olduğunu, gümrük duvarları arkasında sanayi inşa etmenin saçma olduğunu anlattı. Dünyayla rekabet etmekten korkmuyordu. Ve beni asıl kalbimden vuran şey, Türkiye’ye duyduğu sonsuz güven oldu.”

Özal’ın, “21. yüzyıl Türk asrı olacaktır” sözünü anımsatan Barlas, şöyle devam ediyor:

“Hiç umulmadık şekilde sahilleri turizme açtı. Bütün sahiller devlet malıydı, kimse ne otel yapabilirdi ne başka bir şey. Şu an turizmde çalışan iki milyonu aşkın sadece servis elemanı var. Özal’ı sevmemek mümkün değil.”

Özal’ın muhafazakârlığının yanı sıra özgürlükçülüğünü de vurgulayan Barlas, “Müslümandı, inanmış bir adamdı, ama inancını kendine saklardı. Bana geldiğinde konyak da içerdi.” diyor.

Mehmet Barlas’ın anlattıklarından anlıyoruz ki Turgut Özal, Türkiye’nin teknolojiyle gelişebileceğine inanmış ve Özal’ın ilginç bir anısını da paylaşmış:

“Daha cep telefonu kullanılmaya başlanmamıştı, sadece telefonu vardı Nokia’nın. Bir ara Nokia’cılar gelmişler, ilk yaptıkları telefonu göstermişler, epey büyük. Demiş ki Nokia’cılara ‘Çip diye bir şey var, çip kullanırsanız bu telefon cebe girer.’ Nokia’cılar çıktıklarında, ‘Sayın cumhurbaşkanı görevi bittikten sonra acaba bizim yönetim kuruluna girer mi?’ demişler.”

Kendisine 1988 yılında canlı yayında düzenlenen suikast girişimiyle ilgili Mehmet Barlas’a olayın niye üzerine gitmediğine dair yaptığı açıklama Türkiye’yi geliştirmek için kendinden bile vazgeçtiğini gösteriyor:

“O kadar derine ulaşıyor ki, bu işin arkasında sermaye var, beni öldürmek isteyen generaller var, eğer ben bu dosyayı açsaydım başka hiçbir işle uğraşmazdım. Yapmamız gereken işler, reformlar var, Türkiye var; bunlar benden önemli.”

***

Türkiye, Menderes döneminde demokrasiyle tanıştı, Özal’la dünyaya açıldı, Erdoğan’la ise dünyada söz sahibi oldu.

Erdoğan için şunu demeden geçmiyor Barlas:

“Turgut Özal’ın açtığı yolu o kadar büyüttü ki, Özal görse çok hoşuna giderdi…”

Evde maske yapmaya mı başlasam? 

Bir kez daha… Evet bir kez daha söylüyorum.

Salgın sürecinde Türkiye’de yaşadığımız için ne kadar şanslı olduğumuzdan bahsediyorum.

Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde maske olmadığı için YouTube videolarında bebek bezinden nasıl maske yapılır anlatılırken Türkiye’de maske sıkıntısı yaşanmadığı gibi dünyaya da yardımda bulunuyoruz.

Bunu görmeyene kör denir.

Ama ben… MFÖ’nün deyimiyle “Ah Bu Ben”…

Varlık içinde yokluk çekenlerdenim.

Çünkü telefon numaram annemin üzerine kayıtlı, sebebini bilmiyorum, herhalde aldığımız dönemde anneme yönelik cazip bir kampanya vardı.

Sağlık Bakanlığı tarafından telefonlara kod gönderildi, bana da geldi ama sadece “İzmir eczanelerinden” alabiliyorum.

Çünkü annem İzmir’de oturuyor.

O nedenle maske satışı yasaklanmadan aldığım maskeler bittiğinde ne yapacağımı da bilmiyorum, hiçbir eczaneye de danışmadım.

Acaba diyorum, telefon numarası yerine TC kimlik numarasıyla maske dağıtımı yapılsaydı daha iyi olmaz mıydı?

Çünkü daha koronavirüs vakası Türkiye’de görüldüğü ilk gün Instagram filtresinden kendimi maskelemiştim.

Fotoğrafta gördüğünüz yakışıklılığıma halel gelmemesi adına kendi maskemi kendim yapacağım herhalde.

En büyük devrimlerden biri… Bedeninle barışık olmak! 

Vogue Almanya’ya konuşan Sharon Stone, bedeniyle verdiği mücadeleyi anlatmış:

“40'lı yaşlarımda bir şişe şarapla banyoya girip kapıyı kilitlediğim ve 'vücudumu tamamen kabullenene kadar dışarı çıkmayacağım' dediğim bir anım oldu. Büyüteçli aynada görünen, hafifçe yaşlanan vücudum ve yüzüm karşısında ağlamaya başladım.”

20’li yaşlarımda (ki hala 20’li yaşlarımdayım, yaklaşık 10 sene böyle kalasım var, şaka şaka harbi 20’li yaşlarımdayım) elimde bir şişe şarapla banyoya girip bedenimi kabullenmeye çalışmadım ama 30 kilo vermiş biri olarak bu ruhsal çöküntüyü iyi biliyorum.

110 kiloydum…

Şimdi ise 77-78 civarı.

Acımasız bir gerçekle yüzleştireyim sizi…

İnsanın kendine verdiği değer artık kot bedenleriyle ölçülür oldu.

Bunu zayıfladıktan sonra anladım, çünkü artık istediğim her şey bana oluyor ve alışveriş yaparken zorlanmıyorum.

Ama en çok Bernard Shaw’ın dediği gibi “beden ruhtur, ruh bedendir” felsefesine inananlardanım.

Çünkü, “hadi biraz zayıfla, az ye” ya da “çok zayıfsın, azcık yesene” gibi küstah tavırlar içerisinde olan insanların ruhu bedenden ya da bedeni ruhtan kopardıklarına düşünüyorum.

Ve bu “bütün olarak bakma özürlü insanlarla” kurduğunuz iletişim sadece maddi oluyor.

O kadar, devamı asla olmuyor.

Onun için insanı sadece bedeniyle değerlendiren “Instagram aparatlarına” ve hayatında bunun ötesine dahi gidememiş kişilere Demi Lovato’nun cümlesiyle seslenmek gerek:

"Ben kilolarımdan fazlasıyım, bir müzisyenim…”

Melih Altınok’un ev yapımı yoğurtları (Başlık)

Elif Sevil Orhanlı, muzikonair.com’da Sabah yazarı Melih Altınok’la harika bir röportaj gerçekleştirmiş.

Melih Altınok diyor ki:

“Dünkü menüm tereyağlı mercimekli bulgur pilavıydı…”

Mercimekli bulgur pilavının yanında yediği turşudan bahsetmiş ama asıl sırrı saklamış…

Kendi yaptığı yoğurtlar.

Yoğurtlarından tatmış biri olarak söyleyebilirim ki gerçekten harika.

Gündeme bomba gibi düşsün ve yoğun baskılara dayanamayıp nasıl yaptığını bizimle paylaşsın diye şu an ifşa ediyorum.

Pazar müzikleri

Bob Dylan: Cuma günü yayınladığı ve kendisini 16 yaşında bir Nazi toplama kampında hayatını kaybeden Anne Frank, Edgar Allen Poe ve Indiana Jones gibi isimlerle kıyasladığı “I Contain Multitudes” parçası.

Lee Konitz: Geçtiğimiz günlerde 92 yaşında koronavirüsten hayatını kaybeden saksafonistin 1961 yılında çıkardığı “Motion” isimli albümü.