ORTADOĞU'YU ANLAMAK

Prof. Dr. Fahri ERENEL
Tüm Yazıları
Ortadoğu anlaşılması zor bir coğrafyadır. Ortadoğu; kitaplardan, görüntülerden, başkalarının söylemlerinden, makalelerden, yapılan masa başı analizlerle anlaşılamaz.

Ortadoğu anlaşılması zor bir coğrafyadır. Ortadoğu; kitaplardan, görüntülerden, başkalarının söylemlerinden, makalelerden, yapılan masa başı analizlerle anlaşılamaz. Görmek,  dokunmak, hissetmek ve yaşamak gerekir. Kısacası sahayı çok iyi bilmek gerekir. Toplumun kılcal damarlarına girmek gerekir.

Bu konuda ilk girişimi yapan Fransa olmuştur. 1789 devrimi ile “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” müjdeleyen Fransa, İngiltere’nin sömürgelerine giden yolu tutan Doğu Akdeniz coğrafyasını yumuşak karnı olarak değerlendirmiş ve Mısır’ı işgal etmiştir. Bu emperyalist müdahaleyi benzerlerinden ayıran askerin yanında yaklaşık 200 bilim adamının Mısır’ı baştan sona dolaşarak dünyanın ilk kapsamlı bölge çalışmasını, Description D’Egypte’i yazmalarıdır. Demografiden coğrafyaya, zoolojiden botaniğe, siyasetten tarihe, dinden arkeolojiye birçok açıdan didik didik araştırılan ve envanteri çıkarılan Mısır, bu çalışma ile belirlenmiş bir nesnellikle görünür kılınmış, ülke artık hükme uyumlu hale getirilmiş, iyice “anlaşılmış” bir objektif nesnelliğe kavuşturulmuştur. Buna benzer çalışmalar hegemonya tesis etmek isteyen güçler tarafından kapsamlı şekilde yapılarak bölge ve halkı her açıdan tanınmaya çalışılmıştır.

KURGULANMIŞ BİR COĞRAFYA

Siyasi nitelikli bir kavram olan Ortadoğu’nun tanımı, sınırları ve özellikleri, büyük güçlerin stratejik yaklaşımına bağlı olarak farklılık göstermektedir. Doğal olarak uluslararası sistemdeki güç dağılımındaki değişim, Ortadoğu’nun tanımını doğrudan değiştirebilmektedir. Ortadoğu büyük güçlerin stratejik aklıyla kurgulanmış bir coğrafyadır.

Deniz Hakimiyet Teorisi’nin kurucusu olan Mahan’ın Ortadoğu’nun Süveyş’ten Singapur’a kadarki deniz yolunu koruyan ara bölge olduğunu Basra Körfezi ve çevresine tekabül ettiğini kabul etmektedir. Gazeteci Chirol ise Orta Doğu’yu İran, Basra Körfezi, Irak, Doğu Arabistan kıyıları, Afganistan’ı ve Tibet’i kapsayan coğrafya olarak düşünmüştür. Gerek Mahan’ın, gerek Chirol’un Ortadoğu’yu dönemin büyük gücü İngiltere’nin jeopolitik çıkarlarını gözeterek konumlandırdıkları açıktır.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı merkezli süper güç konumunun İngiltere’den ABD’ye geçmesiyle birlikte Ortadoğu’nun tanımı, sınırları ve özellikleri de ABD’nin jeopolitik çıkarlarına göre değişiklik göstermiştir.  Eisenhower Doktrini çerçevesinde dönemin Dışişleri Bakanı Dulles 1957’de Ortadoğu’yu Batı’da Libya, Doğu’da Pakistan, Kuzey’de Türkiye, Güney’de Arap yarımadası arasında ve onları içeren bir alan ile bunlara ek olarak Sudan ve Etiyopya’yı tanımlamıştır. Bir yıl sonra Başkan Eisenhower Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada Ortadoğu’yu Mısır, Suriye, İsrail, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan ve Körfez Şeyhliklerini içeren biçimde sınırlandırmıştır.

YENİDEN TANIMLANDI

Anthony Sampson tarafından Ortadoğu tanımlamalarına yapılan katkı ise çok anlamlıdır. “Bugün Orta Doğu’nun iki farklı haritası vardır. Biri, çoğu yeni olan ülkeleri gösterir. Diğeri ise, değişik renklerle ayrılmış, petrol şirketlerinin nüfuz bölgelerini, petrol arama, üretme ve satma haklarını belirler. Bu değişik renklere ayrılan bölgelerin üzerinde IPC, KOC, ARAMCO, AOC gibi sözcükler vardır. Bunlar petrol şirketlerin birleşmesiyle kurulmuş anonim ortaklıkları simgeler.”

11 Eylül sonrasında ABD’nin Ortadoğu’yu Büyük Orta Doğu kavramıyla yeniden tanımlamıştır. 2001’de dönemin ABD Başkanı Bush’un yaptığı konuşmada, El Kaide terör örgütüyle mücadeleyi Haçlı Seferi olarak görmesi “bölgedeki güç mücadelelerinin kültürel özellikler araçsallaştırarak biçimlendirildiği” gerçeğini açığa vurmaktadır.

AMAÇLARA HİZMET EDEN YÖNTEMLER

Ortadoğu’yu anlamak için sadece büyük güçlerin büyük amaçlarını değil, aynı zamanda amaçlarına hizmet eden yöntemler de göz önünde bulundurulmalıdır. Ortadoğu ırk, etnik köken, dil ve din açısından çoğulcu kompozisyona sahip olmasına rağmen, Soğuk Savaş döneminde Arap, Soğuk Savaş sonrasında İslam kimlikleriyle özdeşleştirilmiştir. Bu gerçek, büyük güçlerin askeri araçları yeterli görmeyip, zihin ve kimlik üzerinden hegemonyalarını sürdürdüklerini gösterir. Söz konusu strateji Arap Baharı sonrası Ortadoğu’da da değişmemiştir. Büyük güçler bölgedeki hegemonyalarını, zihin emperyalizmi temelinde kurgulamayı strateji olarak benimsemişlerdir.  Stratejilerine uygun olarak bölgenin istikrarsızlık üretme potansiyelini harekete geçirmeyi amaçlamaktadırlar. Böylece bölgenin dünya güç dengesini etkileyebilecek çıktılarına müdahale edebilecekleri yöntem ve araçları meşrulaştıracaklardır.

Edward Said, “Şarkiyatçılık-Batı’nın Şark Anlayışları” adlı eserine  “Irak -korkunç hataları ve yirmi sene önce kısmen ABD politikaları tarafından yaratılmış feci bir diktatörü de olsa da-dünyanın en büyük muz veya portakal ihracaatçısı olsaydı eğer, savaş da, ne hikmetse sırra kadem basan kitle imha silahları etrafında kopartılan yaygarada, eğitimli Amerikalıların bile hakkında doğru dürüst bir fikir sahibi olmadığı, 7000 mil uzaklıktaki bir ülkeyi yakıp yıkmak üzere dev bir kara, hava, deniz gücünün oralara sevki de söz konusu bile olmazdı kuşkusuz, tüm bunların “özgürlük” uğruna yapıldığı söylenemezdi. Oralardaki insanların bizim gibi olmadıklarına, bizim değerlerimiz takdir edemediklerine dair itinayla örgütlenmiş bir hissiyat-Şarkiyatçılık’ta yaratılışını ve dolaşımını ele aldığım geleneksel Şarkiyaçı dogmanın çekirdeğidir bu-olmasaydı eğer, savaş da olmazdı.” ifadesini vurgulayarak giriş yapmakta,müdahalenin nasıl meşru kılınmaya çalışıldığını vurgulamaktadır.

YENİ BİR RESTORASYON

1’nci Dünya Savaşı sonuda dönemin hegemonik güçleri İngiltere ve Fransa arasında paylaşıma tabi tutulan, Sykes-Picot antlaşması ile adeta cetvelle sınırları çizilerek paylaşılan Ortadoğu, yeni bir emperyalist paylaşımın sancılarını çekmektedir. Bu paylaşım Ortadoğu’ya kan, gözyaşı ve sefalet getirmektedir. Suriye, Irak, Yemen, Libya, Lübnan bu acıyı Sykes-Picot antlaşmasının imza altına alınması ve vekalet süreçlerinin başlaması ile giderek artan tonda hissetmeye başlamıştır. Körfez ülkeleri arasında yaşanan gerginlikler, İran ile ABD ve Suudi Arabistan gerginliği vb. bölgeye ve ülkelere etkisi büyük savaşlar, kalkışmalar, isyanlar ve iç savaşlar yaşanmış ve yaşanmaya devam edilmektedir.

Ortadoğu şimdi ABD ‘nin Büyük Ortadoğu Projesini yeni bir restorasyona tabi tutma çabasının laboratuvarı görünümündedir. Yanında İngiltere yer almış olsa da artık yalnız değildir. Rusya, Çin, Türkiye ve İran’da bölgede etkili güç konumuna gelmişlerdir. Bölgeye NATO’yu getirmek isteyen, Arap/Ortadoğu vb. isimlerle güç oluşturma çabalarını sürdüren ABD yanına ortak bulamamış, terör örgütlerini her zaman yaptığı gibi vekil olarak kullanmaya başlamıştır.

Batı’nın sorunsuz ve en uzun sömürdüğü bölge Ortadoğu’dur. İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin tasarımı olan, mezhep temelinde azınlık durumundaki halklar yönetime getirilmişler, bir anlamda farklı bir sömürü düzeni kurmuşlardır. Suriye’de azınlıktaki Şiiler, Irak’ta azınlıktaki Sünniler yönetime getirilmişlerdir. Yani o dönemde sömürgeci devletle iş birliği içinde olanlar iktidarı ele geçirmişlerdir. Ortadoğu’daki monarşik yapı artık çatırdamaya başlamıştır. Ancak, yıkılmaları  ve tam demokrasi için çok aşama kaydedilmesi gerekmektedir. Demokratik dönüşümün nasıl olacağına kendilerinin karar vermeleri şimdilik zor görünmektedir. Çünkü dönüşümün ne şekilde olacağına halen sömüren güçler karar vermektedir.

Yararlanılan Kaynaklar:

Aka, B. ve Nişancı, E.(2015)Neo-Oryantalizm ve Orta Doğu’yu Anlamak, Yalova Sosyal Bilimler Dergisi,5:9

Çalışkan, K.(2008) Ortadoğu Sı̇yasetı̇ ve Toplumlarını Anlama Yolları, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:39